Üstad Bediüzzaman'ı ve Risale-i Nur'u hiç duymamış kişilere anlatacak olsak kısaca nasıl anlatırız?
Bu suallere kısaca cevap vermek gerçekten pek de kolay olmayan bir iştir. Çünkü Hazret-i Üstad seksen üç yıllık hayatında öyle dopdolu, öyle çok yönlü ve kendisine Bediüzzaman, (zamanın benzersiz güzelliği) dedirten öyle emsalsiz bir hayat yaşamıştır ki birkaç satırla onu anlatabilmek neredeyse imkânsız bir hal almıştır.
Risale-i Nur’lar da bu emsalsiz şahsiyete yakışır biçimde, tarihte misli görülmemiş, paha biçilmez bir Kur’an tefsiri, muhteşem bir iman dersi olarak ortaya çıktığından öyle zengin, öyle geniş muhtevalı ve öyle üstün meziyetlere sahiptir ki kısacık cümlelerle tarif etmek gayet zordur.
Fakat gayet zor da olsa, hakkıyla tarif edilemese de bu kısa tariflere ciddi bir ihtiyaç da hissedilmektedir. Çünkü günümüz insanları gittikçe daha fazla bu isimleri duymakta ve insanlığa yaptığı etkiyi fark ederek, “Bediüzzaman kimdir ve Risale-i Nur nelerden bahsetmektedir” diye kısaca da olsa bir bilgi sahibi olmak istemektedirler.
İşte bu özet bilgi ihtiyacını bir nebze de olsa karşılayabilmek ümidiyle bu yazıyı kaleme almış bulunuyoruz.
Bediüzzaman Said Nursi (1877-1960)
Üstad Bediüzzaman Said Nursî, asrının müceddidi olarak kabul edilen büyük bir İslam âlimidir. 1877 yılında Bitlis’in Nurs köyünde dünyaya gelmiş ve 1960 yılında Urfa’da vefat etmiştir.
Tarihte hiç eşine rastlanamayacak bir şekilde, normalde 15 yıl süren medrese tahsilini üç ay gibi çok kısa bir sürede bitirerek henüz 14 yaşında iken icazet almıştır.
Daha sonra kendi çabalarıyla fen bilimlerinin tahsiline yönelmiş, bu sahada da çok önemli bir seviye kazanarak, din ilimlerinin yanında fen bilimlerine de ileri derecede vakıf olmuştur.
Çocuk denecek yaşta, diğer âlimlerle girdiği bütün ilmî münazaraları kazanmış, gerek İslâm ilimlerinden, gerek müsbet fenlerden sorulan bütün suallere muhakkak surette doğru cevaplar vermiştir.
Her suale, hem de hiç düşünmeden cevaplar vermesi, ulemâ arasında, ilminin vehbî, yani Allah vergisi olduğuna dair bir genel kanaate sebep olmuştur.
Bu büyük ilmî mertebesi yanında, zühd, takva ve sünnet-i seniye üzere bir hayat sürmüş, inandığı doğruları yaşamaktan hiçbir baskı ve zulüm asla onu engelleyememiştir. Tarihte yaşamış Peygamber vârisleri olan büyük İslam âlimleri gibi, sahib olduğu ilminin gerektirdiği kemâlâtı hayatında yaşayarak göstermiştir.
Osmanlı’nın dağılma sürecine girdiği son yıllarda İstanbul’da altı sene kadar kalmış, bu arada Osmanlı’nın ve İslam dünyasının içine düştüğü maddi manevi problemleri yakından teşhis etme ve reçeteler sunma imkânı bulmuştur.
Gizli dinsizlik komitelerinin entrikalarıyla, ömrünün son 34 yılı, başta Isparta, Denizli, Kastamonu, Afyon, Eskişehir gibi Anadolu’nun batı vilayetlerinde hapis ve sürgünlerle geçmiş, en meşhur eserleri ve Kur’an’ın manevi bir tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatını bu zulüm ve işkence dönemi içinde yazmıştır.
Bediüzzaman Hazretleri, bütün baskı, engelleme ve aleyhte propagandalara rağmen, imana dair yazdığı risalelerle, dinsizliğe karşı giriştiği mücadeleyi kazanarak bütün iman hakikatlerini kuvvetli delillerle ispat etmiş, kendi ifadesiyle, “Tesadüf, şirk ve tabiat"tan teşekkül eden fesad şebekesinin âlem-i İslâmdan nefiy ve ihracına, Risale-i Nur'ca verilen karar infaz edilmiştir.” (1)
Risale-i Nur Külliyatı
Bediüzzaman Hazretleri’nin Isparta’nın Barla Kasabası’na sürüldüğü 1926 yılından itibaren 23 sene içinde Kur’an’dan gelen ilhamlarla yazdığı ve yüz otuz risaleden oluşan manevî bir Kur’an tefsiridir.
Birkaç asırdır batı kaynaklı dinsizlik fikirlerinin, Müslümanları da etkilemesi sebebiyle, İslam dünyası maddi manevi büyük bir gerilemenin içerisine düşmüştür. Bunun neticesinde, İslam toplumlarında birlik beraberlik dağılmış, iman zayıflamış, İslam ahlakı bozulmuş ve Müslümanlık şuuru oldukça zedelenmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri, bütün bu dertlerin ana kaynağını, “imanın zayıflaması” olarak teşhis etmiştir. Bu yüzden bütün ömrünü imanın ispatına ve iman hastalığının tedavisine vakfetmiştir.
Bu sebeple, Risale-i Nur Külliyatının ana konusunu iman hakikatlerinin ispatları oluşturur. Risale-i Nur, Allah’ın varlığı ve birliği, ebedî ahret hayatının muhakkak geleceği, Kur’an’ın Allah kelâmı olduğu ve Hz. Muhammed (sav)’in hak Resullulah olduğu gibi pek çok iman esaslarını akılda hiçbir şüphe bırakmayacak açıklıkta, hatta en inatçı dinsizleri dahi susturacak bir kuvvette, Kur’anî bir metotla ispat eder.
Ayrıca; ibadet, sünnet, güzel ahlak gibi konuları, bunların neler olduğundan ve nasıl yapılacaklarından ziyade, neden yaşanması gerektiğini son derece ikna edici ve uygulamaya şevklendiren izahlarla ispat eder. Çünkü bunların nasıl yapılacakları zaten biliniyor ve kitaplarda mevcuttur. Önemli olan insanların bunlara inanması ve yaşamaya azmetmesidir. İşte Nurlar, bu noktaya hizmet etmektedir.
Kısacası Risale-i Nur, bütün iman ve Kur’an hakikatlerini, sarsılmaz delillerle ispat ederek çok kuvvetli bir imanı insanlara kazandıran ve tam sünnet-i seniyye üzere bir şuur ve yaşayışı temin eden manevî bir Kur’an tefsiridir.
(1) Mesnevî-i Nuriye