Bu suale maddeler halinde şöyle cevap verebiliriz:
1) Ağızdan çıkan söz, özellikle dua, beddua, şükür ve gıybet gibi iradî ifadeler Levh-i Muallakta “şarta bağlı” yazılmış hükümlerin tetikleyicisi olabilir. İnsan o sözü söyleyerek şartı fiilen oluşturur; neticede “kader o söze fetva verdi” denir. Sadakanın belâyı geri çevirmesi, lüzumsuz “sabır” talebinin belâ celb etmesi veya Hz. Yusuf’un “acaba köle olsam kaç para ederim?” demesi bunun misalleridir.
2) Levh-i Mahfuz’da ise değişme yoktur; kulun diliyle işlediği hayır-şer her ne ise, ezelî ilimle zaten bilinmektedir. Fakat Levh-i Muallak cihetinde beddua, yalan, iftira, “başım belâya girsin” tarzı laflar bela-musibeti çağırabilecek vesile hükmüne geçer.
3) Böyle bir söze pişman olunduğunda telâfi usulü şöyle olmalıdır:
• Derhâl kalben nedamet, dille samimî istiğfar getirmek,
• Mümkünse muhataptan helâllik; kul hakkı varsa iade etmek,
• İyilikleri çoğaltmak: Namaz, Kur’ân tilâveti, salavat, özellikle sadaka. “Sadaka belâyı defeder” hadisinin beyan ettiği sır, levh-i muallaktaki menfî hükmü izale edebilir.
Gündüzün iki tarafında (öğle ve ikindi vakitlerinde) ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde (akşam, yatsı ve sabah vakitlerinde) ise namazı hakkıyla edâ et! Muhakkak ki iyilikler, (büyük günahlardan kaçınmak şartıyla) kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir nasîhattir.”1
Bu ayete göre bir günah, tövbe ve hasenâtla/iyilikle silinir; zerreler arşivinde kalan menfî kayıt ilâhî rahmetle mahvolur. Samimi tevbe ve iyi amelin ardından yeni bir bedel aranmaz; dil ile istiğfar, kalp ile nedamet/pişmanlık ve mümkünse sadaka kâfidir. Tevbe nasûh olursa “hava unsuruna ekilen” o sözün hakikatte hükmü kalmaz inşallah.
Özetle; dilini korumak levh-i muallakta belâyı men eden bir şart; pişmanlık, istiğfar ve sadaka ise açılmış menfî hükmü iptal eden en kestirme yoldur. Şa hadis, b konuya işaret etmektedir:
"Sadaka belayı defeder"2
Hûd, 11/114.
Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid,3/63.

