Risale-i nurda çocuk terbiyesi nasıl anlatılmaktadır? Üstad Bediüzzaman Hazretleri çocuk eğitimine yönelik bizlere neler tavsiye etmektedir?
SÜNNET-İ SENİYYE VE RİSALE-İ NUR ÇERÇEVESİNDE ÇOCUK EĞİTİMİ
Çocuk eğitiminin birçok farklı yönü mevcuttur. Burada belli başlı kısımları kısaca ele alınacaktır.
ÇOCUK TERBİYESİ VE EĞİTİMİ ERKEN YAŞLARDA BAŞLAR
Sevgili Peygamberimiz (sav) “Küçük yaşta ilim öğrenmek, taşa yazı nakşetmek / kazımak gibidir. Büyük yaşta ilim öğrenmek ise suya yazmak gibidir."[1] buyurmuştur. Başka bir hadiste ise; “Çocuklara ilk öğrettiğiniz kelime ‘Lâilâhe illallah’ (Allah’tan başka ilah yoktur) olsun.” Buyurmuştur.[2] Buna göre çocuk eğitiminin küçüklük yaşlardan itibaren başladığını söylemek mümkündür. Hatta şimdiki bilimsel verilerin ışığına göre anne karnında dahi çocuk anne ve babasından bir eğitim almaktadır.
Çocuk eğitimindeki en önemli muallim ise elbette anne ve babalardır. Hatta aileden alınan dersin sarsılmaz, temel ve her daim kendini yeniler olduğunu Bediüzzaman Hz. şu şekilde ifade etmektedir:
“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım hâlde, kasem ediyorum ki (yemin ediyorum ki), en esâslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhûm validemden (rahmetli annemden) aldığım telkînât (öğütler) ve ma‘nevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, âdetâ maddî vücûdumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sâir (diğer) derslerim, o çekirdekler üzerine binâ edildiğini aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve rûhuma, merhûm vâlidemin ders ve telkînâtını (öğütler), şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakîkatler içinde birer çekirdek-i esâsiye (temel/esas çekirdek) müşâhede ediyorum. (gözlemliyorum)”[3]
Yine çocuk, konuşmaları anladığı zamandan itibaren iman hakikatlerini severek dinler. Bu hususta Risale-i Nur’da geçen bir hatıra şöyledir; “Üç yaşından sekiz yaşına kadar akrabalarım ve evlâdım, bu Elmas, Cevher, Nûrlar için fedâkârâne ve bu yolda hayatlarını hiç düşünmeden fedâ edeceklerini isbat ederim. Çünkü bu Elmas, Cevher, Nûrları okurken hepsi başıma toplandı. Onları sevdim ve birer çay verdim; bu Elmas, Cevher, Nûrları okumaya devam ettim. Hepsi birden “Bu nedir? Bu yazı nasıl yazıdır?” sordular.”[4]
ÇOCUKLARLA İLETİŞİMDE ve EĞİTİMDE METOD
Ailelerin dikkat edeceği önemli hususlardan birisi, onlarla sağlıklı iletişim kurmaktır. Bu iletişimin ise bazı şartları vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz;
1- Çocukların anlayacağı üslupla/hoş hitaplarla konuşmak
Mesaj, mutlaka alıcıların dikkatini çekmeli, merak uyandırmalı ve onların anlayacağı biçimde kodlanmalıdır. Bunu sağlamak için de alıcıların ihtiyaçlarına, tecrübelerine, amaçlarına, hazır bulunuşluk düzeylerine ve seviyelerine uygun olmalıdır.
Sevgili Peygamberimizin (sav) iletişiminde öne çıkan temel ilke; ‘bireye/muhataba görelik’tir” denilebilir. Örneğin Efendimiz (sav) çocuklarla muhatap olduğunda “yavrucuğum, oğulcuğum”, “kızcağızım”, bazen de isimlerine sevgi ekleri koyarak “Enesciğim” ya da anlamını kastederek “Reyhanım” diye hitap etmiştir.[5] Çocuklarla şakalaşırken sevimli lakaplar da takmıştır. Bazen Hz. Enes’i “iki kulaklı”,[6] torunu Hasan’ı “yaramaz”, “küçük adam”[7] diye çağırmıştır.
Çocuklar ile iletişim kurarken onların seviyesine inmek, onları alışık olduğu kelime ve sözcüklerle konuşmak gerekmektedir. Onların anlamayacağı ağır ifadeler, karmaşık cümlelerden kaçınılmalı, oldukça yalın ve sade kelime tercihleri yapılmalıdır. Bediüzzaman Hazretleri bu konuda şöyle demiştir;
“Evet, yüksek bir insan, bir çocukla konuştuğu zaman çocukların şivesiyle konuşursa, çocuğun zihnini okşamış olur, çocuğun fehmi (anlayışı), kendisinin söylediği gibi sözlerle ünsiyet peyda eder ve kendi anlayacağı tarzda söylenilen sözleri dinler ve anlar. Aksi halde, o insan ile o çocuk arasında bir malumat (bilgi) alışverişi olmaz."[8] “Nasıl ki bir çocukla konuşan, kendisini çocuklaştırır ve çocuklar gibi çat-pat ederek konuşur ki, çocuk anlayabilsin."[9]
Her hakikat yukarıda da ifade edildiği gibi çocuklara anlatılır. Sadece usul olarak kolaylaştırıcı bir tarzda ve çocukların anlayacağı dilde olmalıdır. Bundan sonra ise her hakikat kolayca izah edilebilir. Örneğin Bediüzzaman Hazretleri bu konuda şöyle bir örnek vermektedir;
“Hem meleklere imanın saadet-i dünyeviyeye (dünyevi mutluluklara) medar (sebep) cüz'î (küçük) bir nümunesi (örneği) şudur ki: İlmihâlden iman dersini alan bir mâsum çocuğun, yanında ağlayan ve mâsum bir kardeşinin vefatı için vâveylâ eden diğer bir çocuğa: "Ağlama şükreyle, senin kardeşin meleklerle beraber cennete gitti. Orada gezer, bizden daha iyi keyfedecek, melekler gibi uçacak, her yeri seyredebilir." deyip, feryat edenin ağlamasını tebessüme ve sevince çevirmesidir .”[10]
Ayrıca Bediüzzaman Hazretleri “İptidaî derslerde izah az olur."[11] diyerek başlangıç seviye eğitimlerde yoğun bir eğitimin uygun olmadığını belirtmiştir.
2- En Tesirli Konuşma Şekli; Lisan’ı Hal
Sevgili Peygamberimiz (sav) Kur’ân-ı Kerim’de sayılan özelliklerinin tamamını kuşatan temel vasfı, ‘en güzel örnek’ (üsve-i hasene) oluşudur. Nitekim hayatın içerisinde insan, her şeyi kelimeler ile anlatamayabilir. Fakat “lisan-ı hal, lisan-ı kalden daha kuvvetli ve tesirli konuşuyor."[12] kaidesi gereğince halimiz, hareketlerimiz, tutum ve davranışlarımız her zaman konuşur. Biz fark etmesek de çocuklar bu hal dilini çok iyi gözlemlerler ve hayatları boyunca ebeveyninin bu hareketlerini kopyalarlar. Bu sebepten dolayı çocuk eğitiminde sözlerden ziyade halin tesir ettiği önemli bir hakikati gösterir.
Küçük sahabi Abdullah b. Abbas’ın anlattığı şu olay buna uygun bir örnektir: “Ben bir gece (Resûlullah’ın hanımlarından olan) teyzem Meymûne’nin yanında kalmıştım. Resûlullah kalkıp eski bir su kırbasından abdest aldı. Suyu azar azar kullanıyordu. Ben de kalktım, onun yaptığı gibi yaptım.”[13]
Sevgili Peygamberimiz (sav) Tebük seferi dönüşünde çocuklar onu, Medine’de Seniyyetu‟l-vedâ denen yerde karşılamışlardı. Seferden döndüğünde kendisini karşılayan çocuklardan ilk karşılayanı binitinin önüne, sonra karşılayanı da arka tarafına alarak onları Medine‟ye kadar getirirdi.[14]
O (sav), sadece Müslümanların çocuklarını değil, müşriklerin çocuklarını da merkebine bindirip dolaştırırdı. Çocuklar bazen Hz. Peygamberimiz (sav) ile birlikte namaz kılar, namazın ardından onun etrafında toplanırlar, o da onların her birinin yanağına teker teker dokunarak sevgi ve şefkatini izhar ederdi.[15] Bazen de çocukların evine gider, onlara namaz kıldırır ve çocuklar da arkasında namaza dururlardı. [16]
Görüldüğü gibi Peygamberimiz (sav), çocuklara doğrudan emir vermez, onlara sevgi ve şefkatini gösterir, ardından da onlar ile beraber vakit geçirerek davranışlarıyla tebliğini yapardı. Emir vermek yerine evlerine kadar gider onlara imam olurdu.
3. Tedricilik Usulü
Sevgili Peygamberimiz (sav), bütün muhatapları için mesajlarını ‘kolaydan zora’, ‘bilinenden bilinmeyene’, ‘somuttan soyuta’ kademeli ve azar azar vermiştir. Hedef kitle çocuklar olduğunda bu ilkeler daha da önemli hale gelmektedir. Çocuklarda öğrenme merakı yüksek olmakla birlikte öğrendikleri şeylerin pek çoğuyla ilk defa karşılaşmaları, deneyimlerinin yetersizliği, uzun süre bir konuya odaklanamamaları gibi nedenlerle bir anda birçok şeyi bir arada öğrenemez, istenenleri bir anda yapamazlar.
Çocuklara, gerek dünyaya ait işler ve eğitimler gerekse ahirete ait işler ve eğitimler verilirken tedrici bir usul uygulanmalıdır. Bu öğretiler az az ve benimseyecek bir surette işlenmelidir. Birden çok fazla yüklenmek çocuğun anlamamasına ve soğumasına sebep olabilir.
