Peygamber efendimiz hadisleri doğrulamak için Kurana bakın demiş mi?
Arz Hadisleri olarak bilinen rivayetlerin büyük bir çoğunluğu, muhaddislerin büyük bir ekseriyeti tarafından "mevzu" kabul edilmiştir.
Son zamanlarda hadislerin Kurana arzı meselesini çokca gündeme getirenlerin hadis ve sünneti reddetmeye meyilli kimseler olduğu görülmektedir.
Usul alimleri hadisleri hükümlere kaynaklık açısından incelemişlerdir. Haber-i vahidin hükümlere esas alınması noktasından bazı şartlar ileri sürmüşlerdir. Hanefi alimlerinden Şaşi, ahad haber veya haber-i vahidin kitap ve meşhur sünnete arz edilmesi gerekir demiştir.
Bu noktada "Sünnetin Kurana Arzı Meselesi" adlı çalışması olan Ahmed Keleş'in kitabından alıntı yapmakta fayda vardır:
"Hanefiler, Sünnet'i Kur'an karşısında üç konumda ele alırlar:
Beyan-ı Takrir: Burada Sünnet, âyetteki anlamları takviye edici görev yapar.[1][109]
Beyan-ı Tefsir: Âyetlerdeki kapalı olan kısımları açıklar. Müşkil, mücmel ve müşterek kelimeleri açıklamak gibi.
Beyan-ı Tebdil: Bu, âyeti nesih demektir. Hanefîlerce Kur'an, Kur'an ile nesh olur. Kur'an'ın Sünnet ile nesh olması için, Sünnet'in mütevatir veya meşhur olması gerekir. Haber-i vâhidler Kur'anı-ı neshedemez. Hem de haber-i vâhidler, Kur'an'ın umumuna muhalif olacak bir dereceye yükselemezler. Bu nedenle, Kur'an'ın umumuna muhalif olan haber-i vâhidler reddolunur. Onların Rasûlullah'a (a.s.) isnadı kabul edilemez.[2][110] İşte Hanefîlerin, arz uygulaması yaptıkları bu kısma giren hadislerdir. Bu türden rivayetleri Hanefî usûlculeri, "Manevi İnkıta'" olarak değerlendirmekte ve kabul etmemektedirler.[3][111]
[1][109] Sünnet'in bu görevi, Hz. Peygamber'in ve sahabenin yapmış olduğu gibi bir çeşit arz uygulaması sayılabilir.
[2][110] Ebû Zehra, Muhammed, Ebû Hanîfe, 292-294.
[3][111] Buhârî, Abdulaziz, Keşfu'l-Esrâr, III, 19, 29.
Mâlikîler ve Hadis'in Kur'an'a Arzı
Maliki mezhebinde Sünnet'in, üç görevi vardır: Kur'an'ı takrir eder; Kur'an'ı tefsir eder; Kur'an'da olmayan konularda hüküm koyar. O: "Kur'an'ın doğru anlaşılabilmesi, ancak Sünnet ile mümkündür. Sünnet olmadan Kur'an anlaşılmaz" derdi.[1][130]
İmam Mâlik, bazen haber-i vahidi Kur'an'a muhalefeti dolayısıyla reddederdi. Bazı ahvalde de, Kur'an'ın umumunu tahsis, mutlaknı takyid ederdi. Özellikle hadis, Medîne ehlinin ameli ile de destekleniyor ise, onunla amel ederdi.[2][131]
Mû'tezile ve Hadis'in Kur'an'a Arzı
İslam'ın ilk rasyonalist mezhebidir. Aklı temel ölçü olarak kabul etmişlerdir. Bu nedenle de dînî meseleleri, aklî ölçüye göre yorumlamışlardır. Felsefelerine ters düşen Kur'an ve hadisi te'vil ve reddetmekten çekinmemişlerdir. Bu redlerine bir gerekçe olarak Kur'an'a aykırılığı da dikkate almışlardır. Ancak bu Kur'an'a uygunluğu, felsefelerine ve mezheplerine uygun olduğunda kabul etmişlerdir. Hadisi reddederken aynı zamanda, sahabeye de dil uzatmışlar ve onları da yalancılık ve başka töhmetler ile cerh etmişlerdir. Ebû Hureyre'yi, yalancıların en yalancısı saymışlardır. İbn Mesud'u, kişinin anne karnında sâit veya şaki olacağı rivayetinden dolayı, yalancı saymışlardır. Özellikle en ayrıcalıklı görüşlerinin olduğu; kader, rü'yet ve günah-ı kebîre gibi konularda gelen hadisleri kabul etmemişlerdir. Haber-i vâhidleri özellikle Kur'an'a muhalefet gerekçesiyle reddetmek, Mu'tezilenin genel görüşüdür diyebiliriz.[1][137]
[1][137] Mû'tezile mezhebi ile ilgili olarak ve mezhebin görüşleri için bkz: Bağdadî, Abdulkâhir, el-Fark Beyne'l-Firak, 89; Şehristânî, el-Müel ve'n-Nihal, 1, 57; Koçyiğit, Talat, Hadis Târihî, 133; Mû'tezilenin Haber-i Vâhid ile görüşleri için bkz: İbn Hazm, İhkâm, I, 114; Amidî, İhkâm, II, 68; Mûtezile'nin hadis anlayışı konusunda geniş bilgi için bkz: Bakan, Tevhid, Mû'tezilenin Hadis Görüşleri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 1987.
