Soru

“Her bir şey cüz’î olsun, küllî olsun vücûddan gittikten sonra, [hususan zîhayat olsa], çok hakāik-i gaybiyeyi netice vermekle beraber; âlem-i misâlin defterlerinde olan levh-i misâlî üstünde etvâr-ı hayatı adedince sûretlerini bırakıp, o sûretlerden ma’nîdâr olan ve mukadderât-ı hayatiye denilen sergüzeşt-i hayatiyeleri yazılır ve rûhâniyâta bir mütâlaagâh olur.”

24. mektub'da geçen bu kısmı ve devamındaki misali kısaca izah eder misiniz? 

Tarih: 12.03.2025 10:36:42

Cevap

İzaha başlamadan önce metinde geçen bazı anahtar kelimeleri lügat manası itibariyle bilmekte fayda var. Zira metni açıcı ve metnin kilit noktası olan ifadeleri zihnimizde oturtursak meseleyi çok daha rahat ve doğru bir şekilde anlamış oluruz.

Hakāik-i gaybiye: Gizli kalmış hakikatler

Âlem-i misâl: Maddi dünya (âlem-i şehadet) ile ruhlar âlemi (âlem-i ervah) arasında bulunan, hem her iki âlemin özelliklerini taşıyan hem de her iki âlemi kuşatan, her şeyin suretlerinin bulunduğu âleme denir.

Levh-i misâlî: Hayatın her anındaki görüntülerinin muhafaza edildiği levhaya denir.

Mukadderât-ı hayatiye: Kişinin hayatında kader ile takdir edilmiş bütün hayatına denir.

Elvâh-ı mahfuza: Her bir şeyin kayıt edilerek korunduğu kader levhasıdır.

“Her bir şey cüz’î olsun, küllî olsun vücûddan gittikten sonra, [hususan zîhayat olsa], çok hakāik-i gaybiyeyi netice vermekle beraber; âlem-i misâlin defterlerinde olan levh-i misâlî üstünde etvâr-ı hayatı adedince sûretlerini bırakıp, o sûretlerden ma’nîdâr olan ve mukadderât-ı hayatiye denilen sergüzeşt-i hayatiyeleri yazılır ve rûhâniyâta bir mütâlaagâh olur.”

Her yaratılmış mevcut, ister bir bütünün tamamı olsun, isterse o bütünün bir parçası olsun, varlık sahası olan vücuttan çıktıktan sonra yani onun ölmesiyle kaybolmuyor. Âlem-i misal denilen manaların, suretlerin, görüntülerin, seslerin ve hülasa onun tüm hakikatlerinin muhafaza edildiği âleme gidiyor. Sonsuza kadar hayatının tüm safhalarının içinde olduğu bir görüntü âlemine gidiyor. O sûretlerin içinde kıymetli olan manaları ve hayat serüvenini rûhâniyât olan müminler, melekler ve temiz ruhlar için en detaylı halleri dahi güzelce izleme, inceleme yeri olur. O hakikatler gizlilikten çıkar. 

Nasıl ki, meselâ bir çiçek vücûddan gider, yüzer tohumcuklarını ve o tohumcuklarda mâhiyetini vücûdda bırakmakla beraber, elvâh-ı mahfûzada ve elvâh-ı mahfûzanın küçük numûneleri olan hâfızalarda binler sûretini bırakıp, zîşuûrlara etvâr-ı hayatıyla îfâ ettiği tesbîhât-ı Rabbâniyeyi ve nukūş-u esmâiyeyi okutturur, sonra gider.”

Mesela bir çiçek, hayatının son bulup varlık âleminden çıkmasıyla arkasında yüzlerle tohum, çekirdek bırakır. Kendi bu dünyadan gider ama gerisinde bıraktığı o tohumlar, o çiçeğe ait hususi kimlikleriyle beraber bu dünyada var olmaya devam ederler.

Hem her şeyin, her şeyiyle yazılı olduğu kader levhasında ve şuur sahiplerinin hafızalarında kalan suretleriyle varlıkta oldukları sürece kendilerine ait dilleriyle yapmış oldukları tesbihatlarını ve bu süre zarfında üzerlerinde gösterdikleri Cenâb-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarını okutturup sonra da bu dünyadan giderler.

“Öyle de, yeryüzünün saksısında güzel masnûâtla münakkaş olan bahar mevsimi, bir çiçektir. Zâhiren zevâl bulur, ademe gider. Fakat onun tohumları adedince ifade ettikleri hakāik-i gaybiyeyi ve çiçekleri adedince neşrettiği hüviyet-i misâliyeyi ve mevcûdâtı adedince gösterdikleri hükm-ü Rabbânîyi kendine bedel olarak vücûdda bırakıp, sonra birden saklanır. Hem o giden baharın arkadaşları olan sâir baharlara yer boşaltır, tâ onlar da gelip vazîfe görsünler. Demek o bahar, zâhirî bir vücûdu çıkarır, manen binlerle vücûd giyer.”[1]

Aynen öyle de, yeryüzümüzü bir saksı olarak düşünelim. Bahar mevsimi ise gayet güzel sanatlarla nakış nakış işlenmiş bir çiçek gibidir. Sonbahar ve kış mevsiminde görünüşte kurur ve yok olur. Fakat geride bıraktığı tohumları adedince ifade ettiği gizli kalmış hakikatleri, çiçekleri adedince yayılıp çoğalan hususi kimlikleri ve yine geride bıraktığı varlıkları adedince Rabbimizin hükmünü kendine bedel olarak hayatta, vücûdda bırakır, kendi âlem-i misalde saklanır.

Hem kendi gitmesiyle bıraktığı tohumlarıyla, manalarıyla, gizli kalmış hakikatleriyle, hususi kimlikleriyle başka baharlara yer açar. Bu şekilde onlar da vücud dairesine gelip manalarını ifade edip vazifelerini görürler. Ama o tohum geride kendine ait bırakmış olduğu izlerle görünüşte vücudunu çıkarıp kaybolsa da manen binlerle vücuda sahip olur. Artık hem bu dünyada hem âlem-i misalde vücudu devam eder.


[1] Hayrât Neşriyat, Tılsımlar, s. 75


Yorum Yap

Yorumlar