Yüce insanların ruhları ile sıradan insanların ruhları başlangıçta eşit miydi? Eğer ruhlar yaratılıştan farklı ise bu imtihan sırrına tezat değil mi?
Bütün insanların İslam fıtratı üzere dünyaya geldiklerini ve bozulanların sonradan bozulduklarını bildiren meşhur bir hadis-i şerif vardır. İmtihan sırrı, insanın hayra da şerre de gidebilecek fıtratta olmasını gerektirir.
V’et-tîni suresindeki, “Muhakkak ki biz insanı en güzel surette yarattık. Sonra onu aşağıların en aşağısına çevirdik. Ancak iman edip Salih ameller işleyenler müstesna. İşte onlar için tükenmez bir mükâfat vardır” ayetleri de bu durumu anlatmaktadır.
Bunun dışında, bütün insanların eşit istidat ve kabiliyetlerde yaratılması imtihan sırrının bir gereği olmadığı gibi, adaletin de gereği değildir. Çünkü Allahu Teala Hazretleri, hiç kimsenin hiçbir hakkı yokken onlara bol bol ihsanlarda bulunmuştur. Nisbeten daha az alan daha çok alana bakarak neden bana da onun kadar verilmedi deme hakkına sahip değildir. Belki vazifesi verilenlerin şükrünü eda etmektir. Buna dair Üstad Bediüzzaman’ın şöyle güzel bir temsili vardır:
“Acaba bir adam; minare başına çıkmak gibi âlî derecatlı bir mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene şükretmesin ve desin: "Niçin o minareden daha yükseğine çıkamadım" diye şekva ederek ağlayıp sızlasın. Ne kadar haksızlık eder ve ne kadar küfran-ı nimete düşer, ne kadar büyük divanelik eder, divaneler dahi anlar.” (24. Mektub)
İnsanların farklı yaratılışlarda olmasının onların manevi olgunluk derecelerinde yükselmelerine etkisi vardır. Fakat her insan dilerse, kabiliyeti miktarınca da olsa yüksek makamlara çıkabilir. Yine Risale-i Nur’da 24. Söz’de Üstad Hz. buna şöyle temas eder:
“İnsan çendan (gerçi) bütün esmaya (ilahi isimlere) mazhar (nail olur) ve bütün kemalâta (olgunluklara) müstaiddir (istidatlıdır). Lâkin iktidarı cüz'î, ihtiyarı cüz'î, istidadı muhtelif (çeşitli), arzuları mütefavit (farklı farklı) olduğu halde binler perdeler, berzahlar (perdeler) içinde hakikatı taharri eder (araştırır). Onun için hakikatın keşfinde ve hakkın şuhudunda (görülmesinde) berzahlar ortaya düşüyor.
Bazılar berzahtan geçemiyorlar. Kabiliyetler başka başka oluyor. Bazıların kabiliyeti, bazı erkân-ı imaniyenin inkişafına (gelişmesine) menşe' (kaynak) olamıyor. Hem esmanın cilvelerinin (görünümlerinin) renkleri mazhara göre tenevvü ediyor (çeşitleniyor), ayrı ayrı oluyor. Bazı mazhar olan zât, bir ismin tam cilvesine medar (sebeb) olamıyor. … ve istidada göre bazan bir isim galib oluyor, yalnız kendi hükmünü icra ediyor. O istidadda onun hükmü hükümran oluyor.”