İlgili paragraf şu şekildedir:
Hatta silsile-i felsefenin en mükemmel ferdleri ve o silsilenin dâhîleri olan Eflâtun ve Aristo, İbn-i Sînâ ve Fârâbî gibi adamlar, “İnsaniyetin gayetü’l-gāyâtı teşebbehe bilvâcibtir. Yani Vâcibü’l-Vücûd’a benzemektir” deyip firavunâne bir hüküm vermişler. Ve enâniyeti kamçılayıp şirk derelerinde serbest koşturarak esbâbperest, sanemperest, tabiatperest, nücûmperest gibi çok envâ‘-ı şirk tâifelerine meydan açmışlar. İnsaniyetin esasında münderic olan acz ve zaaf, fakr ve ihtiyaç, naks ve kusur kapılarını kapayıp, ubûdiyetin yolunu seddetmişler. Tabiata saplanıp, şirkten tamamen çıkamayıp, şükrün geniş kapısını bulamamışlar.1
Şimdi bu paragrafı elimizden geldiğince sade ve anlaşılır şekilde açıklayalım:
Bu paragrafta Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, büyük filozofların (Eflatun, Aristo, İbn Sina, Farabi) “İnsanın en yüksek amacı, Vacibü’l-Vücud’a benzemektir” şeklinde yanlış bir hedef belirlediklerini ve hatalı bir hüküm verdiklerini ifade etmekle bu hükmün “firavunâne” bir hüküm olduğunu belirtiyor. Çünkü Allah’a benzemek yaratılmışlar için mümkün değildir. Zira Allah'ın zati sıfatlarından biri de Muhalefetün li'l havadis'tir. Yani Allah, yarattığı hiç bir varlığa benzemez. Ve varlıklardaki tüm özellik ve vasıflardan uzaktır.
Filozofların bu düşüncesi ise, insanın ene’sini (benlik, ego, enaniyet) şişirir. Böylece insan “ben de çok yüce bir varlığım” hissine kapılır ve Firavun gibi kendini yüceltmeye başlar. Üstad Bediüzzaman’a göre bu anlayış, Eeşyayı sebeplere bağlama (esbâbperestlik), putlara kudret atfetme (sanemperestlik), tabiata yaratıcı rolü verme (tabiatperestlik) ve yıldızlardan güç bekleme (nücûmperestlik) gibi birçok şirk çeşidine kapı açmıştır. Çünkü insan kendisini yaratıcaya benzettiğinde, kendinde bulunan acz ve fakrı unutur. Kendini yaratıcı ile kıyaslayarak varlıkları sebeplere pay eder. Böylece ubudiyet (kulluk) ve şükür yolunu kaybeder.
Yani insan yaratıcıya benzemeye çalışarak gücü kendinde bilmeye, yaratılan bazı şeyleri kendine istinad etmeye başlar. Kendi gücü yetmediği şeyleri de sebeplere pay eder. Böylece eşyanın ve yaratılan fiillerin, Allah'ın eseri olduğunu görmez, firavunluğa ve şirke kapı açar.
Halbuki Üstad Hazretlerine göre insanın amacı Allah’a benzemek değil, razı olduğu güzel ahlakla ahlanmak, sanatını tefekkür ederek, O'nun isimlerini anlamak ve kendi aczini ve fakrını fark ederek O’na yönelmektir. Öyleyse insanın görevi kendini putlaştırmak değildir. Aksine insan, Allah'ın isimlerine en güzel bir ayna olduğunu bilmelidir ve ona göre kulluk haline bürünmelidir.
Netice olarak; İnsan ve hiç bir mahluk Allah'a benzeyemez. Biz insana düşen vazife, Allah'ın eserlerini görerek O’nu tanımaya ve kendi üzerinde tecelli eden Esma-i İlahiye'yi anlamaya çalışmaktır. Böylece acz ve fakrımızın farkına vararak kulluğa ve şükre yönelmektir.
Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 224.

