Bediüzzaman diyor ki, "Küçüklüğümde, hayalimden sordum: -Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâki fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?” dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden “Ah!” çekti. “Cehennem de olsa beka isterim” dedi.- sürekli azap gören bir kul neden yokluğu istemesin ki?
Bediüzzaman Hazretleri’nin burada verdiği hükmü anlayabilmek için bizim de onun gibi “yokluğun ne anlama geldiğini” iyice anlayıp hissetmemiz gerekir.
Çünkü biz, dünyadaki ateşi bildiğimiz için cehennemi az-çok anlıyoruz. Fakat yok olmak ile hiç karşı karşıya kalmıyoruz.
Ölümle burun buruna gelen biri de bunu anlayamaz. Çünkü inançsız biri de olsa, ruhunun, bedeninin ölmesiyle yok olmayacağını vicdanen hisseder, anlar. Yani asıl benliği olan ruhunun baki kalacağını bilir. O esnada korktuğu ölümdür, yokluk değil…
Hazret-i Üstad, “hayalime sonunda yokluk olmak şartıyla bir milyon sene sultanlık mı, yoksa ebedi bir hayat mı istersin” diye sordum diyor. Cehennem mi istersin diye sormuyor?
Fakat, cehennemi sormadığı halde, ebediyetin ne kadar kıymetli bir nimet olduğu anlaşılması için, Allah’ın bir lütfu olarak, kendisine yokluğun ne anlama geldiği tam manasıyla fark ettiriliyor. Öyle bir anlama dercesine çıkıyor ki, yok olmanın cehennemden bile beter olduğunu hissediyor.
Hayaline cehennemi sormadığı halde, bu yüksek derecedeki şuurlandırılma sebebiyle, “cehennemi yok olmaya tercih ederim” deme noktasına kadar geliyor.
Sualinizde geçtiği gibi, cehennemin acıları içinde kıvranan bir insan belki de, “şu azabdan bir kurtulayım da isterse yokluğa kaçayım” diye düşünebileceği akla geliyor.
Fakat faraza, bu gerçekten olsa ve azab gören birisine ademe, yani yokluğa kaçmak için tercih imkanı sunulsa ve arkasından ona, yok olmakla varlık alemine ebediyen veda edeceği tam bir şuurla fark ettirilse, muhtemelen o da Üstad gibi, “cehennemin alevleri içinde de olsa varlıkta kalmak isterim” diyecektir.
Burada önemli olan bir nokta, ileriyi görmeyen nefsin bu konuda akıl ve kalbden farklı düşünerek azabdan şiddetle kaçma meyli taşımasıdır. Hz. Üstad'ın verdiği bu hüküm nefsin değil, aklın ve ona hizmet eden hayal duygusunun verdiği bir hüküm olmasıdır. Haşir Risalesi'nde aynı meseleyi bu açıdan ele almıştır:
“Aklın bir hizmetçisi ve tasvircisi olan hayale denilse ki: ‘Sana bir milyon sene ömür ile dünya saltanatı verilecek, fakat sonunda mutlaka hiç olacaksın.’ Evham aldatmamak, nefis karışmamak şartıyla ‘oh’ yerine ‘âh’ diyecek ve teessüf edecek.”
Her şeyin doğrusunu Allah bilir.
Cenab-ı Allah bizleri bu kötü akıbetlerden muhafaza edip ebedi hayatta mesut olan bahtiyarlardan eylesin…
Amin