Soru

Eldeki Çizgilerin Okunması ( ELFABE) ve Bunun Üzerinden Hüküm Verilmesi Caiz midir?

El çizgilerini okumak, kişi ve geleceği hakkında bilgi vermek ilminin hak olduğu söyleniyor. Risale-i Nur'da Mesnevi-i Nuriye'de "... ellerinin içlerinde, kalem-i kudret ile pek çok çizgiler, hatlar, nakışlar, nişanlar, yazılmıştır." deniliyor. Buna göre el çizgilerini okumak, bunun üzerinden geleceğe atıfta bulunmak caiz midir?

Tarih: 2.08.2023 12:13:14
Okunma: 1574

Cevap

“Âlemde her şeyin yüzünde hikmet eseri göründüğü gibi, en uzak, en geniş, en ince kesretin tabakaları üstünde de hikmet, itkān, ihtimâm eserleri görülmektedir. Evet, kesret ve tekessürün müntehâsı ve neticesi olan insanın sahîfe-i vechinde, cebhesinde, cildinde, ellerinin içlerinde kalem-i kudret ile pek çok çizgiler, hatlar, nakışlar, nişanlar yazılmıştır. Ma‘lûmdur ki, insanın şu sahîfelerinde yazılan o kelimeler, harfler, noktalar, harekeler rûh-u insânîde bulunan ma‘nâlara ve ma‘neviyâtlara delâlet ettikleri gibi, insanın fıtratında kader tarafından yazılan mektublara da işaretleri vardır. Arkadaş! İnsanın geçmiş sahîfelerine kaderin yazdığı hâşiye, tesâdüfün ve ittifâkın dühûlüne bir menfez bırakmamıştır.”[1]

Bu paragrafa dikkatli bakıldığında herşeyi Cenab-ı Hakk’ın nasıl bir hikmetle yarattığı görülür. Her varlıktaki en mükkemmel hikmet, tam bir sağlam yapılış, en ince detayların hesap edilmiş ve o varlığa ne gerekiyorsa verilmiş olması nazara çarpmaktadır. Elbette bütün varlıklarda bu şekilde Allah’ın varlığını ispat edecek şekilde yaratılış örneklerinin gözükmesi onların Rabbini bizlere gösterir ve ispat eder.

Bütün varlıkların en son meyvesi ve en mükkemmel neticesi  olan insanın elbette yüzünde, cildinde, ellerinin içinde Allah’ın nasıl bir kudret sahibi olduğunu gösteren pek çok deliller vardır. İnsana dikkatle bakan, adetâ kabartma harflerle yaratıcısını gösteren bu harfleri, kelimeleri ve cümleleri okuyabilir. Bunlar o insanın ruhunda yerleştirilen duyguların ve nasıl kullanılması gerektiği, kime yönelmesi gerektiği, yaratılış amaç ve gayesinin ne olduğunu gösterir. Bu hal insanın her şeyinin kader ile belirlendiğini ve kaderinde her şeyin yazılı olduğunu gösterir. Yani insanın yaratılış sayfalarında tesadüfün ve sebeplerin hiçbir müdahalelerinin mümkün olmadığını gösterir.

Dikkat edilirse bu okunan veya okunması gereken şeylerin yaratıcıyı gösteren ve tesadüfün buna müdahalesinin imkânsızlığını ortaya koyan birer kitap hükmünde olduğunu bildirmektedir. Yoksa bu kimse/ler hakkında geleceği veya nasıl bir karakter sahibi olduğu gibi gaybî bilgi vermek şeklindeki izahlar değildir.

Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifetnâme adlı eserinde insanın uzuvlarının onun karakteri ve yapısı hakkında bilgi verdiğini ifade etmektedir.