Sevgili Peygamberimizin (sav) bu konuda çok hassas olduğu görülmektedir. Çocuk sahabi Abdullah b. Abbas’ın anlattığı şu olay bu hususta iyi bir örnektir:
“Bir gün Resûllullah devesine binmiş, ben de onun terkisindeydim. Bana şöyle dedi: “Abdullah! Öncelikle sana şunları öğretmek isterim. Genişlik zamanında kendini Allah’a sevdir ki, O da seni sıkıntılı zamanında sevsin. Allah’ın emir ve yasaklarına önem ver ki, Allah da sana önem versin, seni gözetsin. Allah’ın hakkını gözet ki, O’nu yanı başında bulasın. Bir şey istediğin zaman Allah’tan iste. Yardım dilediğin zaman Allah’tan dile.. Şunu bil ki; bütün varlıklar elbirliğiyle sana zarar vermek isteseler, Allah’ın takdir ettiğinden başkasını yapamazlar. Kaderi yazan kalemin işi bitmiş, yazılanlar ise kurumuştur. Bilmiş ol ki, Allah’ın yardımı ancak sabredenler içindir ve her zorlukla beraber mutlaka bir kolaylık vardır”[17]
Görüldüğü Hz. Peygamber (sav), muhatap olduğu çocuğa Allah ile ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini öğretirken, iman konularının detaylarına inmediği gibi Allah’a iman, Allah’ın sıfatları gibi soyut konulara da girmeden tamamen hayatın içinden ve sevgi merkezli, biraz da çocuk açısından ‘faydacı’ olan bir tutum sergilemiştir. Burada tamamen olumlu motifler kullanılması, korku motiflerine yer verilmemesi ve çocuğun Allah ile ilişkisinin tamamen sevgiye dayandırılması da ayrıca gözden kaçmamalıdır.[18]
4. İkna etmek
Ebeveynler, çocuklarına konuşulan konuların, kuralların sebeplerini anlatmalı, onları ikna etmelidirler. Fakat burada da her konuda olduğu gibi denge önemlidir. Her konuda her zaman ikna etmek mümkün değildir. Bazı zamanlarda bunu böyle yapıyoruz şeklinde çocuğa izah edilebilir. Fakat genel üslup şu zamanın küçük, geleceğin büyük insanlarına ikna yöntemiyledir. Nitekim Üstad Hazretleri şöyle demiştir; “Zîrâ medenîlere galebe çalmak (üstün gelmek) iknâ iledir. Söz anlamayan vahşiler gibi icbâr (zorlama) ile değildir”.[19]
Bu konuyu Bediüzzaman Hazretlerinin çocuklara yazdığı bir mektupla inceleyelim. Hz. Üstad'ın çocuklara bu mektubunda anlayacakları şekilde, dünya ve ahiret durumlarını örneklendirerek, ikna yolu ile nasıl işlediğine bakalım;
“Azîz, Ma‘sûm Evlâdlar, Kur’ânı öğrenmek için ders almaya çalışıyorsunuz. Sizin bildiğiniz yeni harfte noksânlar olduğu için, mümkün oldukça yeni harften okunmamak lâzım gelir. Hem Kur’ân’ı okumanın fâidesi, yalnız hâfız olmak ve dünyada onunla bir makām kazanmak, bir maâş almak değil; belki her bir harfi, hiç olmazsa on hayrından tâ yüz, tâ bine, tâ binlere kadar cennet meyvelerini, âhiret fâidelerini vermesini düşünüp ve ebedî hayatın râhatını ve saâdetini te’mîn etmek niyetiyle okumak lâzımdır. Evet mekteplerde (okullarda) dünya maîşeti (geçimi) yada rütbeleri (dünya makamları) için fenleri ders okumak, bu kısacık dünyevî hayatta derecesi, fâidesi bir ise, ebedî hayatta Kur’ân ve Kur’ân’ın kudsî kelimelerini ve nûrlu ve îmânî ma‘nâlarını öğrenmek, binler derece daha kıymetlidir. Onlar şişe hükmünde, bunlar elmâs hükmündedir. Hem peder ve vâlidenize hakîkî ve fâideli evlâdlar olabilirsiniz. Siz mâdem ma‘sûmsunuz, daha günâhınız yok; böyle kudsî bir niyetle okusanız, sizleri Risâle-i Nûr’un ma‘sûm şâkirdleri içinde kabul edip umûm şâkirdlerin duâlarında hissedâr olursunuz ve nûrlu ve mübârek talebeler olursunuz. Hem Üstâdınızı, hem sizi, hem peder ve vâlidenizi, hem memleketinizi tebrîk ediyorum.[20]
5. Hoşgörü/ Bağışayıcı Davranış
Çocuklara karşı kaba ve sert olmak doğru değildir. Anne ve babanın evladına muamelesi şefkatle, lütüfla olmalıdır. Tahakküm ve zorlama ile değil. Bu noktada bağışlayıcı ve hoş görülü olmak esastır. Dövmek, bağırmak vb. terbiye metodları sünnete uygun değildir. Esas olan bağışlayıcı olmaktır. Doğrusunu lütufla öğretmektir.
Sevgili Peygamberimiz (sav) çocuklara kızmaz, yaramazlıklarını görmezden gelir ve onlara müsamahakâr davranırdı. Hz. Peygamber’e (sav) on yıl hizmet eden ve bu sebeple onun davranışlarını en iyi bilen genç sahabilerden Enes b. Mâlik şöyle anlatıyor:
"Allah Resûlü (s.a.s.), insanlar içerisinde ahlakı en güzel olan idi. Bir gün beni bir iş için gönderdi. Ben,
“Allah’a yemin olsun ki gitmem.” dedim. Oysa içimde Resûlullah’ın emrettiği işe gitme niyeti vardı. Derken bu iş için yola koyuldum. Sokakta oynayan çocuklara rastladım (da onlarla birlikte oyuna dalıp işimi unuttum). Bir de baktım ki, Allah Resûlü (sav) arkamdan başımı tutmuş gülümseyerek duruyor. Bana, “Ey Enescik, sana emrettiğim yere git haydi!” dedi. Ben de, “Peki ya Resûlallah, hemen gidiyorum” dedim.
Enes b. Mâlik devamla şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki, ben Yaptığım bir işten dolayı “niye böyle yaptın?”, yapmadığım bir işten dolayı da “niçin böyle yapmadın?” dediğini hatırlamıyorum.”[21]
Sevgili Peygamberimiz (sav) çocuklara sevgi ile hitap eder, gönüllerini hoşnut etmek için hediyeler verir, onlarla oynar ve şakalaşırdı. Hz. Peygamber’e (sav) uzun süre hizmet eden sahabilerden Enes b. Mâlik, insanlar içerisinde çocuklara en çok şaka yapanın Resûlullah olduğunu söylemiştir.[22]
Enes b. Mâlik’in kardeşi Ebû Umeyr’in, kendisiyle oynadığı Nuğayr denen serçeye benzer, kırmızı gagalı küçük bir kuğu vardı. Nuğayr ölünce, Ebû Umeyr üzülmüştü. Resûlullah onu görünce, “Ya Ebâ Umeyr, ne oldu Nuğayr?” diyerek onunla şakalaşmıştı.[23] Yine Allah Resûlü, şaka yapmak için beş yaşında olan Mahmûd b. er -Rabi’in yüzüne su püskürtmüştü.[24]
6. Benzetme, Betimleme ve Hikaye Tekniklerini Kullanma
Ayrıca çocuklara verilen öğretiler betimleme, benzetme, örneklendirme, hikayeleştime usulleri ile aktarılırsa daha verimli olacaktır. Bediüzzaman Hazretlerinin Risalelere dâhil ettiği bir mektup, bu konuda bizlere örnek teşkil etmektedir. Bir talebesinin üç yaşından sekiz yaşına kadar çocukların bulunduğu bir gruba gayet ciddi bir üslupta, onların anlayacağı usul ile iman hakikatlerini okuduğunu ve çocukların sorularına da ciddiyetle cevap verdiğini anlatan mektubu, bu konuya açıklık kazandırmaktadır.
“…üç yaşından sekiz yaşına kadar akrabalarım ve evlâdım, bu Elmas, Cevher, Nûrlar için fedâkârâne ve bu yolda hayatlarını hiç düşünmeden fedâ edeceklerini isbat ederim. Çünkü bu Elmas, Cevher, Nûrları okurken hepsi başıma toplandı. Onları sevdim ve birer çay verdim; bu Elmas, Cevher, Nûrları okumaya devam ettim. Hepsi birden “Bu nedir? Bu yazı nasıl yazıdır?” sordular. Ben dedim: “Bu Elmas, Cevher, Nûrdur” diye bunları okumaya başladım. Onuncu Söz’ü okurken, saatler geçmiş. Çocuklar merakından, anlayamadıkları zaman hemen bendenize soruyorlardı. Ben bu Elmas, Cevher, Nûrları onların anlayabileceği şekilde îzâh ederken, çocukların renkleri, renk renk oluyordu, güzelleşiyorlardı. Bendeniz de çocukların yüzlerine baktıkça hepsinde de, ayrı ayrı nûrlu Said görüyordum. “Nûr hangisi, Cevher hangisi, Elmas hangisi?” diye soruyorlardı. Ben de, “Nûr, bunları okumaktır. Bakınız, sizde bir güzellik meydana geldi.” Onlar da birbirinin yüzlerine baktılar. Tasdîk ettiler. “Ya Elmas nedir?” “Bu sözleri yazmaktır. Yani yazdığınız zaman sizin yazılarınız elmas gibi kıymetli olur.” Tasdîk ettiler. “Ya Cevher nedir?” “İşte o da, bu kitaplardan aldığınız îmândır.” Hepsi birden şehâdet getirdiler.”[25]
7. Tenkit etmemek
Çocuklara karşı da tenkit üslubu kullanmak doğru değildir. Eleştiri olarak ifade edilen bu üslup yerine yapıcı, teşvik edici bir üslup kullanılmalıdır. Hoşa gitmeyen bir durum ile karşılaşıldığında ise eleştiri yapılmadan doğrusu gösterilmelidir. Üstad Hazretleri -her ne kadar büyükler ile muhatap olsa da tenkid meselesi bütün insanlık ve hasseten çocuklar için de geçerlidir- memnun kalmayarak değişmesini istediği bir konuda "bunu böyle yapın” şeklinde açık ve net bir tarzda istenilen davranışı ya da işi söyler, eleştirir tarzda yapılan yanlışı ifade etmezdi. Ya da “bunu şu şekilde yapsanız daha güzel olur [26]" şeklinde yine eleştirmeden tavsiye üslubu ile ifade eder.
Sevgili Peygamberimiz (sav) Bir defasında toprakla oynayan çocuklara uğramıştı. Orada bulunan bazı sahabiler, çocukları toprakla oynamaktan alıkoymak istedi. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Onlara karışmayınız. Çünkü toprak, çocukların ilkbaharıdır.” buyurdu.[27] Bu sözüyle o, baharda hayvanların yayılıp eğlenmeleri gibi çocukların da toprak üzerinde oynayıp eğleneceklerine işaret ediyor, sahabe efendilerimizin onlara karışmamaları gerektiğini ifade ediyordu.
ÇOCUK EĞİTİMİNDE DUA
Sevgili Peygamberimizin (sav) çocuklarla ilişkilerine bakıldığında, duanın önemli bir yeri olduğu görülür. Sevgili Peygamberimiz (sav) hem kendisi bizzat çocuklara dua etmiş hem de onların nasıl dua edeceklerini öğretmiştir.
