Ehl-i sünnet nedir, izah eder misiniz?
Günümüzde ehl-i sünnet denilince, amelde Hanefî, Şafiî, Malikî, Hanbelî, itikatta ise Eş’ari ve Maturidî mezhebine taraftar olanlar akla gelmektedir. Amelde 4, itikatta 2 mezhep, Peygamberimiz’in (asm) ve sahabenin inanç ve yaşantılarını devam ettirdikleri için, İslam’ın ilk yüzyılından bu güne kadar daima bu sıfatla anılmışlardır.
Kaynaklarda ehl-i sünnet ifadesinin sahabe ve tabiin dönemi gibi çok erken bir dönemde ortaya çıktığı görülür. Tabiinin meşhur âlimlerinden İbn Sirin:
“Önceleri (hadis rivayetinde) sened sormuyorlardı. Ne zaman ki fitne çıktı, “(hadis naklettiğiniz) adamlarınızın ismini bize söyleyin.” demeye başladılar. Bakıyorlar ehl-i sünnet olanların hadislerini alıyorlar, ehli bid’anın hadislerini terk ediyorlardı.” demiştir. (Müslim)
Dikkat edilirse; İbn Sirin “Ehl-i sünnet” ifadesini “ehli bid’a”nın karşıtı olarak kullanmıştır. Bilindiği gibi İslamiyet’te ilk dönemlerde hariciler ve Şia, daha sonraları da Mutezile, Cehmiye, Mürcie gibi bir takım bid’at fırkaları ortaya çıkmıştır. Bu fırkalardan kimi Kur’ân ve sünneti Peygamber (asm) ve sahabelerin anladığından farklı bir şekilde yorumlamış, kimi hadisleri inkâr etmiş, kimi de hadis uydurma yönüne gitmiştir. İşte bu bid’at fırkalarına karşı, sahabenin Peygamberimiz’den (asm) aldığı, sahih Kur’ân ve sünnet telakkisini muhafaza etmeye çalışan ve Müslümanların ekseriyetini oluşturan (tabiin ve tebeü tabiinden olan) guruba “Ehl-i sünnet” denilmiştir.
Tabiin ve tebeü tabiin denilen nesil, sahabeye ait Kur’ân ve sünnet kaynaklı- itikadi ve ameli anlayışı muhafaza ederler. Tabiin döneminde oluşmaya başlayan tefsir, hadis, fıkıh ilimleri hep bu anlayış üzere yürümüştür. Bilhassa fıkhî mezhepler tabiin döneminde oluşmaya başlamıştır. O dönemde ümmet içinde Müctehid âlimler oldukça çoktur ve dört mezhep imamıyla sınırlı değildir. Fakat zamanla diğer müctehidlerin görüşleriyle amel edenler kalmadığı için, neticede ümmet 4 mezhep etrafında toplanmış ve şekillenmiştir. Bu hal suni ve zorlama bir hareket değildir, ümmetin fıtri (doğal) bir yönelişi olarak ortaya çıkmasıdır.
Ehl-i sünnetin son tedvin (bir araya getirilen) edilen ilmi, imanî mevzular üzerinde duran ve mücadeleci bir karaktere sahip olan Kelâm ilmidir. İslam’ın ilk dönemlerinde bid’at grupları ortaya çıktığında sahabeler ve tabiin, Kur’ân ve sünneti sahabe nasıl anlamış ve yaşamışsa, öylece öğrenip, inanmayı, amel etmeyi ve bunu gelecek kuşaklara aktarmayı tavsiye etmiş, Müslümanları dini konuları tartışmaktan sakındırmışlardır. Hicretin 300 senesine kadar bid’at fırkalarına karşı ehl-i sünnet itikadını savunan, münakaşa eden bazı âlimler olmuşsa da, (İbn Küllab, Haris El-Muhasibi gibi) bunlar tek kalmışlar, bir mezhep haline gelememişlerdir. O dönemlerde Ehl-i sünnet itikadı, hadis ve fıkıh âlimlerinin itikadı olarak biliniyordu. “Kelam” denince daima akla gelen Mutezile mezhebi idi. Hicretin 300. senesinde Mutezile’den ayrılan İmam Eş’ari Bağdatta, Hanefî mezhebinden olan İmam Maturidi de, orta Asya’da ehl-i sünnetin kelam ekolünü/mezhebini tesis ettiler. İtikatta bu iki mezhebin oluşması ve Müslümanların bu iki mezhep etrafında toplanmalarından sonra, ehl-i sünnet denilince, daima amelde 4 mezhep, itikatta ise bu iki mezhep akla gelir.
