Hadislerin sahihliği ile alakalı bilgi verirmisiniz? Sosyal hayatta bu konuda çok soru geliyor çünkü..
Bu soruya Üstad Bediüzzaman Hz. şu mealde açıklayıcı bir cevap vermektedir:
"Sahabeler, Kur'anın ve âyetlerin muhafazasından sonra en çok, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın fiillerinin ve sözlerinin muhafazasına, hususen dini hükümlere ve mucizelere dair hallerinin korunmasına bütün kuvvetleriyle çalıştıklarını ve doğruluklarına pek çok dikkat ettiklerini, Tarih ve Siyer şehadet ediyor. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a ait en küçük bir hareketi, bir sîreti, bir hali ihmal etmemişler. Ve etmediklerini ve kaydettiklerini, hadis kitapları şehadet ediyor.
Hem Asr-ı Saadette (Peygamberimiz (asm)’ın sağlığında), mu'cizeleri ve hadisleri, yazıyla çok sahabeler kaydedip yazdılar. Hususan Abadile-i Seb'a (Hepsinin de isimleri Abdullah olan yedi âlim sahabe), yazarak kaydettiler. Hususan onlardan Tercüman-ül Kur'an olan Abdullah İbn-i Abbas ve Abdullah İbn-i Amr İbn-il Âs kaydettiler. Bilhassa (Peygamberimiz’den) otuz-kırk sene sonra, Tâbiînin binlerce araştırmacı âlimleri, hadisleri ve mucizeleri (sahabelerden dinleyerek) yazı ile kaydettiler. Daha ondan sonra, başta dört müçtehid imam ve binler araştırmacı hadis âlimleri hadisleri naklettiler; yazı ile muhafaza ettiler.
Daha Hicretten ikiyüz sene sonra başta Buharî, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i Makbule (İslam dünyasında güvenilirlikleriyle en çok kabul ve alaka gören altı hadis mecmuası) hadisleri koruma görevini omuzlarına aldılar. Hadis âlimlerinden İbn-i Cevzî gibi şiddetli binler hadis tenkitçileri çıkıp; bazı dinsizlerin veya düşüncesizlerin veya yanlış hatırlayanların veya haddini bilmez kimselerin karıştırdıkları uydurma hadisleri ayırt ettiler, gösterdiler. Sonra kalp gözleri açık ehl-i keşfin tasdikiyle; yetmiş defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm uyanık halde iken kendisine görünüp onun sohbetiyle müşerref olan Celaleddin-i Süyutî gibi allâmeler ve muhakkikler (çok büyük hadis âlimleri ve arşatırmacıları), sahih hadislerin elmaslarını, sair sözlerden ve uydurmalardan ayırt ettiler.
İşte buna binaen; "Bu zamana kadar uzun mesafeden gelen şu zamandan tâ o zamana kadar bu hadisleri nasıl bileceğiz ki karışmamış ve safidir" diye hatıra gelmemelidir. (Bkz. Zülfikar, 19. Mektup Mucizat-ı Ahmediye Risalesi)
Hadislerin tesbiti ve korunması Hz. Peygamber (asm) zamanında başlamıştır. Hadisi şerifler ezbelenerek yazılarak, müzakere edilerek ve pratik hayata tatbik edilerek muhafaza edilip, günümüze ulaşmıştır.
Hadislerin Sıhhati Meselesi:
Hadislere yönelik hucumlara karşı İslâm âlimlerinden; Muhammed Ebu Şehbe, Mustafa Es-Sıbai, Zahid El-Kevseri, Abdülfettah Ebu Gudde gibi pek çok âlim hadisleri müdafaa üzerinde hassasiyetle durmuşlar, hadis düşmanlarıyla mücadele etmişlerdir.
Cahil halk tabakasında hadislere yönelik şüpheler genellikle hadis ilminin tarihi süreci ve hadis alanında yapılan muazzam çalışmaların bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu insanlara konu izah edildiğinde kolaylıkla tutumlarından vazgeçiyorlar. Tabii ki, imanı zayıf, garazkâr, enaniyetli ve önyargılı olanlar muhatabımız olunca iş değişiyor. Bunlar içinde bazıları da var ki, bile bile hakkı ketmediyor, görmemezlikten geliyor.
Hadislerin bize oldukça sağlam yollardan intikal ettiği hadis usulü kitaplarında tafsilatlı olarak ele alınmıştır. Burada biz konuyu kısaca üç başlık altında ele almak istiyoruz.
Peygamberimiz Kur’ân’la karışır endişesiyle kendi sözlerini yazdırmamış, fakat ezberlenmesi için teşviklerde bulunmuştur. Bununla beraber bazı şahısların hadisleri yazmasına müsaade etmiştir. Onlardan Abdullah b. Amr pek çok hadisi yazmış ve onun yazdığı hadis risalesi “Sadıka” ismiyle meşhur olmuştur. Peygamberimizin ahirete intikalinden sonraki dönemde ise Kur’ân’ın hadisle karışma endişesi kalmadığından hadis yazma işi çoğalmış sahabeler ve onların talebeleri olan tabiin çoklukla hadisleri yazma yönüne gitmişlerdir. Örneğin o dönemde tabiinden Hemmam b. Münebbih’in Ebu Hureyre’den yazdığı hadisler bu gün mevcuttur. Bilhassa hz. Ömer’in torunu olan Ömer b. Abdülaziz (h. 61-101) halife olduğunda bütün şehirlerdeki âlimlere hadislerin yazılması için emirler göndererek bu işi resmileştirdi. O dönemde tabiinden ibni Şihab Ez-Zühri’nin bu alandaki çalışmaları meşhurdur.[1] Daha sonra gelen âlimler ise hadislerin yazılmasını daha sistemli hale getirdiler.
Peygamberimiz her ne kadar Kur’ân’la karışır endişesiyle hadisleri yazmayı hoş görmemiş ise de, ezber konusunda hassasiyetle durmuş ve sahabeleri teşvik etmiştir. O dönemde zaten halkın ekseriyetinin ümmi oluşu, yazının yaygın olmayışı, zaruri olarak ezber üzerinde durmaya insanları sevk etmişti. Ayrıca peygamberimizin belagatlı söz söyleyişi, muhatabın durumlarına göre konuşması gibi durumlarda ezberi kolaylaştırıyordu.
Tabiin döneminde hadislerin yazılması yaygınlaşmakla beraber, ezber de beraberinde yürüdü. Hadis âlimleri ezbere büyük ehemmiyet verdiler, hadis ezberlemeyeni hadis alimi saymadılar ve ezber zayıflığını cerh sebebi saydılar. Ezber konusunda içlerinde harikulade şahıslar çıktı. Örneğin Kur’ân-ı Kerim’i sekiz günde ezberlemiş olan İmam Zühri: “Kalbime tevdi ettiğim ilimlerden hiç birini unutmadım. Hiçbir sözü, bir âlimin ağzından dinledikten sonra, bir daha tekrarlatmış değilim. Ezberlediğim hadislerden yalnız birisinde şüphe edecek oldum, onu da, ravisine sordum, ezberlediğim nasıl ise öyle çıktı” demiştir.
Emevi halifelerinden Hişam oğullarından birisi için, İmam Zühri’ye ezberinden 400 hadis yazdırdı. Bir ay kadar sonra Hişam: “O yazılar zayi oldu, onları yeniden yazdır” dedi; Zühri de yazdırdı. Her iki nüsha karşılaştırıldığında hiçbir fazla veya noksan olmadığı görüldü.
Ahmed b. Hanbel bir milyon hadisi ezberlemişti. Bu rakam olağanüstü bir rakamdır. Fikir vermesi için şöyle bir misal verelim: bu gün en geniş hadis koleksiyonu Kenzü’l- Ummal’dir ve bu kitap 16 cilt olup içinde 46 bin hadis vardır. 1 milyon hadis bu ölçüye göre 320 cildin üzerinde bir rakamdır. Ortalama bu kadar kitap üst üste konulduğunda 10 metre yüksekliği bulur.
İmam Buhari 17 yaşındayken 70 bin hadis ezberlemişti. Daha sonraları ise 500 bin civarında hadis ezberlemiştir.
Firuzabadi’nin hafızası da fevkaladeydi. Her gece 200 satır ezberlerdi. Kur’ân sayfalarıyla bu 15 sayfa civarındadır. İmam Müslim’in sahihini bir haftada ezberlemişti.
Hadis ilminde yüz bin hadisi sened ve metinleriyle ezberleyen hadisçiye “Hafız”, üç yüz bin hadis ezberleyene “Hüccet”, peygamberimizin bütün sünnetini hıfz ve ihata edene “Hakim” ünvanı verilmiştir.[2] Hadis âlimi Hafız Ez-Zehebi “Tezkiretü’l-Huffaz” adlı eserinde 1176 hadis hafızının hayat hikayesi vardır.
Bilindiği gibi hadisler senet ve metin olmak üzere iki kısımdan oluşur. Metin peygamberimizin sözü, senet ise bu sözü nakleden şahısların, ravilerin isimlerinden oluşur. Cerh ve ta’dil ise bu hadis ravilerinin tenkidi ve değerlendirilmesi demektir. Hadis rivayetinde ravilerin araştırılması, değişik yönlerden değerlendirilmesi ve ona göre, hadislerin kabulü veya red edilmesi yalnızca İslâm dininde var olan bir özelliktir.
Hadis rivayet eden ravilerin değerlendirilmesi sahabe dönemi gibi çok erken bir dönemde başlamıştır. Tabiinin meşhur âlimlerinden İbn Sirin “Önceleri (hadis rivayetinde) sened sormuyorlardı. Ne zaman ki fitne çıktı, “(Hadis naklettiğiniz) adamlarınızın ismini bize söyleyin” demeye başladılar. Bakıyorlar ehlisünnet olanların hadislerini alıyorlar, ehli bid’anın hadislerini terk ediyorlardı” demiştir.[3] Tabii ki, hadisleri reddedilenler yalnızca ehli bid’a değildi. Hadis âlimleri ravileri tenkide tabi tutarken, bidatçı, fasık, yalancı, unutkan, ezberi kuvvetli olmayan, meşhur ve sahih rivayetlere muhalif rivayet edenler, kim olduğu bilinmeyen meçhul kimselerin de hadislerini almamışlar veya bu tür şahısların rivayetlerini tenkit etmişlerdir. Onlar, “sahih hadis” derken ravilerden Kur’ân ve sünnete son derece bağlı, ilmiyle amil, takva sahibi, güvenilir, zeki, hafızası kuvvetli olanların rivayetlerini kastediyorlar ve daha çok bu hasletlere sahip olanlardan hadis alıyorlardı.
Hadis usulü ilminde hadisin dereceleri, raviler ve ravilerin dereceleri, hadisin kimlerden alınıp, kimlerden alınmayacağı konusunda çok hassas ve titiz araştırmalar yapılmıştır. Sahabe, tabiin, tebeü tabiin ve daha sonraki dönemlerdeki hadis ravilerinin listeleri, hayat hikayeleri ve hadis rivayeti açısından durumları tesbit edilmiştir. Hadis ilminde “Tabakat” ve “Rical” kitapları olarak bilinen kitaplar telif edilmiştir.
Hadis âlimleri ravileri tenkid, sahih hadisleri tanıma ve elde etme konusunda büyük bir çaba sarfetmişlerdir. Bunun yanında mevzu yani uydurma hadis alanında da çalışmalar yapılmış, hangi alanlarda hadis uydurulduğu, kimlerin uydurduğu ve bu tür hadisleri tanıma yolları tesbit edilmiş, bu konuda geniş hacimli kitaplar telif edilmiştir.
Yapılan araştırmalar bu tür hadislerin ekseriyetle İslâm düşmanlığından, siyasi veya itikadi düşüncelerle, ırkçılık, mezhep ve fırka taassubu, şahsi çıkar ve menfaat sağlamak, hikâyeci vaizlerin halkı amele teşvik için uydurulduğunu ortaya koymaktadır.
Hülasa; peygamberimizin vefatını müteakip, sahabe ve tabiin döneminde hadislerin yazıya geçirilmesi ve hadislerin ezberlenmesi, hadis rivayetinde cerh ve ta’dil metoduyla ehil olmayanlardan hadis alınmayıp, zihnen ve ahlaken sağlam karakterli şahsiyetlerden hadislerin alınması, hadis uyduranların ve uydurma hadislerin tesbit edilmesiyle, sünnet bize sağlam yollardan intikal etmiştir.
Aliyyü’l-Kari’nin Fıkhı Ekber Şerhi’nde ise hadisleri inkar etmenin hükmü şöyle açıklanmıştır:
Hadisleri İnkâr Etmek.
“EI-Muhit” adlı kitapta yazıldığına göre, Şeriatta mütevater hadisleri inkâr eden kişi kâfirdir. Meselâ; ipek giyinmenin erkeklere haram olması gibi. Yine bir kimse vitir namazının esasını inkâr ederse, yahut kuşluk namazının esasını inkâr ederse yine kâfir olur. Burada Şeriat kaydını koymasının sebebi, şeriatla ilgili olmayan tevatür derecesindeki haberleri inkâr edenin kâfir olmayacağına binaendir. Mesela; Hâtem-i Tâî'nin cömertliği ve Hz. Ali'nin kuvvetliliği gibi.
Burada tevatürden maksat, lâfzı olan tevatür olmayıp mânevi tevatürdür. Çünkü ipek giymenin haram oluşu, ile kuşluk namazı ve vitir namazları ıstılahı mânadaki tevatür ile sabit olmamıştır.
Hz. Peygamber'den rivayet edilen haberler üç türlüdür.
Birincisi mütevatir haberdir. Mütevater haber, yalan üzerinde ittifak etmeleri düşünülemeyen bir topluluğun kendileri gibi bir topluluktan rivayet ettikleri haberdir. Bu haberi inkâr eden kâfirdir.
İkincisi meşhur haberdir. Meşhur haber, önce güvenilir bir kişinin bir kişiden; sonra bir topluluğun bir topluluktan rivayet ettiği hadistir. İsa b. Eban dışında bütün âlimlere göre, böyle bir haberi inkâr eden de kâfirdir. İsa'ya göre meşhur hadisi inkâr eden kimse sapıktır, kâfir değildir. Doğrusu da budur.
Üçüncüsü tek kişinin haberidir. Bu haber de; tek kişinin sonuna kadar tek kişiden rivayet ettiği haberdir. Bu haberi inkâr eden kişi kâfir olmaz. Ancak eğer sahih yahut hasen ise böyle bir hadisi kabul etmediği için günahkâr olur.
“El-Hulâsa” adlı kitapta şöyle deniliyor: Bir kimse bir hadisi reddederse, ilim adamlarından bir kısmı bu kimsenin kâfir olacağına hükmetmişlerdir. Sonradan gelen âlimler ise eğer bu haber mütevater derecesinde ise inkâr edicisinin kâfir olacağını söylemişlerdir. Ben de derim ki doğrusu budur. Ancak bir kimse tek yolla gelen bir haberi hakaret ve alay yollu inkâr ederek reddederse o takdirde kâfir olur.
Fetâvâ-i Zahîriyye'de de şöyle deniliyor; “Bir kimse Hz. peygamber'in “Kabrim ile minberimin arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir.” hadisini rivayet eder de diğeri (ben kabir ile minberi görüyorum, orada bir şey yoktur) derse kâfir olur. Çünkü bu söz alay manasına gelmekte ve inkâr mânasını ifade etmektedir. Böyle bir kişi gözle görünenler dışındaki gaybî şeylere inanan kimse değildir.
[1] Bkz: Talat Koçyiğit, Hadis Usulü, s, 261 vd.
[2] Bkz: Asım Köksal, İslam’da iki Kaynak: Kitab ve Sünnet, s.229, Diyanet Vakfı y, 2005. Ankara
[3] Müslim, Mukaddime, 5.