Çocuklara yaşlarına uygun olarak dua yaptırmak ve alışkanlık kazanmalarını desteklemek önemlidir. Araştırmalar, çocukların dua ve ibadet konularına ilgisinin yüksek olduğunu ve yetişkinlerin doğru tutumlarıyla zaman içinde gelişecek olan dua anlayışının, çocuğun hem Allah’la iletişim kurarak dinî gelişimine katkı sağlayacağını hem de korkularla dolu olan çocukluk döneminde duygusal ve sosyal gelişimine destek olacağını göstermektedir.[28]
Sevgili Peygamberimizin (sav) torunu Hz. Hasan, Hz. Peygamber’in (sav) vitir kunutlarında okuması için kendisine şu dua cümlelerini öğrettiğini nakleder:
“Allah’ım, hidayete erdirdiklerinle beraber beni de hidayete erdir. Sıhhat ve afiyet verdiklerinle beraber bana da afiyet ver. Himaye ettiğin kimseler gibi beni de himaye et. Bana verdiğin nimetleri bereketlendir. Verdiğin hükmün şerrinden beni koru. Hükmü sen verirsin, senin üstüne hüküm verecek kimse yoktur. Senin dost olduğun kimse asla zelil olmaz. Eksiklikler sana yakışmaz. Ey Rabbimiz! Yücesin ve kutlusun.”[29]
Buradan hareketle anne babalar küçük yaşlarda çocuğuna minik dualar ettirmeli, onları buna alıştırmalıdır. Örneğin uyumadan önce besmele çekildiğinde çocuk bunu yapmaya alışır ve hayatına yerleştirir.
EVLAT YETİŞTİRMEDE ANNE BABANIN EVLADA DUASI
İnsan olarak aciz, fakir ve kusurlu olduğumuz için evladlarımız için öncelikle dua etmek en ehemmiyetli vazifemizdir. Ayrıca anne-babanın evladına yaptığı dualar makbul dualar arasındadır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sav) “Üç dua vardır ki bunların kabul olunacağında şüphe yoktur. Bunlar mazlumun duası, misafirin duası ve anne babanın çocuklarına olan duasıdır.” buyurmuştur.[30]
Peygamberimiz (sav) daima çocuklara dua etmiştir. Üsâme b. Zeyd naklediyor;
"Resûlullah beni alır, bir dizine oturtur, (torunu) Hasan’ı da öbür dizine oturturdu. Sonra bizi bağrına basıp şöyle derdi: “Allah’ım, bu ikisine merhamet et! Ben de onlara merhamet ediyorum!”[31] Abdullah b. Abbas da bir gün Resûlullah’ın kendisini kucaklayarak “Allah’ım! Ona Hikmet’i öğret” diye dua ettiğini bildirmektedir.[32]
Bediüzzaman Hazretleri ise şöyle demiştir; “Her şeyde bir hazîne-i rahmet (rahmet hazinesi) kapısını bulur. Duâ ile çalar. Hem her şeyi kendi Rabbisinin emrine musahhar (boyun eğmiş) görür, Rabbisine ilticâ eder (sığınır). Tevekkül ile istinâd edip (dayanıp) her musibete karşı tahassun eder (sığınır). Îmânı ona bir emniyet-i tâmme (tam bir güven) verir.” [33]
İnsan, çocuk eğitimi konusunda gayret etmelidir. Fakat aczi ve fakrı her zaman olacaktır. Hz. Üstad bu konuyu şöyle açıklamıştır: “Aczi ve havfı (korkuyu) kendilerine şefâatçi yapmışlar. Diğer ilaç ise, şükür ve kanâat ile taleb ve duâ; ve Rezzâk-ı Rahîm’in rahmetine i‘timâddır (güvenmektir)."[34]
Hz. Üstadın ifade ettiği gibi insanın elinde iki kuvvet olduğu hatırlanmalıdır. Aczimiz ve korktuğumuz konular bir elimizde olup diğer elimizde ise şükür, kanaat ayrıca taleplerimiz, dualarımız bulunmaktadır.
Her gün yeni bir âlemin kapısı olduğundan, duaları da her gün yapmak güzeldir. Her konuda olduğu gibi evlatlarımıza da bazı hususi dualar etmemiz gerekir. Örneğin sekine, cevşen, salavat, istiğfar vb. dualarla Rabbimize müracaat etmeli, evlatlarımızın imanlı ve ahlaklı birer kişi olmaları için çokça dua etmeliyiz.
ÇOCUKLARA KARŞI EN TEMEL HİS; ŞEFKAT VE DOĞRU KULLANIMI
İnsan fıtraten her daim şefkate muhtaçtır. Çocuklarda ailesinin özellikle annesinin şefkatine her zaman fıtrî olarak muhtaçtır. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri annelerin evladlara şefkat vazifelerinin her zaman gerekli olduğunu şöyle belirtmiştir; “İnsan nev’indeki vâlidelerin vazifeleri bir derece devam eder. Çünkü, insanlarda, zaaf ve acz îtibariyle, dâima bir nev’i çocukluk var. Her vakit de şefkate muhtaçtırlar."[35]
Sevgili Peygamberimiz (sav), sevgi ve şefkatini hissettirmek için çocuklarını, torunlarını öperdi. Ancak bazı bedeviler çocuklarını hiç öpmezlerdi. Bir gün Sevgili Peygamberimiz (sav) torunu Hasan’ı öpmüştü. O sırada Akra b. Hâbis de oradaydı. Akra; “Benim on çocuğum var, fakat onlardan hiçbirini öpmüş değilim.” dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü şöyle buyurdu; “Allah senin gönlünden merhamet ve şefkati çekip çıkarmışsa ben ne yapabilirim ki?”[36]
Her şeyin ifrat ve tefriti yanlış olduğundan şefkat hissinin de azı yahut fazlası makbul değildir. Doğru olanı orta yol yani doğru derecede bu hissin kullanılmasıdır. Nitekim “derman hadden geçerse, dert getirir, öldürür."[37] sözü, derman dahi olsa haddi sınırı olduğunu bizlere hatırlatıyor.
“Allah’ın rahmetinden fazla rahmet edilmez. Allah’ın gazabından fazla gazab (hiddet,öfke) edilmez. Öyle ise işi bırak o Âdil-i Rahîm’e. Fazla şefkat elemdir. Fazla gazab zemîme (hoş görülmemiş, beğenilmemi kötü hal)."[38] Hz. Üstadın da ifade ettiği gibi Cenab’ı Hakk’ın şefkatinden fazla şefkat etmek münasip değildir. Örneğin namaz kılma yaşı gelmiş bir çocuğu, sabah namazına kaldırmamak Allah’tan daha fazla şefkat etmek demektir. Yahut oruç tutma yaşı gelmiş bir çocuğun oruç tutmasına mâni herhangi bir hastalığı da olmadığı halde yorulur, acıkır, dayanamaz gibi şefkatten gelen endişelerle oruç vazifesini yaptırmamak, sahura kaldırmamak uygun değildir, yanlıştır.
Şefkatin veriliş amacı vardır. Ebeveynler özellikle anneler çocuklarının dünya saadetini özellikle ebedi saadetini bu hisle kurtarmak için gayret etsinler, bu amaçla yetiştirsinler diye verilmiştir. Diğer taraftan çocuğun ahiret hayatının önüne dünya hayatı geçirilirse bu da şefkatin yanlış kullanımı olmaktadır. Üstadımıza göre hanımlara çok yüksek bir şefkat hissi yanında bir de kahramanlık hissi verilmiştir. “Bu kahramanlığın inkişafı ile özellikle anneler, çocuklarının hem hayat-ı dünyeviyesini (dünya hayatını) , hem hayat-ı ebediyesini (ahiret hayatını) onunla kurtarabilir. Fakat bazı fena cereyanlarla (akımlarla) o kuvvetli ve kıymettar seciye (huy) inkişaf etmez. Veyahut su-i istimal edilir (kötü kullanılır). O şefkatli vâlide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede (dünya hayatında) tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. "Oğlum paşa olsun." diye bütün malını verir; Hâfız Mektebinden alır, Avrupa'ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi (ahiret hayatı) tehlikeye girdiğini düşünmüyor ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvacı ediyor. O çocuk, "Niçin benim îmânımı takviye etmeden (güçlendirmeden) bu helâketime (helakıma) sebebiyet verdin?" diye şekva (şikayet) edecek. Dünyada da terbiye-i İslâmiyeyi (İslâmî terbiyeyi) tam almadığı için; vâlidesinin hârika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyle mukabele edemez, belki de çok kusur eder."[39]
Hz. Üstad bu konuya çok ehemmiyet vermiştir. Dünyayı cam şişelere ahireti ise elmas hazinesine benzeterek ebeveynlere şefkatin kötü kullanımı ile ilgili izahlar yapmıştır. “Evet, bu hakikî ihlâs ile hakikî bir fedakârlık taşıyan vâlidelik (annelik) şefkati sû-i istîmal edilip (kötü kullanılıp), mâsum çocuğunun elmas hazinesi hükmünde olan âhiretini düşünmeyerek, muvakkat (geçici), fâni şişeler hükmünde olan dünyaya, o çocuğun mâsum yüzünü çevirmek ve bu şekilde ona şefkat göstermek, o şefkati sû-i istimal etmektir (kötü kullanmaktır)."[40]
ÇOCUKLARA ÖĞRETİLMESİ GEREKEN DERSLERİN İLKİ VE EN ÖNEMLİSİ; İMAN DERSLERİDİR.
Çocuklar fıtraten Müslüman doğar. Bu sebeple iman hakikatlerini kolaylıkla anlayabilirler. Burada anne ve babanın en ehemmiyetli vazifesi yukarıda belirtilen usuller çerçevesinde bu dersleri onlara öğretmektir. Nitekim kuvvetli bir iman dersini çocuk küçüklüğünde almazsa ileri yaşlarında iman hakikatlerini öğrenmesi daha zor olur. Bu hususta Bediüzzaman Hazretleri şöyle demektedir;
“Çünkü bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i îmânî (iman dersi) alamazsa, sonra pek zor ve müşkil (zor, sıkıntı) bir tarzda İslâmiyet ve îmânın erkânlarını (şartlarını) rûhuna alabilir. Âdetâ gayr-ı müslim (Müslüman olmayan) birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabânî (yabancı) düşer. Bilhâssa, peder ve vâlidesini (anne ve babasını) dîndâr görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle (pozitif ilimlerle) zihnî terbiye olsa, daha ziyâde yabânîlik (yabancılık) verir. O hâlde o çocuk, dünyada peder ve vâlidesine hürmet, hizmet yerinde istiskāl edip (soğuk davranıp) çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi‘ belâ olur. Âhirette de onlara şefâatçi değil, belki da‘vâcı olur ki: “Neden îmânımı terbiye-i İslâmiye (islamî eğitim) ile kurtarmadınız?.”[41]
Yine bu konuda her hakikatin usul ve üslup doğru olarak anlatılabileceğini ve anlatılmasının da çocuğun ahiret hayatı yanında dünya hayatında yaşayabilmesi için elzem olduğunu Bediüzzaman Hz. şu şekilde ifade etmektedir:
“Mâdemki o mâsumlar hayatın dağdağalarına (karışıklıklarına) atılacaklar, mâdemki insandırlar; elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında, büyük maksatlar tevellüd edecek (doğacak). Mâdem hakikat böyledir; onlara şefkatin muktezası (gereği), gayet derecede fakr ve aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı (dayanak noktası) ve tükenmez bir nokta-i istimdadı (yardım noktası); kalblerinde îmân-ı billâh (Allah’a iman) ve îmân-ı bilâhiret (ahirete iman) suretiyle yerleştirmek lâzımdır. Onlara şefkat ve merhamet bununla olur.”[42]
Ayrıca çocuklara bu derslerin, bir ders tarzında değil hayatın içine karıştırarak verilmesi önemlidir. Örneğin bir muhabbet esnasında, çay içilirken, seyehat ederken, yürürken… Arabayla giderken gökyüzünden bahsetmek, milyarlarca yıldızın çarpışmamasının Allah’ı göstermesinden bahsetmek gibi. Bu örnekler çoğaltılabilir. Eğer biz büyükler evlatlarımıza hakikatleri doğru ulaştırırsak masum evlatlar hakikatlere can u gönülden sahip çıkacaklardır.
