(c.c.), (s.a.v.), (r.a.), (k.s.), (a.s.), (r.h.), (Hz.) gibi kısaltmalar kimler için söylenir ve anlamları nelerdir? Detaylı bir şekilde izah eder misiniz?
İslâmî literatürde bazı saygı ifadeleri belirli kişilere yönelik kullanılır. Bunlardan bazıları şunlardır;
a) Celle Celâluhu: Kısaltması (c.c.) şeklindedir. Bu ifade “Büyüklük, ululuk, yücelik” manasındaki celâl ile aynı kökten türeyen ve “büyük ve yüce oldu” anlamına gelen celle fiilinden oluşmuş bir tabirdir. Allah lafzı ve Allah’ın isimlerinden biriyle zikredildiği yerde “azameti yüce ve ulu olan” anlamında bir saygı ifadesidir. Bunun yerine celle şânuhû (şanı yüce olan) veya celle ve alâ (azametli ve yüce olan) ifadeleri de kullanılmaktadır.[1] Yalnızca Rabbimiz Allah için kullanılır ve ondan başkası hakkında kullanmak çok da uygun değildir.
b) Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Kısaltması (s.a.v.) şeklindedir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) için kullanılır ve "Allah’ın salât ve selamı onun üzerine olsun" anlamını taşır. Bunun yerine bazen de “aleyhissalâtü vesselâm” kelimesi kullanılır. Bediüzzaman Hazzretlerine göre bu terkib, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.v) ait bir şiar olmuştur.[2]
c) Aleyhisselam: Kısaltması (a.s.) şeklindedir. Diğer peygamberler ve melekler için daha çok bu ifade kullanılır. Bu da "Selam onun üzerine olsun" anlamına gelir.
d) Radıyallahu Anh: Kısaltması (r.a.) şeklindedir. Daha çok sahabeler için kullanılır ve "Allah ondan razı olsun" anlamındadır. Bediüzzaman Hazretleri “Sahabe-i Kiram’a “radıyallahu anh” denildiğine binaen, başkalarına da bu manada söylemek uygun mudur? diye sorulan bir suale manâen şöyle cevap vermiştir;
“Elcevap: Evet, denilir. Radıyallahu anh terkibi, Sevgili Peygamberimize (s.a.v) kullanılan ve onun bir şiarı olan aleyhissalâtü vesselâm terkibi gibi Sahabeye mahsus bir şiar olmamıştır. Nübüvvetin vârisi sayılan ve büyük velayet makamına ulaşan Dört Büyük İmam (İmam-ı Azam, İmam Malik, İmam Şafiî, İmam Ahmed bin Hanbel), Abdülkadir Geylânî, İmam Rabbânî, İmam Gazâlî gibi zatlara da radıyallahu anh denilebilir. Ancak ilim ehlinin genel kabulüne göre; sahabeler için radıyallahu anh (r.a), Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn için rahimehullah/ rahmetullahi aleyh (r.h), onlardan sonra gelenler için gaferahullah, evliyalar için ise kuddise sirruhu (k.s.) ifadesi kullanılır.”
Bu hususta İmam Nevevî, sahâbeden sonraki âlimler için de bu duanın kullanılabileceğini ve bunun delillerinin çok olduğunu belirterek Bediüzzaman Hazretleri ile muvafık/uygun düşmüştür.[3]
e) Rahimehullah/ rahmetullahi aleyh: Kısaltması (r.h) şeklindedir. Daha çok Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn ve İslâm âlimleri için kullanılır. “Rahimehullah” duası, yaklaşık hicri dördüncü yüzyıla kadar sadece vefat edenler için değil yaşayanlar için de kullanılmıştır. Ahmed b. Mehdî’nin Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm ile konuşmaya başlarken ona, “Ey Ebû Ubeyd! Allah sana rahmet etsin” diye hitap ettiği, muhaddislerin de birbirlerine, “Allah bize ve size rahmet etsin, bizi ve sizi bağışlasın” diye dua ettikleri bilinmektedir.[4] Ancak şuan halk arasında daha çok vefat edenler için kullanılmaktadır.
f) Kuddise sirruhu/ Kaddesallāhu sırrahu: Kısaltması (k.s) şeklindedir. Allah sırrını mukaddes eylesin anlamına gelir. Evliyalar için kullanılır. Bu cümledeki sır kelimesi “ruh” anlamına gelir. Sır, ruh gibi bedene tevdi edilen bir latife olup ruhun daha yüksek bir tavrıdır. Kalp mârifet, ruh muhabbet, sır müşahede (temaşa) mahallidir. Sır ruhtan, ruh kalpten daha latiftir.[5]
g) Hazret: Kısaltması (Hz.) şeklindedir. Arapça’da “hazretü’ş-şeyh”, Farsça’da “hazret-i şeyh”, Türkçe’de “şeyh hazretleri” şeklinde kullanılan kelime son asırlarda daha çok Allah, peygamberler, sahâbe, melekler, padişah ve devletin ileri gelen şahsiyetleri için de kullanılmaya başlanmıştır. Araplar ise hazret yerine daha çok “seyyidünâ” (efendimiz) ifadesine yer verirler. Hem yaşayan hem de vefat etmiş kişiler için söylenebilir. [6]
[1] Hulusi Kılıç, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1993, c.7, s. 271
[2] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 123
[3] Nevevî, el-Eẕkâr, Kahire 1955, s. 109.
[4] Sem‘ânî, Edebü’l-imlâʾ ve’l-istimlâʾ (nşr. M. Weisweiler), Beyrut 1401/1981, s. 101.
[5] Süleyman Uludağ, TDV İslâm Ansiklopedisi, Ankara 2002, c.26, s.314
[6] Mehmet Demirci, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1998, c.17, s. 146