Bediüzzaman Said Nursi

07.01.2010

10339

Bediüzzaman ve Kur'an Harfleri

Bediüzzaman Hazretleri'nin Kur'an harflerinin günlük dilde okunup yazılması ile ilgili bakış açısı nasıldır?

* *

**** ****

08.01.2010 tarihinde sordu.

Cevap

Bu tamamen, "gizli düşmanlarımız iki planı takib ediyorlar: Biri beni ihanetlerle çürütmek, ikincisi başta Hüsrev aleyhinde bir tenkid ve itiraz ve gücenmek ile bizi birbirimizden ayırmaktır" diye Bediüzzaman Hazretleri'nin ikaz ettiği dinsizlerin planının uygulanmasından ibaret bir iftiradır.

Hüsrev Efendinin Bediüzzaman Hazretleri'ne itiraz etmek gibi, terbiye dışı bir hareketi asla olmadığı gibi, bu imkansızdır da...Bunun böyle olduğunu gösteren, Risale-i Nur'da geçen, Bediüzzaman Hazretleri'nin onun yüksek maneviyatını ve hizmetkarlığını, sadakatini ortaya koyan, -mübalağasız- yüzlerce ifadesi olduğu gibi, Hüsrev Efendi'nin Üstadına yazdığı terbiye, sadakat, fedakarlık dolu mektubları da bunu açıkça isbat eder.

Mesela, numune olarak, Hüsrev Efendinin sadakattaki derecesini ve bunun ömrü boyu artarak devam ettiğini gösteren iki mektub sunacağız. Birincisi, Üstad'la yeni tanıştığı Barla döneminde 1930'un başlarında yazılmış, ikincisi son dönemde Üstad Emirdağ'da iken 1950'lerde Üstad'ın vefatına yakın yazılmış iki mektub:

"(Hüsrev, Üstadının kendi hakkında hiddetini zannedip, bir mes'eleye dair müteessiren yazdığı mektubundan bir fıkradır.)

Sevgili ve kıymetdar Üstadım!

Mektubunuzun mütalaasından mütevellid teessüratım arasında, kalbime çok havatır hutur ediyordu. Her tarafı ve her hali kusur ve ayıbla dolu talebeniz, sevgili Üstadının ayaklarının altına varlığını sermişti. Belki her gün, bu şiddetten daha büyük bir şiddetle muamele görse ve hattâ Üstadı uğrunda, yüzbin hayatı olsa hepsini bile vermeye bilâ-tereddüd hazır olduğunu, surî (dıştan) değil, kalbî bir itirafla müheyyadır (hazırdır).

Mücrim talebeniz senelerden beri Hâlıkından bir hâmi (sahip ve koruyucu) istiyordu. Baştan aşağıya kadar siyahlıklarla dolu olan defter-i a'malim tedkik edilse, bu hususta ne kadar tazarru' ve niyazım vardır ve ne kadar gözyaşlarım bulunacaktır. Kur'anî hizmet uğrunda, arzın sekenesi (halkı) kadar hayatım olsa, her birisini feda etmeyi, ne büyük saadet ve şeref kabul etmişim.

Ey sevgili Üstadım! Ey kıymetdar Hocam! Ey senelerden beri aradığım muhterem mürşidim! Ey aziz dellâl-ı Kur'an!

Izdırablarımın sürura inkılab etmekte olduğunu hissediyorum. Uzakta olanın kusuru görülmez, tokat yakında olana vurulur. Kalbim bu cümlelere (Hâzâ min fadli Rabbî) diyor. Fakat dimağımdan silinmeyen birşey varsa, o da aziz Üstadımın elemlerine iştirak etmek idi.

Muhterem mürşidim! Kimin haddi var ki, risalelerin birisine el uzatsın veyahut bir sahifesine dil uzatsın veyahut bir cümlesini tenkid etsin veyahut bir kelimesine, hattâ bir harfine ve belki bir noktasına itirazda bulunsun.

Bilâ-istisna her ferd istihsan ederken, böyle bir şey yapmak için, bu cür'eti kimden alayım. Yok, sevgili Üstadım, müsterih olunuz; senelerden beri çekmekte olduğunuz, kal'abend cezasından pek şedid azabınıza, bir başka ve mühim elem katılmasına tarafdar olanlara bir parça meyletmek şöyle dursun, belki bu halin şiddetle ve belki fedaisi olarak aleyhte olduğuma, vicdanımın tasdiki kâfi bir şahiddir.        Ahmed Hüsrev"       (Barla Lahikası, 1930'ların başları)

İkinci Mektub:

"Konya'lı Hacı Sabri kardeşimiz yanıma geldi. Ben, Sadık, Hayri, Mustafa hazır iken çok ehemmiyetli sohbetimiz, Hacı Sabri'ye mühim bir ders oldu. Bilhassa Medreset-üz Zehra erkânlarının, hususan Hüsrev'in bu vatan ve millet ve âlem-i İslâm'a hizmet-i imaniyeleri ve tahribçi dinsizlerin desiselerine sed çekmeleri o kadar büyük bir hasenedir ki, farz-ı muhal binler seyyie olsa afvettirir. Öyle ise, başta Hüsrev olarak o erkânların hiçbir hareketini tenkid etmemek ve kemal-i ihlas ve samimiyet ile onlara tesanüd ve tam kardeş olmak lâzımdır diye bu mealde bir ders oldu. İnşâallah Hacı Sabri de Hoca Sabri ve Rüşdü ve emsalleri gibi ruh u can ile alâkadar ve Hüsrev'e tam kardeş olacak; meşreb ihtilafı daha tesir etmeyecek.
Hasta kardeşiniz  Said Nursî"      (Emirdağ Lahikası 2, 46 1950'ler)

Ayrıca birinci Emirdağ döneminde yazıldığına nazaran, 1945-50 arasında yazıldığı anlaşılan şu mektub da Hüsrev Efendinin Üstadına hayatını feda etmek derecesindeki samimiyetinin, sadakat ve hürmetinin artarak devam ettiğini açıkça gösteriyor:

"Aziz, sıddık kardeşlerim!
Sizin bu defa müteaddid mektublarınıza, rahatsızlık mecburiyetiyle, birtek mektubla iktifa ediyorum.

Evvelâ: Risale-i Nur'un kahramanı Hüsrev, benim bedelime ölmek ve benim yerimde hasta olmak samimî ve ciddî istiyor. Ben de derim: Te'lif zamanı değil, şimdi neşir zamanıdır. Senin yazın, benim yazımdan ne derece ziyade ve neşre faideli ise, hayatın dahi hizmet-i Nuriyede benim bu azablı hayatımdan o derece faidelidir. Eğer benim elimden gelseydi, hayatımdan ve sıhhatimden size memnuniyetle verirdim." (Emirdağ Lahikası 1, 139)

Hiç bir söylenti ve iftira yukarıdaki şu satırlarda görünen ve asırların beklediği bir imama ait olan bu takdirlerin ve samimiyet dolu ifadelerin önüne geçemez.

Hem Üstadına hayatını vermeyi bütün içtenliği ile hem başta hem sonda teklif eden, bütün benliğini Üstadın ayakları altına seren ve bunun karşılığında "senin hayatın benimkinden bu hizmete daha lazım; elimden gelse ben sana veririm" cevabını alan Hüsrev Efendi'nin Üstada karşı geldiğini iddia etmek cem-ı zıddeyn gibi bir muhaldir. Apaçık bir iftiradır.


Paylaş

Facebook'ta paylaş

Whatsapp'da paylaş

Yorumlar (0)

Yorumunuz

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız