And olsun ki, her ümmet içinde: “Allah’a kulluk edin ve tâğuttan (Allah’ın yerine tutacağınız herşeyden) kaçının!” diye (kendilerine nasîhat etmesi için) bir peygamber gönderdik. Artık onlardan bir kısmını (hikmetine binâen kendi lütfuyla) Allah hidâyete erdirdi, bir kısmına da (inkârları yüzünden) dalâlet hak oldu. Öyleyse yeryüzünde bir dolaşın da (peygamberlerimizi) yalanlayanların âkıbeti nasıl olmuş bakın!1
Cenab-ı Hakk yoldan çıkan her kavme, onları hidâyete erdirmesi için bir peygamber göndermiş ve bu peygamberlik silsilesinin nihâyetini de Hz Muhammed (sav) ile süslemiştir.
O hâlde içinizden, hayra da‘vet eden ve iyiliği emredip kötülükten men‘ eden bir topluluk bulunsun! Ve işte kurtuluşa erenler, ancak onlardır.2
Emr-i bi'l ma'ruf nehy-i ani'l münker (iyiliği emredip kötülükten men etme) İslâm âlimlerin ittifakıyla Müslümanlar üzerine farz-ı kifâye olan bir vazifedir. Yâni bu vazife Müslümanlar üzerine bir farzdır, bir kimse veya bir topluluk üstlendiği müddetçe bu farz yerine getirilmiş olur. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) de bu kutsal vazifenin kıymetini şu sözleriyle bizlere bildirmiştir;
Allah’a yemin ederim ki, Allah Teâlâ’nın, senin vesilenle bir tek kişiye hidayet verip doğru yola iletmesi, senin için, kızıl develerin olmasından (ve bunları tasadduk etmenden) çok daha hayırlıdır.3
Nübüvvet ağacının hem çekirdeği hem de meyvesi olan Rasul-ü Ekrem (sav), vasiyet olarak bizlere çok kıymetli bir miras bıraktı; Kur'an ve Sünnet. Tabii zaman zaman bu kıymetli emanetleri taşıyamayanlar oldu, bununla birlikte içinde bulunduğumuz asırda sımsıkı sarılmamız gereken bu emanetlere karşı ciddi bir taarruz da söz konusu. Mukaddesâtına karşı yapılan bu taarruzdan 'Elhamdülliah Müslamanım' diyen herkesin kalbi rahatsızlık duyar ve duymalıdır da. Rasul-ü Ekrem (sav) fermân etmiş;
Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle düzeltin. Ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz.4
Bu sebeptendir ki insanlara karşı iyiliği emredip onları kötülükten men etmenin farklı dereceleri vardır. Bunun en bariz örneği hepimizin ciğerini yakan Filistin meselesidir. Bu zulme elimizle karşılık vermek eğer silah ile mücadele etmekse gücümüz şu an için buna yetmiyor, onları her alanda boykot ediyoruz; dilimizle karşılık verelim diyoruz Müslüman olsun ya da olmasın insan olan herkes diliyle bu zulme karşı direniyor fakat düzeltemiyor. Kalben buğz ediyoruz. Bu zulmü sadece buğz ederek değil elimizle ve dilimizle düzeltebileceğimiz günlerin gelmesini Cenab-ı Hakk'tan niyaz ediyoruz.
Bununla birlikte bu vazifeyi yaparken dikkat etmemiz gereken bazı hususlar da bulunmaktadır;
Siz Kitâbı okuyor olduğunuz hâlde, insanlara iyiliği emredip de kendinizi unutuyor musunuz? Hiç akıl erdirmez misiniz?5
Peygamberler getirdikleri esasları insanlara tebliğ ederken onları en mükemmel bir şekilde bizzat uygulamış ve kavimlerine örnek olmuşlardır. Bizler de bu vazifeyi yaparken elbette onları örnek almalıyız, nitekim nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez.6 Ayrıca çok da dikkatli olmalıyız zira davetçinin yapacağı bir yanlış, davetin özüne zarar vermemelidir.
(Habîbim, yâ Muhammed!) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel nasîhatle da‘vet et ve onlarla en güzel bir şekilde mücâdele et! Şübhe yok ki yolundan sapanları en iyi bilen ancak Rabbindir; hidâyete erenleri de en iyi bilen O’dur.7
“Kolaylaştırın, güçleştirmeyin; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”8
İslâm davet dinidir; aklı ikna, kalbi râzı eder. Bu sebeptendir ki insanlara karşı kaba, sert ya da dışlayıcı değil; müşfik, yumuşak ve kapsayıcı bir üslup takınmalıyız ki davetimize bir leke düşmesin ve nasihatimiz Allah'ın izniyle tesirli olsun.
