Soru

"Îmân ise ilimdir, vücûddur, ispattır, hükümdür. Her bir menfî mes’elesi dahi, bir müsbet hakîkatin unvanı ve perdesidir."

Ayetül Kübra Risalesinde geçen "Her bir menfî mes’elesi dahi, bir müsbet hakîkatin unvanı ve perdesidir" cümlesini misallerle izah eder misiniz? 

Tarih: 19.04.2025 23:39:19

Cevap

Şua'lar Mecmuasında geçen ilgili yer şu şekildedir:

"Hakāik-i İslâmiye'ye zıddiyet gösterip mübâreze eden küfrün mâhiyeti bir inkârdır, bir cehildir, bir nefiydir. Sureten isbat ve vücûdî görülse de, ma‘nâsı ademdir, nefiydir. Îmân ise ilimdir, vücûddur, ispattır, hükümdür. Her bir menfî mes’elesi dahi, bir müsbet hakîkatin unvanı ve perdesidir."[1]

İman ve ubudiyetle ilgili meseleleri müspet ve menfî olarak sınıflandıracak olursak her bir menfî meselenin arkasında müsbet bir hakikatin var olduğunu görürüz. Buna işaret eden bir âyet-i kerime şöyledir:

"Olur ki, bir şeyden hoşlanmazsınız ama o sizin için hayırlıdır."[2]

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için adalet ve ibadet misalleri ile Allah'ın selbî sıfatları üzerinde duralım:

Birinci Misal: Adalet iki kısımdır. Biri müsbet, diğeri menfîdir. Müsbet adalet, hak sâhibine hakkını vermektir. Fıtrî ihtiyaç diliyle yapılan dualara Rabbimizin cevap vermesi buna örnek gösterilebilir. Yani bütün canlılar hayatlarının devamı için zarurî olan ve kendi güçleri ile elde edemedikleri ihtiyaçlarını karşılaması ve en uygun vakitte vermesi için Cenâb-ı Hakk’a dua ederler. Örneğin bir arı, hayatının devamı için çiçek, su ve hava gibi şeylere muhtaçtır. Onun susaması ve acıkması gibi fıtrî ihtiyaçları bir dua hükmüne geçer. Bütün dualara cevap veren Allah, onun bu ihtiyaçlarını en güzel bir şekilde karşılar.

İkinci kısım adalet menfidir ki, haksızları terbiye etmektir. Yani haksızların hakkını, ta'zîb (azap vermek) ve tecziye (cezalandırmak) ile veriyor. [3] Tarihte Âd, Semûd gibi kavimlerin helak edilmesi ile zâlim ve kâfirler için cehennemin varlığı bu menfi adalete örnektir. İşte bu durum gayet âlî bir adâletin hükümrân olduğunu kat‘î bir surette gösteriyor. Demek menfi adalet tarzında zâlimleri, kâfirleri ve haksızları cezalandırmak adalet hakikatinin bir yansımasıdır.

İkinci Misal: İbadet iki kısımdır: Biri müsbet, biri menfîdir. 

Müsbet kısmı ma‘lûmdur. (İnsanın kendi hür iradesiyle sevap karşılığı olan namaz, oruç gibi ibadetleri yerine getirmesidir.)

Menfî kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle musibetzede zaafını hissedip Rabb-i Rahîm’ine ilticâ ederek teveccüh edip, onu düşünüp, ona yalvararak hâlis bir ubûdiyet yapar. Bu ubûdiyete riyâ giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musibetin mükâfâtını düşünse, şükretse, o vakit her bir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık bir ömrü uzun bir ömür olur.[4]

Demek herhangi bir hastalık, bela ve musibet geldiği vakit "mademki her şey Allah'tan" düşüncesiyle hareket ederek sabır ve şükürle karşılık verildiğinde bir çeşit ibadet hükmüne geçer. Şer gibi görünürken hayra vesile olur. Menfî bir durum söz konusu iken müsbet bir sonuç ortaya çıkmış olur.

Üçüncü Misal: Allah’ın selbî ve tenzîhî sıfatları, Allah’ın ne olmadığını ve neler yapmadığını, hangi özelliklere sahip olmadığını ifade eden sıfatlardır. Allah’ın bu sıfatlarından bir kısmını şöyle özetleyebiliriz:

Allah’ın anası, babası, eşi, çocuğu ve benzeri yoktur. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. İhlas suresi, Allah’ın bu niteliklerini bize bildirmektedir.

“De ki O Allah tektir. O Sameddir yani, hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır. Ondan çocuk olmamıştır yani O, kimsenin babası değildir. O doğmamıştır yani, O, kimsenin çocuğu değildir. Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.”

 "O'nun hiçbir ortağı yoktur…" (En’âm, 6/163).

 "O’nu ne uyuklama tutabilir ne de uyku" (Bakara, 2/253).


[1] Said Nursi, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2020, Şua'lar-1, s. 97.

[2] Bakara, 2/216.

[3] Said Nursi, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2020, Zülfikar, s. 45.

[4] Said Nursi, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2020, Lem'alar, s. 6.


Yorum Yap

Yorumlar