ÇOCUKLARA İBADETLERİN ÖĞRETİLMESİ
Bu konu da çocuklara, yaşlarına uygun olarak, tedricen yapılmalıdır. Ülkemizde tekne orucu şeklinde bilinen çocuk orucu bu konunun en güzel örneklerindendir. Çocuk oruç yaşına gelmeden alışsın mantığı ile uygulanan bu gelenek sayesinde çocuklarda oruç alışkanlığı yerleşmekte ve oruca şevkleri artmaktadır. Namaz konusunda da yaşı gelmeden bir nevi tekne orucu gibi belli vakitleri ailesiyle beraber kılması, yaşı geldiğinde çocuğa hem kolaylık olacak hem de şevk olacaktır. Yapabildiği kadarını çocuk yapabildiği ölçüde ailesiyle beraber yapmalıdır. Çocuğu namaz kılmaya zorlamak doğru değildir. 2-3 yaşlarından itibaren anne-babaları namaz kılarken onlara katılan, onlarla birlikte yatıp kalkan, eğilen, sırtlarına binen bir çocuk, bu süreçte sevgiyle, ilgiyle, takdirle karşılanarak namazla ilgili olumlu dinî tecrübeler yaşayarak büyürken 5-6 yaşlarında da bazı kısa sure ve dualar ezberletilirse doğru bir hazırlık evresi geçirilmiş olur ve 7 yaşına geldiğinde de namaz yavaş yavaş öğretilir.
Ayrıca ibadetler hayat tarzında bir bütündür. İslâmiyet’e göre bir çocuğun namaz alışkanlığının 9-10 yaşında oturmuş olması önemlidir. Çocuğun tesettürü, abdest almayı bilmesi vb. konularının 10 yaşında tamamen öğrenmiş olması, çocuk için namazı kolaylaştıran etkenler arasındadır. [43]
ADAPLARIN ÖĞRETİLMESİ
İslâm Medeniyetinin özünde insan-ı kâmil olmak vardır. Sevgili Peygamberimizin (sav) ahlakı ve adabı ise en mükemmel ahlak ve adabdır. Onun sünnetine uymak ile bu ahlak hayata yerleşir, tamam olur. Konuşma üslubundan oturma kalka şekline, yemek adabından giyim kuşam adabına kadar, büyüklere saygı ve hürmetten küçüklere merhamet ve şefkate kadar her noktada Efendimiz (sav) anlatılmalı, sünneti öğretilmeli, ayrıca anne babalar da buna örnek olmalıdırlar. Bu adab ve edebin hikmetlerini, faydalarını, sebeplerini anlatmalıdırlar. “...Sünnet-i seniyenin meseleleri, hatta küçük âdâbları; gemilerde hatt-ı hareketi (hareket çizgisini) gösteren kıblenâmeli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümâtlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum.”[44]
ÇOCUĞA KAZANDIRILMASI İCAB EDEN TARAFTARLIK HİSSİ
Kişinin kendi yolunu bilmesi ve tanıması adına hem kendi yolunun anlatılması önemlidir. Okuduğumuz herhangi bir kitabın isminden yaptığımız ibadetlere kadar birçok şey çocuğun zihin dünyasında anlaşılması, çocuğun ruhunda aitlik hissi oluşturur. Bunun bir örneğini Hanımlar Rehberinde İstanbul Hanımlarının mektubunda şu şekilde görüyoruz:
“Çocuklarımıza okşayarak, sevgiyle diyoruz ki: "Evlâdım! Risale-i Nur seni hem dünyada, hem âhirette mes'ud (mutlu), bahtiyar edecek en büyük ve en hakikî bir din kitabıdır, îman dersleridir. Okumaktan mahrum kalırsan, îman derslerini şimdi alamazsan; hem dünyada, hem âhirette bedbaht olursun, perişan kalırsın." diyerek ve Risale-i Nur hakkında yazılmış olan mektupları, destanları, kasideleri, şiirleri okuyarak, okutarak Risale-i Nur'un sevgisini kalblerine, büyüklüğünü ruhlarına yerleştirmekte devam edeceğiz.” [45]
Bu hissin oluşmasında diğer bir esas ise zıttın anlatılmasıdır. Çünkü her şeyin zıttıyla bilindiği malumdur. Bu sebeple "zıttı budur", diye anlayacak yaşa gelen çocuklarımıza anlatmak gerekir. Bunun örneğini Üstat Hazretlerinin yazdığı bir parçada şöyle görüyoruz:
“Ey bu vatan gençleri! Frenklerin (Avrupalıların) taklîdine çalışmayınız! Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetlerinden (düşmanlıktan) sonra, sizler hangi akıl ile onların sefâhet (günahlar) ve bâtıl efkârlarına ittibâ ediyorsunuz (uyuyorsunuz) ve onlara emniyet ediyorsunuz (güveniyorsunuz)?[46]
Hatta Risale-i Nur’da geçen tüm misallerde de hakikatler zıtları ile anlatılmış, yanlış taraftan bahsedilmiş, sonuçları, oradan gidenlere işaret edilmiştir. Fakat zihinleri bulandırmamak adına çok çok detaylı anlatım ve tasvirler yapılmamıştır.
ÇOCUKLARA GERÇEK KAHRAMANI PEYGAMBER EFENDİMİZİ (SAV) ANLATMAK
Çocukların dünyasında her zaman harika güçleri olan kahramanlar revaç bulmuştur. Bu gerçek olmayan kahramanlar yerine bizler gerçek kahraman olarak Peygamber Efendimizi (sav) çocuklara anlatmalıyız. Burada anlatılması istenen sadece doğum tarihi ile başlayan süreçten ibaret tarihi bilgiler değildir. Daha ziyade ahlakı, yaşayışı, imanı, tevekkülü, mücadelesi, mucizleri yani manevi şahsiyeti anlatılmalıdır. Eğer bir çocuk Peygamber Efendimizi (sav) mucizeleri ile tam tanırsa O’nun hakiki kahraman olduğunu bilir. Bu sebeple kalbinde Efendimize (sav) karşı hakiki sevgi yerleşir.
ÇOCUK EĞİTİMİNDE TEVEKKÜL
Ebeveynler tüm vazifelerini yaptıktan sonra tevekkül etmeli ve neticeyi Cenab’ı Hakka bırakmalıdırlar. Nitekim vazife ikidir. Birisi kula bakan ve yapmakla yükümlü oldukları; diğeri ise Allah'a bakan ve tevekkül gerektiren vazifelerdir. İnsan kendi üzerine düşen sebeplere müracaat ettikten sonra başarı, muvaffakiyet, ikram ve ihsan onun vazifesi değildir. Bunların neticesini verecek olan bizzat Cenab-ı Hak’tır. Dolayısıyla bizler kendi vazifemize bakmalı, neticeleri düşünerek hareket etmemeliyiz. Evlatlarımıza hidayeti verecek olan, onu bizden daha çok koruyacak ve kollayacak olan, onun her türlü gelişimini yaratacak olan Rabbimizdir.
Elbette müdakkik nazarlar Risale-i Nur'dan çocuk eğitimi ile alakalı olarak başka esaslar ve kaideleri bulacaklardır. Bizler bu yazımızda ana hatlarıyla bir derleme yapmaya gayret ettik. İstifadeye medar ola!
[1] Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, 1/125
[2] Abdurrezzak, Musannaf, Beyrut, 1970, 4, 334
[3] Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası 2, Hayrat Neşriyat, İstanbul, s255
[4] Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2007, s.318.
[5] Müslim, Fedâil, 54, Edeb, 31; Tirmizî, Menâkıb, 46; İlim, 16.
[6] Ebû Dâvûd, Edeb, 84; Tirmizî, Birr, 57, Menâkıb, 45
[7] Buhârî, Büyu, 49, Libâs, 60; Müslim, Fedâilu’s-sahabi, 57; Buhârî, Menâkıb, 27
[8] Bediüzzaman Said Nursi, İşârât-ül İ'caz,, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2013, s.210
[9] Bediüzzaman Said Nursi, İşârât-ül İ'caz,, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2013, s.128.
[10] Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Hayrat Neşriyat, İstanbul, s.255.
[11] Bediüzzaman Said Nursi, Asâ-yı Mûsâ, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2013, s.31.
[12] Bediüzzaman Said Nursi, Şuâ’lar-2, Hayrat Neşriyat, İstanbul, s.311.
[13] İbn Mâce, Tahâret, 48.
[14] Ebû Dâvûd, Cihâd, 54
[15] Müslim, fadâil 80
[16] Nesâî, imâmet 62
[17] Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59
[18] Ahmet Koç- Umut Kaya, Uluslararası Mevlid-i Nebi Sempozyumu Peygamberimiz ve Çocuk, “İletişim Süreci Açısından Hz. Peygamber Ve Çocuklar”, s.250
[19] Bediüzzaman Said Nursi, Mektûbât-2, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2012, s.474.
[20] Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ 3, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2022, s.230
[21] Buhârî, edeb 39 (
[22] İbnu‟s-Sünnî, Ebû Bekr Ahmed b. Muhammed ed-Dîneverî (ö. 364/974), Amelu’l-yevm ve’l-leyle, c.2 , s.297.
[23] Buhârî, Edeb, 112.
[24] Buhârî, Vudû, 40.
[25] Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2007, s.318.
[26] Bkz. Lahikalar. Örn. Hayrat Neşriyat, Emirdağ Lahikası 2, İstanbul, s.241. Hayrat Neşriyat, Kastamonu Lahikası, İstanbul, s.244.
[27] Taberânî, Ebu’l-Kâsım Süleymân b. Ahmed (ö. 360/970), el-Mu’cemu’l-kebîr, c.5, s. 416
[28] Ahmet Koç- Umut Kaya, Uluslararası Mevlid-i Nebi Sempozyumu Peygamberimiz ve Çocuk, “İletişim Süreci Açısından Hz. Peygamber Ve Çocuklar”, s.250
[29] Tirmizî, Vitr, 10.
[30] Tirmizî, Birr,7
[31] Tirmizî, Menakıb 50; İbn Mâce, Mukaddime, 11.
[32] Buhârî, Deavât, 47
[33] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2009, s.6.
[34] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2009, s.17.
[35] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2007, s.129.
[36] Buhârî, edeb 18
[37] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2009, s.344.
[38] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2009, s.347.
[39] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2007, s.277.
[40] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2007, s.228.
[41] Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2007, s.318.
[42] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, İstanbul, s.452.
[43] Ebû Dâvûd, Salât, 26; Tirmizî, Mevâkit, 182.
[44] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2007, s.52.
[45] Bediüzzaman Said Nursi, Hanımlar Rehberi, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2013, s.125
[46] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2007, s.125