Haricîler ve Hadis'in Kur'an'a Arzı
Haricîler, islam tarihinde câhil ve bedevi kişilerin oluşturduğu bir fırka olarak bilinir. Güya Kur'an'ı kendilerine rehber ettiğini söyleyen bu fırka mensupları gerek Kur'an'ı, gerekse Hadis'i gereği gibi anlayamamış ve anlayacak ilim ehline sahip olamamışlardır. Âyet ve hadisleri yorumlarken ne sebeb-i nuzûlü ne de sebeb-i vurûdu dikkate almışlardır. Kimseyi tekfirden çekinmemişler ve büyük günah işleyenlerin küfre gireceğini ilk defa gündeme getirmişlerdir. Hem Hz. Ali'yi, hem de hakem olayına rıza gösteren bütün sahabeyi kâfir saymaktan çekinmemişlerdir. Genel görüşleri bu şekilde olan Hâricîler'in, nasıl bir Kur'an ve Sünnet anlayışında olacakları açıktır.[1][149]
Kur'an anlayışlarına bir misal vermek istiyoruz: Al-i İmran süresindeki; "Gücü yetenler için Allah'ın beytini ziyaret, Allah'ın kulları üzerinde bir hakkıdır. Kim de bundan imtina ederse, Allah âlemlerden müstağnidir."[2][150] Bunun için Haricîler, "kim hacca gitmez ise, kâfirdir" demişlerdir.[3][151]
[1][149] HarîcîIer ve görüşleri için bkz: Bağdadî, Fark, 72; Şehristânî, Milel, I, 135.,
[2][150] Al-i İmran: 3/97.
[3][151] Koçyiğit, Talat, Kelamcılar ile Hadisciler Arasındaki Münakaşalar, 37-38.
Muhaddisler ve Hadis'in Kur'an'a Arzı
Muhaddislerin hadisi tashih ederken, Kur'an'ı bir kriter olarak aldıklarını gösteren herhangi bir metod, eserlerinde yok görünmektedir. Muhaddislerin hadisleri sahih kabul etmedeki ölçülerinin ne olduğunu gösteren şu açıklamada bu husus şöyle ifade edilmiştir: "Hadisleri delil olarak veya hükmün kendisi olarak alırken temel kriter, isnadının sahih olmasıdır. Metnini Kur'an'a arzetmek, meşhur Sünnet'e veya akla uygunluğunu araştırmak yersizdir. Aynca fukahâda olduğu gibi, hadis ile amel edilip edilmemesi de bir ölçü değildir."[1][153].
[1][153] Görmez, Mehmet, Sûnnet'i Anlamada Yöntem, 130-31.
Bu konuda faydalı olabilecek bir yazıyı aşağıya alıyoruz.
SÜNNET MÜDAFAASINDAN
MUHAMMED EBU ŞEHBE
IV. ŞÜPHE
Sünnet'in Hüccet Olmadığına Daîr, Rasulullah'tan Rivayet Edilen Haberler
"«Rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.s.) Yahudileri çağırmış ve onlara bazı şeyler sormuştur. Onlar da, anlatmışlar ve bu arada Hz. îsâ'ya bir hayli yalan isnad etmişlerdir. Bunun üzerine, Rasulullah minbere çıkarak, bir hutbe irâd etmiş ve : «(İlerde) bana çok sayıda hadis isnad edilecektir. Onlar'dan, Kur'an'a muvafık olarak size gelenler, bana aittir. Kur'an'a ters düşenler ise, asla, bana ait değildir.» demiştir.
