İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre Sevgili Peygamberimizin (sav) filmler, diziler veya tiyatro gibi yapımlarda bir oyuncu tarafından temsil edilmesi kesin şekilde caiz değildir.
Peygamberler ve sahâbiler, dinin en yüksek değerlerini temsil eden örnek şahsiyetlerdir. Bu sebeple onların herhangi birinin insanlar tarafından canlandırılması, o büyük zatların konumuna uygun olmayacağı düşüncesiyle sakıncalı görülmektedir.
Bu tür film ve dizilerin içerisinde bazı faydalı yönler bulunabileceği kabul edilse bile, doğurabileceği manevi zararların ve yanlış algıların daha büyük olacağı belirtilmiştir.
Temsil eden oyuncuların başka yapımlarda ahlakî bakımdan problemli roller üstlenmiş olabilmesi, izleyicinin zihninde iki farklı kişiliğin birbirine karışmasına sebep olabileceği ve bunun da saygıyı zedeleyeceği dile getirilmektedir.
Ayrıca dine bağlı olmayan veya yaşam tarzı uygun olmayan kişilerin, dinin en yüce şahsiyetlerini oynaması, onların manevi ağırlığına gölge düşüren bir durum olarak görülmektedir. Bu büyük şahsiyetler aynı zamanda dinin sembolleri olarak kabul edilir. Onları sahne veya sinema gibi eğlence araçlarıyla temsil etmek, dinî sembollere karşı gereken saygının ihlali olarak değerlendirilmiştir.
Tarihte Müslümanlar tiyatro ve benzeri sanat türlerini bilmelerine rağmen, hiçbir zaman Peygamberleri veya sahâbileri canlandırma yoluna gitmemiş, sanat anlayışını daha çok fikir, his ve maneviyata dayandırmışlardır. Çünkü bir şahsı temsil eden kişi, onun konumunda ve derecesinde olmalıdır. Oysa bugün hiç kimse böyle bir seviyeye ulaşamaz ve bu nedenle bu temsil, hakikatin yerine geçemez.
Filmler ve oyunlar, izleyicinin zihnine kalıcı görüntüler yerleştirdiği için, oynayan aktörün davranışı, bakışı, hatta gülüşü bile temsil edilen şahsiyetin zihinsel algısına zarar verebilir. Bu da o büyük insanların değerinin hafife alınması tehlikesini doğurur.
Bu sebeplerle, sahne ve sinema gibi araçlarla bu büyük şahsiyetlerin müşahhas şekilde gösterilmesi doğru bulunmamış, en fazla siluet veya sembolik anlatımların tercih edilebileceği, fakat en uygun olanın hiç göstermemek olduğu söylenmiştir.
Ayrıca, kitaplarda anlatılan ve hayal dünyasında ideal hâliyle yaşatılan bu kutsal şahsiyetlerin, filmlerle sınırlandırılmasının doğru olmayacağı; hayalde yaşanan manevî büyüklüğün, ekranda gösterilen sınırlı görüntüden çok daha değerli olduğu ifade edilmektedir. Bediüzzaman Hazretleri Lemeât Risalesi'nde bu konuya şöyle temas etmektedir:
... sinema gibi bir müteharrik emvât. Meyyit hayat veremez.1
Yani sinema dışarıdan bakıldığında hareketli, canlı (müteharrik) görünür; oyuncular, sahneler, görüntüler vardır. Ama bu canlılık hakikî bir ruh ve manevi derinlik taşımaz, dolayısıyla içte ölü (emvât) kabul edilir.
Sinema insanları duygulandırabilir ama kalplere ruh üfleyemez, derin iman ve saygı oluşturamaz. Tam aksine, büyük şahsiyetlerin değerini düşürme riski taşır. Çünkü "Meyyit hayat vermez."
Dolayısıyla sinema, Peygamber ve sahâbe gibi değerleri hakiki yücelikleriyle temsil edemez. Çünkü kopya, taklit, sûnî hareket gerçek manevî derinliğin yerini tutamaz. Bu sebeple filmde canlandırmak yerine kitaplardan, tarihten, kalbî hayalden tanımak daha üstündür.
Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 358.