Ve Rablerinin huzûrunda toplanacaklarından korkanları, onunla (Kur’ân ile) korkut; onlar için O’ndan (O Rablerinden)başka ne bir dost, ne de bir şefâatçi vardır; tâ ki (günahlardan) sakınsınlar.9
Biz insanlara korku veren uyarıda bulunuyoruz, ama bu onların büyük taşkınlık göstermelerinden başka bir işe yaramıyor.10
Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı. Fakat her doğruyu demek, doğru değildir. Zîrâ senin gibi niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihati bazen damara dokundurur, aksülamel yapar.11
İnsanlara nasihat etmeden evvel, onların din konusundaki durumlarını dikkate almalıyız. Zira cahil, laubali bir kimseyi günahlarından vazgeçirelim derken, onu bu günahı hafife aldırarak ya da inkar ettirerek küfre sokmamalıyız. Hakikatin peşinde koşmayan, derdi sadece tartışmak olan insanlara bir şeyler anlatmak için ilmin izzetini yere düşürmemeliyiz.
Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa, onların hepsi birlikte elbette îmân ederdi. Öyle ise sen mi insanları mü’min kimseler olsunlar diye zorlayacaksın?
Hâlbuki Allah’ın izni olmadan hiçbir kimsenin îmân etmesi mümkün değildir. (Fakat O, irâdesini îmâna sarf eden kullarını hidâyete muvaffak kılar.) Azâbı ise, akıllarını kullanmayan (îmânsız)lara verir.12
Hem hiçbir günahkâr, başkasının günâhını yüklenmez. Artık (günâhı) ağır gelen kimse onu taşımaya (başkalarını) çağırsa ve (bu çağırdığı kimse) akrabâsı bile olsa, ondan (o günâhından) bir şey yüklenmez. (Ey Habîbim!) (Sen) ancak, gıyâben (görmeden) Rablerinden korkanları ve namazı hakkıyla edâ edenleri korkutursun. Artık kim (günahlardan) temizlenirse, o takdirde ancak kendi lehine temizlenmiş olur. Ve (nihâyet) dönüş ancak Allah’adır.13
Peki bütün bunlara binâen bir Müslümanın sosyal medyada gördüğü her bir metni, videoyu veya yorumu kaydetmesi, onlara tek tek cevap vermesi mümkün müdür? Veremediği takdirde günahkâr mıdır?
Elbette değildir ve olmamalıdır. Bir Müslümanın sosyal medya üzerinden insanları İslâm hakkında bilgilendirmek gibi bir mesleği dahi olsa, bunu yapması mümkün olmayacaktır. Bir de böyle bir vazifesi olmadığı halde vaktini bütün bütün buna harcaması da doğru değildir, israftır. Ayrıca Müslüman uyanık olmalıdır. Günümüzde sosyal medyadaki bu tarz içeriklerin bir çoğu provokasyon amaçlıdır. Bizler kalbi kararmamış, gerçek manada hakikati arayan ve cevap bulmak isteyen insanlara yardımcı olmakla mükellefiz. Vazifemiz bâtıl olan her fikre itiraz edip cevap vermek değil, hakikati ortaya koyup meydan okumaktır. Kur'an-ı Kerim'in metodu da budur;
Ve eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur’ân)dan şübhe içindeyseniz, haydi onun benzerinden bir sûre getirin; eğer (iddiânızda) doğru kimseler iseniz, Allah’dan başka şâhidlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın!
Buna rağmen yapamazsanız, ki aslâ yapamayacaksınız, öyle ise o ateşten sakının ki, yakıtı insanlarla taşlardır; (ve) kâfirler için hazırlanmıştır!14
Sonuç olarak;
Bizler evvela kendi hata ve günahlarımızı düzeltmeye gayret edeceğiz, eksiklerimizi tamamlayacağız. Sonra gerek gerçek âlemde gerek sosyal medyada emr-i bi'l ma'ruf nehy-i ani'l münker vazifesini yaparken Kur'an ve Sünnette belirtilen esaslara uyacağız. Nihayetinde ise eğer vazifemizi layığı ile yerine getirdiysek hidâyeti verenin Allah olduğunu kabul edip gönül rahatlığıyla yolumuza devam edeceğiz.
Nahl, 16/36.
Âl-i İmrân, 3/104.
Buhârî, Fedâilu'l-Ashâb 9, Meğazi 38, Cihad 102,143; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 34.
Müslim, Îmân 78; Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17.
Bakara. 2/44.
Sözler, Hayrât Neşriyât, 2015, s.93
Nahl, 16/125.
Buhârî, İlim, 11; Müslim, “Cihâd”, 5
En'âm, 6/51.
İsrâ 17/60.
Mektubât, Hayrât Neşriyât, 2015, c.1, s.110.
Yûnus, 10/99,100.
Fâtır, 35/18.
Bakara, 2/23,24.