RİSALE-İ NUR

28.11.2025

5

Her Dağın Bir Şahs-ı Manevisinin Olması

Her bir dağın bir şahs-ı manevisinin olduğu ne manaya geliyor? Üstad Brdiüzzaman'ın şu cümlelerini izah eder misiniz?

"Her cebelin bir şahs-ı ma‘nevîsi bulunduğunu ve ona münâsib birer tesbîh ve birer ibâdeti olduğu.."

17.12.2025 tarihinde cevaplandı.

Cevap

Bediüzzaman Hazretleri bu konuyu Zülfikar mecmuasında şöyle ele almaktadır:

Cenâb-ı Hakk, Hazret-i Dâvud Aleyhisselâm’ın tesbîhâtına öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir edâ vermiştir ki, dağları vecde getirip birer muazzam fonograf misillü ve birer insan gibi, bir serzâkirin etrafında ufkî halka tutup bir dâire olarak tesbîhât ediyorlardı. Acaba bu mümkün müdür, hakîkat mıdır?

Evet, hakîkattir. Mağaralı her dağ, her insanla ve insanın diliyle, papağan gibi konuşabilir. Çünkü aks-i sadâ vâsıtasıyla, dağın önünde sen “الحمد للّٰه” de. Dağ da aynen senin gibi “الحمد للّٰه” diyecek. Madem bu kābiliyeti Cenâb-ı Hakk dağlara ihsân etmiştir. Elbette o kābiliyet inkişâf ettirilebilir. Ve o çekirdek sünbüllenir.
İşte Hazret-i Dâvud Aleyhisselâm’a, risâletiyle beraber hilâfet-i rûy-u zemîni müstesnâ bir sûrette ona verdiğinden, o geniş risâlet ve muazzam saltanata lâyık bir mu‘cize olarak o kābiliyet çekirdeğini öyle inkişâf ettirmiş ki, çok büyük dağlar birer nefer, birer şâkird, birer mürîd gibi Hazret-i Dâvud’a iktidâ edip onun lisânıyla, onun emriyle Hâlik-ı Zülcelâl’e tesbîhât ediyorlardı. Hazret-i Dâvud Aleyhisselâm ne söylerse, onlar da tekrar ediyorlardı.

Nasıl ki şimdi vesâit-i muhâbere ve vesâil-i irtibâtın kesret ve tekemmülü sebebiyle, haşmetli bir kumandan, dağlara dağılan azîm ordusuna bir anda “اللّٰه اكبر” dedirir. Ve o koca dağları konuşturur, velveleye getirir. Madem insanın bir kumandanı, dağları sekenelerinin lisânıyla mecâzî olarak konuşturur.

Elbette Cenâb-ı Hakk’ın haşmetli bir kumandanı, hakîkî olarak konuşturur, tesbîhât yaptırır. Bununla beraber her cebelin bir şahs-ı ma‘nevîsi bulunduğunu ve ona münâsib birer tesbîh ve birer ibâdeti olduğunu, eski sözlerde beyân etmişiz. Demek her dağ, insanların lisânıyla aks-i sadâ sırrıyla tesbîhât yaptıkları gibi, kendi elsine-i mahsûsalarıyla dahi Hâlik-ı Zülcelâl’e tesbîhâtları vardır.1

Hz. Davud'un dikkat çeken mucizelerinden biri, onun kalbindeki ve dilindeki ilahî aşkın kâinatta yankı bulmasıydı. O, Zebur'u okumaya veya Allah'ı tesbih etmeye başladığında, cansız zannedilen dağlar ve gökte süzülen kuşlar ona katılır, hep birlikte Rablerini zikrederlerdi. Kur'ân bu eşsiz hadiseyi şu âyetleriyle anlatır:

Biz, dağları (ona) boyun eğdirdik. Akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi. Kuşları da toplanmış halde (ona itaat ettirdik). Hepsi onun (zikrine katılmak) için dönüp gelici idiler.2

Bu olay, kâinattaki her varlığın aslında farklı mertebelerde hayat sahibi birer canlı ve Allah'ı zikreden birer "vazifedâr" olduğunu gösterir. Hz. Davud'un o büyüleyici sesi ve tesbihâtı, varlıkların fıtratlarında gizli olan bu zikri açığa çıkaran bir anahtar gibiydi. Onun zikriyle dağlar ve kuşlar vecde gelerek, kendi dillerince yaptıkları ibadeti, peygamberlerinin komutasında bir nevi "aşikâr zikir" haline getiriyorlardı. Bu, insanın kâinatın zikir halkasına imam olabileceğinin en güzel örneğidir.