Bu meyanda, muhtelif isnadlarla rivayet edilen çok sayıda haber vardır. Bu haber; Rasulullah'a isnad edilen hadislerin, Kur'an'a arzedilmesi gerektiğini onlardan yalnızca, her bakımdan Kur'an'a uygunluk arzedenlerin alınabileceğini ifade etmektedir. Bunun dışında, müstakil olarak getirdiği hükümlerle, Kur'an'ın mücmelini izah sadedinde ortaya koyduğu hükümler kabul edilemezler. Çünkü, bunların her ikisi de, Kur'an'da mevcut değildir. Bu durumda, sünnet'in görevi, yalnızca (Kur'an'i) te'kit-ten ibaret olmaktadır.
Öyleyse, sünnet, şer'î bir hükme delil olamaz. Zira, herhangi bir konudaki delilin ona delâleti, o konunun başka bir delille tesbit edilmiş olmasına dayanmaz. Dahası, sünnetin te'kid için bile olmadığı söylenebilir. Çünkü, te'kid, bir hükmün tesbitinde tek başına yeterli olan delilin bir fer'îdir. O zaman, te'kid için gelen şeyin ancak, delile uygun olması gerektiği söylenebilir.»
Ayrıca, Rasulullahın şöyle dediği de rivayet edilmiştir : «Bana isnad edilerek size rivayet edilen bir hadise kalbiniz yatışıyor ve onu kerih görmüyorsanız, ben onu söylemiş olsam da olmasam da, onu tasdik edin. Çünkü ben, münker olanı değil, ancak, maruf olanı söylerim. Yine, size, bana isnad edilen ve fakat kalbinizin yatışıp, hoşgörrnediği bir şey rivayet edilirse, onu tasdik etmeyin, çünkü ben, münker olan veya ma'ruf olmayan birşeyi söylemem.» Bu manada bir hayli rivayet mevcuttur. Bu da, Rasulullaha isnad edilen hadislerin, insanların Kitap ve akla dayanarak hoşgördükleri şeylere arzını ifade etmektedir. Öyleyse sünnet tek başına hüccet değildir.
Yine, Rasulullahın şöyle dediği de rivayet edilmiştir : «Ben, Allah'ın, kitabında helâl kıldığından başkasını helâl etmedim. Yine, Allah'ın kitabında haram kıldıklarından gayrisini da haram etmedim.»
İmam Suyuti, Şafii ve Beyhâki'nin, Tavus'tan gelen-bir isnadla, rivayeti böylece naklettiklerini kaydeder. (İmam Şafii'nin) «Cimau'î-İhn» adlı eserinde ise rivayet şöyledir : «Rasulullah (s.a.s.) : İnsanlar beni hiçbir şeyle muaheze etmesinler. Ben, onlara yalnızca, Allah'ın helâl kıldığını helâl ve yine O'nun haram kidığını haram ettim, demiştir.»
İlk rivayet, Rasulullah'tan sadır olanların, mutlaka, Kur'an'a uygun düşmesi gerektiğine, binaenaleyh, daha evvel geçtiği üzere, sünnetin hüccet olamıyacağma delâlet etmektedir.
İkincisi ise : Sünnete yapışıp, onu delil getirmeyi yasaklamaktadır. »
Rivayet edildiğine göre, sahabe'den bazıları, Hz, Peygamber'e : «Kusma'dan dolayı, yeniden abdest almak icap eder mi? diye sormuşlar. O da : «Eğer gerekseydi, mutlaka, Allah'ın kitabında bulurdum,» cevabını vermiştir.
Bu da, sadece kitapta bulunanların yükümlülük getireceğini, sünnetin hiçbir şeyi zorunlu kılamıyacağmı ifade etmektedir.
Cevap :
Hadisler'in Kur'an'a arzını ifade eden rivayetlerin hepsi de zayıftır. Bu münasebetle, onlardan delil getirmek doğru olamaz. Bu rivayetlerin bir kısmı munkatı; bir kısmının ise ravilerinden bazıları, ya sika değil veya meçhuldür. Bazısı ise hem sika değil hem de meçhuldür. Bu durumu, İbn Hazm; «Eİ-İhkâm» adlı eserinde Su-yutî de «Miftâhul-Cenne»'de Beyhakî'den naklederek, tafsilatıyla izah etmişlerdir. İmam Şafii ise «Er-Risâle»'de şöyle demektedir. «Büyük küçük, herhangi bir meselede hadisi kabul edilen hiçbir ravi, bu haberi rivayet etmemiştir: Dolayısıyla bize; siz bunu rivayet edenin hadisini şu meselede (delil olarak) kabul ettiniz, denilemez. Üstelik, bu rivayet meçhul bir raviden gelen, munkatı'- bir rivayettir. Biz böyle bir haberi, hiçbir meselede kabul edemeyiz. »
İbn Abdilberr de «Cami-u Beyâıü'1-İlm» adlı eserinde şu görüşlere yer vermektedir : «Abdurrahman b. Mehdi, bu hadisi, zındıkların uydurduğunu söylemiştir. Sahih haberleri, zayıfından temyiz kudretini haiz ilim ehline göre, bu lafızların, Hz. Peygamber'den sadır olması mümkün değildir. Bazı âlimler ise, bizzat bu hadisi Allah'ın Kitabına arzetmişler ve şöyle demişlerdir : «O'nu, Allah'ın Kitabına arzettiğimiz vakit gördük ki,. Allah'ın kitabına ters düşmektedir. Çünkü, Allah Teâla'nın Kitabında, ha-disler'den yalnızca, kendisine uygun düşeni kabul etmemiz gerektiğine dair, hiçbir şey göremedik. Bilâkis O'nun, mutlak olarak Peygamber'in örnek alınmasını, O'na itaat edilmesini, herhal ve şartta emrine muhalefetten kaçınılmasını tenbihlediğini gördük, Böylece, haber kendi kendinin asılsız olduğunu ortaya koymuş oluyor.
Ayrıca; hadisin Ebu Hureyre (r.a.)'den, merfu olarak gelen bazı tariklerinde, Rasulullah (s.a.s.) : «Benden size muhteif hadisler gelecektir. Onlardan, Allah'ın Kitabına ve Sünnetime uygun düşenler, bana aittir. Bu ikisiyle çelişki arzedenler ise, bana ait değildir.» demektedir. Bu rivayet de zayıf olmakla beraber, diğerlerinden daha zayıf değildir. Bu münasebetle O da bizim görüşümüzü desteklemektedir. Aleyhimize bir husus ihtiva etmemektedir.
Bu haberin uydurma olduğuna delâlet eden diğer bir husus da, Rasulullah'ın, bize kadar sahih olarak gelen,
şu sözüdür : «Sizden birini, koltuğuna yaslanmış bir vaziyetteyken, emirlerimden veya yasaklarımdan biri kendisine gelip de; ben anlamam, biz, Allah'ın Kitabında ne buluyorsak, ona tabi oluruz, derken görmeyeyim.»
İmam Şafii «Er-Risale»'de, bu hadisi rivayet ettikten sonra : «Allah'ın, Peygamber'in emrine itaati farz kılmasıyla, Allah Rasulü, insanların, emirlerini reddetmeleri yolunu yice kapatmıştır.» demiştir.
Hadis'in Kur'an'a arzı ile ilgili haberin sahih olabileceğini farzetsek bile; hiçbir müslümanm, Rasulullah'-tan sudur edenlerin iki kısım olduğunu; bunlardan bir kısmının Kur'an'a uygun düşüp kendisiyle amel edilebilecek nitelikte; diğerinin de Kur'an'a ters düştüğü için reddedilebilecek vasıfta olduğunu düşünebileceğine ihtimal vermiyoruz. Nitekim, rivayetlerden birisinde : «O, bana aittir», denilirken; diğerinde :.«O, bana ait değildir» denilmektedir. Ayrıca, İbn Hazm'm naklettiği bazı varyantlarda ise; «Allah kendisine hidayeti nasip etmişken; Allah'ın Rasulune ne oluyor ki, Kur'an'a uygun düşmeyeni söylesin?» denmektedir.
Rasulullah'ın, Kur'an'a muhalefet etmekten masum; insanların en kuvvetli hafızaya sahip; Kur'an ayetlerini en fazla düşünen ve Kur'an'ı en çok zikreden; olduğu ittifakla kabul edilmişken, nasıl olur da, söz konusu hadisin, Rasulullah'ın da Kur'an'a muhalefet edebileceği ihtimalini ifade ettiği söylenebilir? Halbuki, Allah Teâla şöyle buyurmaktadır : «De ki; ben, Onu kendi arzuma göre değiştiremem. Ben, sadece bana vahyolunana tabi oluyorum.» Her müslüman, pek tabii olarak, Rasulullah'-tan Kur'an'a muhalif hiç bir şeyin sadır olmayacağına inanır.
İmam Şafii, «Cimau'1-İIm» adlı eserinde şöyle demektedir : «Allah Teâla, Peygamberi'nin Kur'an'daki ve dindeki konumunu, Kur'an'da belirtmiştir. Bu nedenle, Kullarına farz olan; Allah'ın kendisine vahyettiği konularda, Peygamber'in, sadece vahyolunanı söyleyeceğini; Allah'ın kitabına asla muhalefet etmeyeceğini ve O'nun; Allah'ın indirdiklerindeki maksadının ne olduğunu beyan ettiğini bilmeleridir. «Hiçbir Sünnet ebediyyen Kur'an'a muhalif değildir.»
Hadisin sahih olduğu farzedilirse, anlamı şu olur : «Size bir hadis rivayet edildiği zaman, doğru olarak anlamakta güçlük çekerseniz, O'nu, Allah'ın Kitabına arz-edin. Çelişirse reddedin, çünkü O, benim sözlerimden değildir.»
Sonra, Rasulullah'tan sadır olan şeylerin, Kur'an'a muhalif düşmemesi, sünnetin hüccet olamıyacağı anlamını ifade etmez. Yine, O'nun, Kur'an'ın, mücmelini izah, âmm'ım tahsis, mutlakmı takyit edemiyeceği; bir hükmü sona erdirip, nesh edemiyeceği ve müşkil ifâdelerini açıklığa kavuşturamıyacağı, anlamı da taşımaz. Çünkü (Rasulullah'm) beyanı, Allah'ın muradına tamamıyla uygun düşmektedir. Kur'an lafızlarının zahirine bakıldığında, söz konusu beyanın onlara uygurt düşmeyip, ih-timalli olduğunu bir anlık kabullensek bile; bu, Kur'an'a muhalif telakki edilemez. Rasulullah ise, yalnızca Kur'-an'la çelişenlerin reddedilmesini emretmiştir. Bundan, Kur'an'a uygun düşmeyen ve fakat O'nunla çelişki de arz-etmeyen haberlerin reddedilmesi gerektiği anlaşılamaz.
Bu hususa, îbn Hazm'ın rivayet ettiği, konuyla İlgili şu rivayet de delâlet etmektedir : «Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur : «Bana isnad edilerek rivayet edilenler üç çeşitdir. Allah'ın kitabına baktığımızda, ma'ruf olduğunu gördüğünüz her hadisi kabul edin. Allah'ın kitabıyla karşılaştırıp da kendisini reddedebilecek birşey bulamadığınız; fakat, Kur'an'daki yerini de tesbit edemediğiniz hadisleri de kabul edin. Benden size rivayet edilen; ancak, kalpleriniz titreyip, derilerinizin ürperdiği, Kur'an'da da tam tersini gördüğünüz her hadisi reddedinz.»
Görüldüğü gibi, Kur'an'a uygun düşmeyen ve fakat O'nunla çelişki de arzetmeyen haberlerin kabulü zorunlu kılınmıştır. Bu rivayet, zayıf olmakla birlikte, şüphe sahiplerinin delil getirdiği hadislerle aynı çeşitdendir.
Bu durumda, söz konusu rivayetlerde; Kur'an'da temas edilmeyen, sünnetin müstakil olarak tespit ettiği hükümlerde, bizzat sünnetten deliî getirmenin muteber plmadığma dair bir delâlet sözkonusu değildir. Çünkü böyle bir hüküm, Kur'an'a ters düşmemektedir. Yalnızca, Kur'an O'na temas etmemiştir.
Kaldı ki, Allah Teâîa : «Rasul, size neyi verirse, O'nu alın; neden sakmdırirsa, ondan da kaçının» demekle, Rasulullah'm Kur'an'la genel bir uygunluk içerisinde olduğuna temas etmiştir. Üstelik bu uygunluğu umumileştir-miş, Rasulullah'm O'na, hem icmâlî, hem de tafsili olarak her bakımdan uygun düşmesi gerektiğini belirterek tahsis etmemiştir. Çünkü, Rasulullah, Kur'an'dan, başkalarının anlayamadıklarını, idrâk edebilecek niteliktedir. Binaenaleyh, bizim Kur'an'da mevcut olmadığını zannettiğimiz birşeyin, O'nda bulunduğunu pekâla Rasulullah bilebilir.
Nitekim, kendisine «el-Hamr» sorulduğunda; bu konuda bana, şu kapsamlı âyetten başkası indirilmemiş tir, demiş ve : «Kim zerre ağırlığınca hayır yaparsa onu görür, ldm de, zerre miktar, şer işlerse onu görür,» ayetini okumuştur.
Şimdi Sünnete dayanmadan, hüküm istinbatında, sadece Kur'an'a dayanmak gerektiğini ileri sürenler, baksınlar bakalım, bu âyetten söz konusu hükmün çıkabileceğine akılları yetiyor mu?
İbn Mesud (r.a.) şöyle demiştir : «Herşey, Kur'an'da beyan edilmiştir. Fakat bizim aklımız, onları idrak etmekten acizdir. Bu nedenle, Allah Teâla : «Kendilerine indirileni, insanlara açıklayasin diye sana da Kur'-an'i İndirdik,» buyurmaktadır. Sahabenin ileri gelenlerinden ve ilk müslümanlardan biri olan, îbn Mesud'un bu sözü iyi düşünülmelidir.
Herkesin bildiği «arz» hadisine gelince; Beyhakî, İbn Hazm ve daha başkalarının dediği gibi, bütün tarikleri munkatı'dir. Üstelik : «Söylemiş olsam da, olmasam da, size gelen o haber bana aittir,» denmekle, Rasulullah'a yalan isnadını içermektedir.
Beyhaki «El-Medhal» isimli eserinde şöyle demektedir : «Bu manada nakledilen rivayetlerin isnadları içerisinde en iyi olanı «Rebi'a'mn, Abdülmelik b. Said'den, O'nun da Ebu Hamid'den veya Ebu Üseyd'den» oluşan isnaddır. Ve bu haberde Rasulullah şöyle demektedir : «Kalplerinizin yatışıp, derilerinizin ve tüylerinizin yumuşadığı, kendinize de yakm bulduğunuz bir hadis duyduğunuz vakit, (bilin ki) ben ona, sizden daha evlâyım. Kalplerinizin hoşlanmadığı, deri ve tüylerinizin ürperip, diken diken olduğu bir hadise ise ben sizden daha uzağım.»
Bükeyr, Abdülmelik b. Said'den, O, İbn Abbas b. Sehl'den, Ö da, Ûbey'den naklen, O'nun şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Rasulullah'tan duyunca derilerinizin yumuşayip, ma'ruf olduğunu bildiğiniz bir şey size ulaşınca bilin ki o, Allah Rasulüne aittir. Çünkü, O, yalnızca hayır olanı söyler, başkasını söylemez.»
Buharı, bu rivayetin daha sahih olduğunu söylemiştir. Yâni O'nun, Ebu Hamid veya Ebu Üseyd'den rivayet edenlerin rivayetlerinden daha sahih, olduğunu söylemiştir.
Aynısını, İbn Lûheya, Bükeyr b. el-Eşec'ten, O, Abdülmelik b. Said'den, O ise, Kasım b. Süheyl'den O da, Ûbey b. Ka'b'tan rivayet etmişlerdir. Böylece müsned olan bu hadis'in illetli olduğu (anlaşılmıştır).
Her halükârda, Rasulullah'tan geldiği sabit olan bu hadis, hem akla yakın ve hem de usûle uygundur. Allah'ın dinde, Rasulüne verdiği konumu kavrayan, O'na itaat etmelerim farz kıldığını bilen birisi bunu inkâr edemez. Rasulün sözlerinin doğrulanması, hükümlerine ittiba edilmesi gerektiğine inanan birisinin kalbi de ondan nefret edemez. Nitekim bu hadis, şer'î bakımdan muteber olduğu gibi, akıl sahipleri yanında da, ahlaki yönden de muteberdir. Bu haberlerin lafızlarından sahih olarak anlaşılabilecek olan da budur.» Beyhaki'nin sözleri burada bitiyor.
Rasulullah'dan sadır olan herşey, iyidir ve güzeldir. Selim akıl sahiplerine göre ma'ruftur. Bizim aklımız O'nun iyiliğini ve güzelliğini idrâk etmeyebilir. Dolayısıyla böyle olması, onların, Rasulullah tarafından söylenilip, yapılamıyacağma veya hüccet olaimyacaklarma sebep teşkil edemez. Bilâkis, güvenilir kimseler rivayet ettikleri zaman; O'nu kabul etmemiz, hakkında iyi duygu beslememiz, icâbı ile amel edip, acziyyeti kendi aklımızda aramamız, üzerimize vacip olur.
İbn Abdilberr «Ebu İshak İbrahim b. Seyyar'm şöyle dediğini nakletmiştir : «Ben hadis rivâyetiyle meşgulken, Rasulullah'm, su kaplarının ağzını açık bırakmaktan ve böyle bırakılan kaplardan su içmekten nehyetti-ğini duydum. Daha evvel ben, bu hadiste bir şey var. Kabın ağzından su içmenin nesi var ki, bu yasaklama söz konusu olsun? dedim. Ne zamanki bana, bir adamın bu kaplardan su içerken, yılan tarafından sokulduğu ve bu yüzden Öldüğü; yılanların su kaplarının ağzından içeriye girdikleri söylendi, O vakit; hadiste te'vilini bilemedğimiz bir noktanın var olabildiğini, biz bilmesek de O'nun ifade ettiği bir yönünün bulunabileceğini, anladım.»
İbn Abdilberr, Said b. el~Müseyyib'in, İbn Abbas'tan naklettiği şu haberi rivayet etmiştir : «Üç hasleti taşıdığım sürece ben kâmil bir insanım. Onun ötesinde ben de, diğer insanlardan biriyim. Rasulllah'tan işittiğim her sözün, Allah tarafından (gönderilmiş) bir hak olduğunu bil-mişimdir. Hiçbir namazda, sonuna kadar, gönlümü başka bir şeyle meşgul etmemişimdir. Her cenazede, mutlaka kendimi hesaba çekmişinıdir.» Said : «bu hasletlerin yalnızca bir Peygamberde bulunacağını zannederdim» demiştir.
Tavus'tan nakledilen rivayete gelince, Şâfîi, Beyhâkî ve İbn Hazm'm dediği gibi, her iki isnadı da munkatı'dır. İbn Hazm, yine Tavus'dan gelen bir başka isnadla da haberi rivayet etmiştir.
Sahih olduğunu farzetsek bile, iki rivayette de, Sünnetin hüccet olamayacağına, Rasulullah'm, helâl ve haram konusunda, yalnızca, Kur'an'da bulunan hükümleri te'kid edebileceğine dair bir delâlet yoktur. Çünkü rivayetteki, Kitap'tan maksat, Kur'an değildir. Bilâkis, Beyhakî'nin de dediği gibi, Hz. Peygamber'e vahyedilenlerin tamamıdır. O'na gelen vahiy de «tilâvet olunan» ve «tilâvet olunmayan» vahiy olmak üzere,.iki kısımdır.
Bizi bu te'vili yapmaya sevkeden ise, Rasulullah'ın daha önce geçen «El-Erîke» hadisidir. Zira, O, Hz. Peygamber'in Kur'an'da bulunmayan bazı şeyleri helâl veya haram kılabileceğine delâlet etmektedir. Hadislerde, «Ki-tab» ifâdesinin, Rasulullah'a inzal olunanların tamamı anlamına kullanıldığı variddir. «Eî-Ümm»'de şöyle bir rivayet vardır :. «Bir adamın oğlu, başka birisinin hanımıyîa zina etmiş. Delikanlının babası, kadının kocasına bir hizmetçi ve bir de koyun vermek suretiyle anlaşma yapmıştır. Bunu Rasulullah'a söylediğinde ise, Rasulullah şöyle demiştir : «Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim, ki, sizin aranızda Allah'ın kitabıyla hüküm vereceğim. Koyun ve hizmetçi sana geri verilecektir. İtiraf ettiği takdirde, hanım recmedilecektir.» Rasulullah delikanlıya ise yüz sopa vurmuş ve bir yıl sürgüne göndermiştir.
Görüldüğü gibi, Rasulullah, recm ve sürgün cezası hükmünü, Allah'ın kitabından saymıştır. Bu ise, Hz. Peygamber'in, bu ifadeyle, mutlak olarak kendisine indirilenleri kastettiğini gösterir.
«Kitap»tan maksadın, Levhu'l-mahfuz olması da mümkündür. Nitekim : «Biz, kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık,» âyetinin tefsirinde bazı müfessirler bu yorumu yapmışlardır.
Eğer «Kitap»'tan muradın, Kur'an olduğunu kabul edecek olsak bile, Kur'an'da zikredilmediği halde, Rasulullah'm helâl veya haram kıldığı şeyler, yine de, Kur'an'-m helâl veya haram kıldığı şeyler demektir. Zira,'Allah Teâla : «Rasul, size neyi verirse, O'nu alın. Sizi, neden ka-çmdırırsa ondan da kaçının,» buyurmaktadır. Nitekim, daha evvel buna değinmiştik.
İkinci rivayetteki, Rasulullah'm : «insanlar, beni hiç-birşeyle muahaze etmesinler» sözünün anlamı, O'ndan sadır olan bir şeye yapışmayı haram kılmak veya Onunla ihticacta bulunmayı yasaklamak, değildir. Bilâkis, Onun manası şudur : «İnsanlar, Allah'ın bana tanıdığı ayrıcalıklardan ve benim için tayin ettiği hususi hükümlerden birisiyle beni muahaze etmesinler. Bana, itirazda bulunup da; Rasulullah bazı şeyleri bize haram kılarken, kendisi, niçin onları yapıyor? veya, bize helâl kıldığı şeyerden, O niçin kaçmıyor? demesinler. Veya, bu gibi konularda, kimse kendini bana kıyas etmesin. Çünkü; benim onlarla, kendim arasında bazı farklılıklar gözeterek, helâl veya haram kıldığım, her konuda, hâkem Allah Teâla'dır. Yine, bazı hükümlerde, onlarla beni eşit sayan, bir kısmında da benim hükmümü, onlarmkinden ayıran, Allah Teâla'nın tâ kendisidir.»
İmam Şafiî, Tavus hadisini rivayet ettikten sonra, şöyle demiştir: «Rivayet, munkatı'dır. Biz Tavus 'un fıkhını biliriz. Eğer, Rasulullah'tan geldiği sabit olsa bile rivayetin, benim tavsif ettiğim manada olduğu gayet açıktır. Rasulullah : «İnsanlar beni, herhangi birşeyle muahaze etmesinler,» demiştir. «Bana sarılmayın» dememiştir. Bilâkis, kendisine yapışılmasını emretmiştir. Allah Teâla da bunu istemiştir. »
İbn Uyeyne, Ebu Nadr'dan, O, Ubeydullah b. Ebi Ra-fî'den, O ise, babasından, Rasulullah'm şöyle dediğini haber vermiştir : «Sizden birinize, emrettiğim veya yasalda-dîğim birşey gelip de : O'nu, koltuğuna yaslanmış bir vaziyette : Biz bunu bilmeyiz, Allah'ın kitabında ne varsa, biz ona tâbi oluruz, derken görmeyeyim.» Rasulullah (s.a.s.) bize, emirlerine tabi olup, yasaklarından kaçınmamızı emretmiştir. Allah, bunu, kitabında, kullarına farz kılmıştır. Bu konuda, insanların yapabileceği yegâne şey; Allah ve Rasulünden gelenlere yapışarak, onların delâletine uymaktır.
Ancak, şayet söylemişse bile, Rasulullah'm : «İnsanlar, beni hiçbirşeyle muahaze etmesinler,» sözü, yalnızca şuna delâlet eder : «Rasulullah en güzel örnektir. O'na,3İr takım hususiyetler tanınarak, insanlara mubah kılınmayan bazı şeyler O'na mubah kılınmıştır. Aynı şekilde, insanlara haram kılınmayan birtakım hususlar da O'na haranı kılınmıştır. Bu itibarla O da : «insanlar, kendileri dışında, bana helâl veya haram kılman herhangi, bir şeyden dolayı; beni muahaze etmesinler. Kendilerinin dışında, lehime veya aleyhime olan şeylere yapışmasınlar.
Kusmak sebebiyle, abdest gerekip gerekmeyeceğine dair soruya gelince; bunu, yalnız, «Mecelletu'l-Menars'da yayınlanan, Dr. Tevfik Sidkı'nm makalesinde görüyoruz. Ne senedi ve ne de, nereden nakledildiği belirtilmiştir. Belki de, modern asrın bir uydurmasidır.
Sahih olduğu farzedilse büe, nasıl cevap verileceği Tavus, hadisinin ilk rivayetinde kaydedilmiştir.
Dr. Sıdkı'nın : «Bu hadis, sahih olsa da, olmasa da, akla yatıyor ve akıl O'nu destekliyor. Bunun müslüman-larm, asla, kendisinden ayrılamayacakları bir prensip olması ise zaruridir» sözü de, zikrettiğimiz deliller muvacehesinde, saçma bir sözdür.
Allah'a hamdolsun, müslümanların selim akılları, Rasulullahın, Allah ile kulları arasında bir elçi olması hasebiyle, her ne kadar, Kur'an'da zikredilmese de; O'nun getirdiklerini almayı, zorunlu görmektedir. Nasıl ki, Sultanın teb'asıa düşen, elçiliği sabit olduktan sonra, her ne kadar onlara yazılı bir mektup getirmese de, sultanın sözünü dinleyip, elçiye itaat etmeleriyse, bu da böyledir.
Bu tabii olarak herkesçe bilinen bir keyfiyettir. Belki de, kusmakla ilgili haber'in zahirini makul gören akıl, sadece Dr. Sıdkı'nın aklıdır.
Müslümanlarm akılları ise; kusmuk haberiyle pislenmemiş, tertemizdir. Allah, hepimizi hayır ve doğru olana hidâyet etsin.
Hamd, iyilik ve güzelliklerin, nimetiyle tamamlandığı Allah'adır."