Peygamberimiz (asm) döneminden bu güne gelinceye kadar, yüzyıllar boyunca ümmetin ekseriyetini ehl-i sünnet teşkil etmiştir. Yapılan araştırmalara göre ehl-i sünnet günümüzde dünya Müslümanlarının % 90 (veya 93)ünü teşkil etmektedir. (Kelam ilmi)
Prof. Bekir Topaloğlu, Sünnilerin kendi aralarındaki oranı hakkında da şu bilgileri aktarır; Hanefiler % 53, Şafiiler % 33, Malikiler % 13, Hanbeliler % 1. Tarih boyunca pek çok bid’at fırkaları çıkmışsa da, ya zaman içerisinde sönüp gitmişler (Mutezile gibi) veya ümmet içinde küçük bir azınlık olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. (Şia gibi. Şia tahminen ümmetin % 8 veya 10’unu teşkil etmektedir.)
Buraya kadar anlattıklarımızın neticesinde şunu söylememiz mümkündür: Ehl-i sünnet; hem itikatta, hem de amelde Peygamberimiz’in (asm), sahabenin, tabiin ve tebeü tabiinin çizgisini, bu zamana kadar devam ettiren, ümmetin en kalabalık ana koludur.
“Zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik ve biz onu muhafaza edeceğiz” (Hicr, 9)
Allah (cc), kitabını indirmiş aynı zamanda onu koruyacağını da vaad etmiştir. Allah (cc) bu vaadini tarih boyunca bazı şahıs veya grupları, Kur’ân’ın lafız ve manalarını müdafaa ve muhafaza etmeye yönlendirmekle göstermiştir. Onlar tarih boyunca Kur’ân’a muaraza eden veya onun manalarını tahrif etmeye çalışanlarla mücadele etmişler ve hakkın her zaman galip gelmesine vesile olmuşlardır. Bu insanların ehl-i sünnet dediğimiz grup olduğu aşikârdır.
Çünkü ehl-i sünnet; Kur’ân’ı Peygamberimiz (asm) ve selefi salihin nasıl anlamış ve tefsir etmişlerse, o şekilde anlamaya çalışmışlar, aynı zamanda Kur’ân’ın manalarını tahrif eden –Mutezile, mürcie, hariciler gibi- ehli bid’a ile de mücadele etmişlerdir.
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah ileride (onların yerine) öyle bir kavim getirecek ki, O onları sever, onlar da O’nu sever.” (Maide, 54)
Bu ayette Allah (cc) her bozulma döneminde, bu bozulmalarla mücadele edecek, kendisinin sevdiği ve kendisini seven bir grubu getireceğini vaad etmiştir. Ve Allah (cc) vaadini her bozulma döneminde dinine sahip çıkan şahıs ve grupları ümmetin imdadına göndermekle yerine getirmiştir. Bu şahıs ve gruplar ehl-i sünnet içinden çıkmışlar ve her asırda ortaya çıkan bidat gruplarına karşı dini müdafaa etmişlerdir. Bunun pek çok örneğini göstermek mümkündür. Abbasilerin zayıfladığı dönemde tarih sahnesine çıkan Selçuklular, Moğol istilasından sonra ümmetin başına geçen Osmanlılar bunlardan yalnızca 2 örnektir.
