Dua, kulun Rabbiyle kurduğu en samimi ve en derin bağdır. Kalbin diliyle yapılan dua, bir teslimiyet, bir kulluk ve gönül yakınlığı ifadesidir. Dua, sadece bir talep değil; kalbin Rabbinin huzurunda eğilmesidir. Bu yüzden dua ederken kulun içinde bulunduğu ruh hâli, duanın kabulü açısından büyük önem taşır.
İnsanlar bile kendilerinden bir şey istendiğinde bunun güzel bir üslup ve edeple yapılmasını ister; kaba, özensiz tavırlardan hoşlanmazlar. Aynı şekilde, Cenâb-ı Hakk’a yönelirken de bir edep, saygı ve kalbî hazırlık içinde olmak gerekir.
Dua eden kul, her şeyden önce kendi âcizliğini, fakirliğini ve Allah’ın yardımına ne kadar muhtaç olduğunu idrak etmelidir. Bu idrak, duanın ruhunu oluşturur. Çünkü dua bir emir değil, bir yalvarıştır. Kul, Allah’ın huzurunda tam bir tevazu, huşû ve mahviyet içinde olmalıdır. Kur’ân-ı Kerîm bu hâli şöyle tarif eder:
Rabbinize yalvara yalvara ve için için duâ edin! Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez!1
Bu ayet, duanın sadece dilin değil, kalbin iştirakiyle yapılması gerektiğini öğretir. Gösterişten, acelecilikten ve yüzeysellikten uzak; bir çocuk gibi içten, yalvaran bir hâl üzere olmak gerekir. Allah’a dua ederken kabul olunacağına kesin inanarak dua etmek gerektir.
İkinci olarak, dua eden kimse Allah’ın kudretine, rahmetine ve merhametine tam bir iman ve güvenle dua etmelidir. Şüphe ve tereddüt, duanın samimiyetini zedeler. Dua tereddüt kabul etmez. Nitekim Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur:
Allah’a dua ederken kabul olunacağına yakin (kesin inanç) ile dua edin.2
Aynı zamanda dua, ümit ve korku arasında dengede olmalıdır. Kur’ân-ı Kerim bu dengeyi şu şekilde ifade eder:
Onlar korkarak ve umarak Rablerine duâ ederler3
Yani kul, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeden; fakat kendi kusurlarının farkında olarak boyun bükmelidir. Ne sadece korku, ne de sadece ümit. İkisi bir arada olursa, dua ihlâs ve samimiyet kazanır. Risale-i Nur’da bu hakikat çok güzel bir dille şöyle anlatılır:
İnsan bütün zîhayat âlemi içinde nâzik, nâzenîn, nâzdâr bir çocuk hükmündedir. Rahmânü’r-Rahîm’in dergâhında ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla duâ etmek gerektir. Tâ ki makāsıdı ona musahhar olsun. Veya teshîrin şükrünü edâ etsin. 4
Yani insanın duası, bir emrediş değil; bir halini arz ediştir. Dua, kulluğun özü ve teslimiyetin ifadesidir. Bediüzzaman Hazretleri şöyle devam eder:
Fakat insanın hevaperestâne ve heveskârâne tahakkümüyle değil; hikmet-i Rabbâniyenin iktizasıyla ya matlubunu veya daha evlâsını verir, yahut hiç vermez.5
Bu söz bize şunu öğretir: Dua etmekteki asıl gaye, sadece bir şey istemek değil; Allah’a yönelmek, O’nun huzurunda kulluğunu ilan etmektir. Çünkü dua, başlı başına bir ibadettir.
Dua eden kul, Rabbini nasıl tanırsa, Allah da ona o şekilde muamele eder. Nitekim hadis-i kudsîde bu hakikat şöyle ifade edilmiştir:
Ben kulumun zannı üzereyim. O beni nasıl bilirse, ben ona öyle muamele ederim.6
Bu hadis, sadece âhiret için değil, dünya hayatı için de geçerlidir. Eğer bir insan Allah’ı merhametli, affedici ve yardımsever olarak bilirse, O’nun rahmetine mazhar olur. Ama Rabbini uzak, ilgisiz veya cezalandırıcı olarak tanırsa; kendi zannı, ilahî rahmetin önünde perde olur. Kur’ân-ı Kerim'de Rabbimiz bu konuda şöyle buyurur:
Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyin! Şübhesiz ki Allah, bütün günahları bağışlar!7
Bu ayet, kulun Rabbine olan hüsn-ü zannının imanî bir gereklilik olduğunu hatırlatır. Âhirette de Allah, kulunu dünyada O’nu nasıl tanımışsa, o tanıma biçimiyle karşılar. Ayette şöyle buyurulur:
Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, o hâlde sâlih amel işlesin.8
Sonuç olarak, dua ederken kulun ruh hâli; tevazu, samimiyet, teslimiyet ve ümit ekseninde şekillenmelidir. Kul, Rabbini rahmet ve hikmet sahibi olarak tanımalı; duasında hem acıkan bir fakir gibi muhtaç, hem güvenen bir çocuk gibi içten, hem de teslim olmuş bir kul gibi huzurlu olmalıdır. İşte o zaman dua, sadece bir istek değil; kalbin Rabbine yönelişi, yani ibadetin özü hâline gelir
A‘râf Sûresi, 7/5
Tirmizi, Deavat, 66; bkz. Hakîm, Deavat, I, 493
Secde Sûresi, 32/16
Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrât Neşriyat, Isparta, 2011, s. 108
Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrât Neşriyat, Isparta, 2011, s. 108
Buhârî, Tevhid 15; Müslim, Zikr 2
Zümer Sûresi, 39/5
Kehf Sûresi, 18/110

