Din ve din anlayışı birbirinden farklıdır? Niçin?
Din bir tanedir. O da Kuran vasıtasıyla Peygamberimize bildirilen, Peygamberimizin yaşayarak bize tebliğ ettiği İslam dinidir. Fakat insanların anlayışları farklı olduğu için din anlayışları da farklı olmaktadır. Kuran ve sünneti anlama noktasında insanların farklı bakış açıları ve anlayışları da farklı din anlayışını ortaya çıkarmıştır. Bunların temelinde iyi niyetli yaklaşımlar olduğu gibi; insanları doğru yoldan saptırmak isteyen kötü niyetli yaklaşımlar da vardır. Bu zamana kadar mutezile, cebriye gibi bir çok fırkaların ortaya çıkması da din anlayışındaki farklılığı göstermektedir.
Bu noktada Bediüzzaman hazretlerinin şöyle bir izahı vardır:
"Üçüncü Nükte: Meslekler, mezhebler ne kadar bâtıl da olsalar, içinde ukde-i hayatiyesi hükmünde bir hak, bir hakîkat bulunur. Eğer âsârına ve neticelerine hükmeden hak ve hakîkat ise ve menfî cihetleri müsbet cihetlerine mağlûb ise, o meslek haktır. Eğer içindeki hak ve hakîkat, neticelere hükmedemiyor ve menfî ciheti müsbet cihetine galebe ediyorsa, o meslek bâtıldır. Onun ehli, ehl-i bid‘a vedalâlet olur. İşte bu kaideye binâen, âlem-i İslâmdaki ehl-i bid‘a fırkalarına bakılsa görülüyor ki, her biri bir hakka istinâd edip gitmiş. Fakat menfî ciheti ya garazveya inâd gibi bir sebeble o mesleğin âsârı dalâlet hesabına çalışmıştır.
Meselâ, Şîalar Kur’ân’ın emrine imtisâlen Ehl-i Beyt’in muhabbetini esas tutup, sonra intikam-ı milliye cihetinden bir garaz gelerek, meşrû‘ muhabbet-i Ehl-i Beyt’in âsârını zabt ederek, Sahâbe ve Şeyhayn’in buğzuna bina edip, âsâr göstermişler.لَالِحُبِّ عَلِيٍّ بَلْ لِبُغْضِ عُمَرَ olan darb-ı meseline mâsadak olmuşlar. Hem meselâ, Vehhâbîler ve Hâricîler ise, nusûs-u şerîata ve sarîh-i âyâta ve zavâhir-i ehâdîse istinâd ederek, hâlis tevhîde münâfî ve sanemperestliği îmâ edecek her şeyi reddetmekliği kaide tutmuşlar. Fakat birinci nüktedeki üç esasta beyân edilen sebebler cihetinden gelen menfî garazlar, onları haktan çevirip dalâlete saptırmış ki, ifrât derecesinde tahrîbât yapıyorlar. Ve hâkezâ, Cebrî olsun, Mu‘tezile olsun hangi fırka olursa olsun, böyle bir hakîkati mesleğinde görüp, onunla aldanıp, sonra dalâlete saplanır. Her ne ise; her bâtıl bir mesleğin her bir ciheti bâtıl olmak lâzım olmadığı gibi, her bir hak mesleğin dahi her bir ciheti hak olmak lâzım değildir." (28. Mektup)