“Ümmetim dalalet üzere içtima etmez. Eğer ümmetimin ihtilaf ettiğini görürseniz, siz büyük çoğunluğa (sevadı A’zama) uyunuz”. (İbn Mace, Fiten)
Usulü Fıkıh âlimleri bu ve benzeri hadislerden yola çıkarak, “Ümmetin ismetine” yani “hata etmeyeceğine hükmetmişler ve bu hadisi icmaında “edille-i şer’iyye”den olduğuna delil kabul etmişlerdir. Ayrıca bu hadis, bu gün ümmeti Muhammed’in % 90’ını teşkil eden Ehl-i sünnetin hak üzere olduğuna da delildir.
“İsrail oğullarının başına ne geldi ise, hepsi karış karış Ümmetimin de başına gelecek. Hatta onlardan biri aleni olarak annesiyle zina etse ümmetimden de bunu yapan olacak. İsrail oğulları 72 millete ayrıldı. Ümmetim ise 73 millete (fırkaya) ayrılacak. Onlardan bir millet (cemaat) hariç hepsi cehennemliktir.” “Ey Allahın Resulü o (kurtulacak olan fırka) hangisidir?” diye sordular. O da “Benim ve ashabımın yolunda olanlar” buyurdu. (Tirmizi, Ebu Davud, Taberani)
İslam’ın ilk döneminden bu güne kadar bir takım fırkalar ortaya çıkmış, fakat ehl-i sünnetin haricinde hiç biri sahabelerin yolunu devam ettirmemiştir. Örneğin; Şia ve Hariciler sahabeleri inkar etmişler, Mutezile Kur’ân’ı sahabenin anladığı ve tefsir ettiğinden farklı tefsir etmiş, pek çok hadisi de inkâr etmişlerdir. Ehl-i sünnetse Peygamberimiz (asm) ve sahabelerin yolunu aynen devam ettirmiştir.
“Ümmetimden bir taife Allahın emri (kıyamet) gelinceye kadar hak üzerinde, daima galib olacak, onlardan ayrılanlar onlara zarar veremeyecekler, onlar bu haldeyken kıyamet kopacak.” (Müslim. Kitab'ül Emare)
Bu hadiste ehl-i sünnete işaret vardır. Çünkü tarih boyunca pek çok bidat fırkası çıkmış, ehl-i sünnetle mücadele etmiş, fakat neticede her zaman ehl-i sünnet galip gelmiştir.
"Allah her yüz sene başında bu dini yenileyecek bir müceddid gönderir." (Ebu Davud)
Peygamberimiz (asm) madem her asırda bu dini tecdid edecek (yenileyecek) müceddidlerin Allah (cc) tarafından gönderileceğini beyan etmiştir, öyleyse her asırda bu nurani zatların gelmiş olması gerekmektedir. Tecdid faaliyeti günümüze gelinceye kadar pek çok âlimler ve evliyalarla gerçekleştirilmiştir. Bu nurani zatların hepsi ehl-i sünnet içinden çıkmıştır.
Peygamberimiz’den (asm) sonra ümmet içerisinde, -ümmetin ana gövdesinden- bir takım sapmalar olmuş. Fakat Allah’ın (cc) vaadi ve tarihi gerçekler, Kur’ân ve sünneti ön planda tutan, bu iki mirasa ihanet etmeden, bozmadan, değiştirmeden bu güne kadar getiren, sapık fırkalarla mücadele ederek, hakkın daima üstün gelmesine sebep olan bir fırkanın varlığını göstermektedir. Biz o fırkaya ehl-i sünnet diyoruz.
Ehl-i sünnetin Kur’ân ve sünnetin haber verdiği fırka olarak gösterilmesini kabul etmeyenler, ehl-i sünnete alternatif başka bir fırka göstermek mecburiyetindedirler. Fakat başka bir fırka da gösterilemeyecektir. Bu da ister istemez ehl-i sünnetin alternatifsiz hak mezhep, muhaliflerin ise haktan ayrılmış olduğuna delalet eder.