Bahsettiğiniz ifadeler şöyledir:
Sizler ve bizler, öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı ma‘nevînin a‘zâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sâhil-i selâmet olan Dârusselâm’a ümmet-i Muhammediyeyi (asm) çıkaran bir sefîne-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz. Elbette dört ferdden, bin yüz on bir kuvvet-i ma‘neviyeyi te’mîn eden sırr-ı ihlâsı kazanmakla, tesânüd ve ittihâd-ı hakîkîye muhtacız ve mecbûruz.1
“Hayat-ı ebediye” kavramı, yalnızca sonsuz bir mutluluk ve huzur yurdu anlamına gelmez. Zira ebedî hayat, hem “saadet-i ebediye”yi yani Cennet’i, hem de “şekavet-i ebediye”yi yani Cehennem’i içine alan iki zıt şıkkı barındırır. Dolayısıyla burada kasdedilen mânâ, ebedî hayatın bütünü değil; onun saadet tarafı olan Cennet’in neticesine işaret etmektedir.
Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 168