Ancak bunları ifade ederken insanın bu ilim vasıtasıyla kendisini tanıması gerektiğini ifade etmektedir. Bu ilim asıl bunun için öğrenilebilir. Kıyafet veya Firaset olarak tanımlanan bu ilim daha çok insanın herhangi bir konu karşısında takınması gereken tavrı belirlemektedir. Yani mevzunun kendisine faydası ve zararlarını anlayacak anlayış seviyesini yakalaması demektir. Bu şekilde; kişinin kendi fıtratını ve yapısını bilmesine, kendisini yanlışlardan korumasına ve doğruya yönelmesine bir vesile olur. Bu vesile ile kendi yaratıcısını da tanıması söz konusu olur. Yani kendi ruhunda ve fıtratında olan acz, fakr gibi özellikleriyle yaratıcısına yönelmesine bir vesiledir. Bu şekilde ne kimseden incinir ne de kimseyi incitir. Gönül hoşluğuyla hayatını devam ettirir[2]

İslâm literatüründe bu durum kişilerin sezgi, keşif, keramet, kalp gözünün açılması, derin idrak vb. şeklinde tanımlanmaktadır. Bunların hepsi manevi âlemlere ait konular olduğundan bunlara hüküm bina etmek, ehil olmadan kendini ehil olarak görüp hüküm vermek ve insanları bu şekilde belirli tanımlamalara tabi tutmak ciddi mesuliyetli bir iştir. Bundan kaçınmak gerekir.

Burada dikkat edilmesi gereken şey insanın uzuvlarının, yapısından haber vermesi, kişinin başta kendi yapısını bilmesini, başkalarının huy ve karakterleri hakkında bilgi sahibi olup, arkadaş çevresini ona göre belirlemeye çalışması kendi faydasına olur.

Yoksa bu durumdan gaybî haberler vermek veya kehanet göstermek gibi asla İslâm’ın tasvip etmediği davranışlar içerisine girmemelidir. Bu şekilde bir anlayış insanı yanlış hüküm vermeye ve bunun da doğru olduğu iddiasın sevk eder. Çünkü hüküm verir. Eğer karşıdaki kişi söylendiği gibi değilse onun hakkında hüküm veren kimseyi mesul eder.

İnsanların ellerine, yüzüne veya fiziksel yapısına bakarak onun hakkında kendisi için bazı çıkarımlar yapabilir. Onunla olan ilişkisini buna göre belirleyebilir. Eğer iyi karakterli olduğuna kanaat ederse onunla yakın ilişki kurar dost olur vs.  Eğer zarar vereceğini düşündüğü birisiyse uzak durur. Bunda bir sakınca yoktur. Fakat karşıdaki kişi hakkında hüküm sayılabilecek şekilde "O, şu karakterdedir, ondan kesin zarar gelir" gibi daha kendisinden hiçbir yanlış görmeden hüküm vermek doğru değildir. Bu hal, toplum hayatına ciddi zarar verecek bir davranış şeklidir. Zira herkes başkasını bu şekilde tanımlamaya başlar. Bu hal toplum hayatı için adetâ bir zehir hükmündedir. Bundan kaçınmak gerekir. Böyle bir hareket insanı ahiret hayatı cihetinde de mesul eder.  

Tarihte bu ilmi kullanan az sayıda insan olmuştur. Ancak bunlar daha ziyade dünya hayatıyla ilgili meselelerde olmuştur. Ahlakî ve arkadaşlık gibi durumları veya insanları yanlışa düşmekten korumak amacıyla kullanmışlardır. Yoksa hukuki anlamda veya istikbalden haber vermek şeklinde İslâm’da kullanılması uygun görülmemiştir. Zira şeriat zahire göre hükmeder. Gaybî olan kısmı ise Allah’a havale eder. Ahirette bunun karşılığı Allah’tan beklenir.

Bu bir nevi falcılık olur. Gaybdan haber verme ve geleceği bildiğini iddia etmektir. İnsanlar hakkında yargısız hüküm vermektir. İnsanları iyi veya kötü olmakla hiçbir suç işlemediği halde itham etmektir.

Sonuç olarak; firaset sâhibi olmak insanları tanımaya bir vesiledir. Bunu bilmek kişiye fayda sağlayabilir. Özellikle kendisini tanıması için. Ancak başkaları hakkında bunu hüküm suretinde kullanmak doğru değildir.


[1] Mesnevi-i Nuriye, 100.

[2] Bunun için bkz: Erzurumlu İbrahim Hakkı, “Marifetname”, Sadeleştiren. M. Fuad Başar, (İstanbul:

âlem Yayıncılık, 2015), 74.


Etiketler

Alâkalı Sorular

Yorum Yap

Yorumlar