Şimdi meseleyi etraflıca ele alalım:

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin bu ifadeleri, kâinatın sadece ruhsuz maddelerden ibaret olmadığını, her şeyin ilahî bir şuur ve intizamla hareket ettiğini vurgular. "Her dağın bir şahs-ı manevisi olması" ve "ona münasip bir ibadeti bulunması" meselelerini şu temel başlıklar altında izah edebiliriz:
1. Şahs-ı Manevî: Dağın "Ruhu" ve "Temsilcisi"
İslam felsefesi ve Risale-i Nur perspektifinde, cansız gördüğümüz varlıklar aslında bütünüyle ölü değildir. Her bir varlık türünün (dağlar, ağaçlar, hayvanlar, yıldızlar) başında, o türün yaptığı işleri ve fıtrî ibadetlerini Allah’a takdim eden müvekkel bir melek vardır.
Temsiliyet: Bir dağ, üzerindeki ağaçlar, taşlar, sular ve canlılarla koca bir ekosistemdir. İşte o dağın tüm bu karmaşık yapısını bir bütün olarak temsil eden, onun nizamını takip eden ilahî bir "program" veya "şahsiyet" vardır.
Organizasyon: Nasıl ki bir ordunun şahs-ı manevisi kumandanda tecelli eder; dağın şahs-ı manevisi olarak da, o dağın yaratılış gayesini ve bu gayeye uygun dağın kendi diliyle yaptığı zikir ve tesbihâtı, Allah’ın oradaki isimlerinin tecellilerini temsil ve ifade eden manevî bir kimlikten söz edebiliriz.
2. "Ona Münasip Birer Tesbih": Fıtrî Vazifeler
Dağların tesbihi, bizim gibi ağız ve dil ile yapılan bir konuşma değil, hâl diliyle yapılan bir ibadettir. Her varlık, yaratılış gayesine uygun olarak Allah'ı zikreder.
Sükûnet ve Direk Olma: Kur'ân-ı Kerim'de dağlar için "arzın kazıkları" tabiri kullanılır. Dağların arzın dengesini sağlaması, sarsıntıları dizginlemesi onların fıtrî bir namazı ve tesbihidir.
Sanat-ı İlahî: Bir dağın üzerindeki her bir çiçek, her bir maden ve her bir kar tanesi, Esma-ül Hüsna’yı ilan eder. Dağ, bu muazzam sanat eserlerini sergileyen bir sergi salonu gibi "Sübhanallah" der.
3. Aks-i Sadâ ve Maddi-Manevi Bağlantı:
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, dağlardaki aks-i sadâ (yankı) özelliğini, bu manevi hakikatin maddi bir çekirdeği olarak gösterir.
Kabiliyetin İnkişafı: Bir dağın senin sesini aynen iade etmesi (yankı), onda bir "cevap verme" kabiliyeti olduğunu gösterir. Hazret-i Davud (a.s.) gibi büyük bir peygamberin yüksek velayeti ve muazzam sesi, dağlardaki bu "uyuyan" kabiliyeti uyandırmış; onları âdeta birer şakird (öğrenci) gibi peygambere tabi kılmıştır.
Birlik Ruhu: Dağlar, Hz. Davud'un sesine eşlik ederek, ferdî bir zikirden kolektif bir zikre geçmişlerdir. Bu, dağın şahs-ı manevisinin o peygamberin emrine musahhar (boyun eğmiş) olması demektir.
4. Özetle Manası:
"Her cebelin bir şahs-ı manevisi vardır" demek; "Dağlar sadece toprak ve kaya yığını değildir; her birinin Allah katında bir vazifesi, bir duruşu ve o dağa mahsus bir yaratılış gayesi vardır" demektir.
Dağın ibadeti; heybetiyle Allah'ın Celal ismini, üzerindeki hayatla Cemal ismini, dengesiyle Adl ismini yansıtmasıdır. Hz. Davud (a.s)'ın mucizesi ise, bu sessiz tesbihatın, Allah'ın izniyle bizim duyabileceğimiz bir sese ve ufkî bir halkaya dönüşmesidir.

Kaynakçalar
  1. Bediüzzaman Said Nursî, Zülfikar, Hayrat Neşriyât, Isparta 2016, s. 164-165.

  2. Sâd, 38/18-19.


Paylaş

Facebook'ta paylaş

Whatsapp'da paylaş

Hesaplarımıza abone olun sorularımızdan ilk siz haberdar olun

Yorumlar (0)

Yorumunuz

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız