RİSALE-İ NUR

01.09.2025

14

Risale-i Nur'da Hıllet, Uhuvvet ve Fenâ fi’l-İhvân Düsturları

“Evet, münâfıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir plânı, böyle her biri birer zâbit, birer hâkim hükmündeki eşhâsı, müşterek bir mes’elede, böyle kaçınmak ve birbirini tenkîd etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırır, boğuşturur. ma‘nevî kuvvetlerini dağıttırır. Sonra kuvvetini kaybedenlere , kolayca tokatlar vurur..."

Risale-i Nur'da geçen ilgili metni izah eder misiniz?

* *

*** ***

03.09.2025 tarihinde sordu.

Cevap

İlgili metni kısım kısım açıklayalım.

Evet, münâfıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir plânı, böyle her biri birer zâbit, birer hâkim hükmündeki eşhâsı, müşterek bir mes’elede, böyle kaçınmak ve birbirini tenkîd etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırır, boğuşturur. ma‘nevî kuvvetlerini dağıttırır.

Müslüman gibi görünen ama Müslümanların ve aslında İslam'ın zarar görmesi için çalışan münafıkların geçmişte de çok tecrübe ettikleri başarılı bir taktiği vardır: İslamiyet adına Müslümanlar üzerinde etkili kişileri gergin ortamlarda bir araya getirip birbirlerini eleştirmelerini sağlar, ekip ruhunu parçalar; sonra da zayıflayan tarafa kolayca zarar verir. Bu mesele birlik ruhunu kökünden kopardığı için son derece önemli bir durumdur. Bu tarz meseleler halledilmeden başka hayırlı işlere devam edilemez. O nedenle öncelikle bu durumu iyi tespit etmeli ve hemen çaresine bakılmalıdır.

Mesela bir okul kulübü toplantısında toplantı ortamı gergin ve süre az ise; birisi: - sen zaten hep geç kalıyorsun! deyince diğerleri ve o kişi hemen savunmaya geçer ve mesele kişiselleşir. Devamında ise kalpler hemen uzaklaşır, proje yetişmez, ekibin morali bozulur ve birlikteliğe olan inanç kaybolur. Halbuki o topluluk mevzu bahis olan projeyi yapabilecek kabiliyete sahip yetenekli ve liyakatli bir topluluktur. Fakat nefsani duygular tahrik edilince ortaya çıkması beklenen azim (büyük) kâr ve mükâfat zayi olur. Büyük fayda beklenirken daha büyük zarar meydana gelir.

Sonra kuvvetini kaybedenlere , kolayca tokatlar vurur.

Batı düşüncesinin ve zalim idarecilerinin Müslümanlar üzerinde yüzyıllardır uyguladığı ve bizlerinde bu yüzyılda kulağına çalınan meşhur bir planı vardır: Böl, parçala ve yut. Bu taktik, ferasetin ve uyanıklığın olmadığı nice zamanlarda ve topluluklarda uygulandığında hep işe yaramıştır. Halbuki Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır:

Allah'a ve Resûlüne itâat edin; birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize korku düşer de (size heybet veren) rüzgârınız (kuvvetiniz) gider; o hâlde sabredin! Şübhesiz ki Allah, sabredenlerle berâberdir.1 

Bediüzzaman Hazretleri bu ayeti tefsir ederken mealen şöyle anlatır:

Doğru yolda olanlar, birliğin sağladığı kuvveti fark etmedikleri için birbirleriyle çekişir ve zayıflarlar. Yanlış yolda olanlar ise güçsüz olduklarını bildiklerinden, bir araya gelerek kuvvet kazanırlar. Bu zararlı ayrılığın çaresi, Kur’ân’ın “Çekişmeyin, kuvvetiniz dağılır” uyarısına ve “İyilikte ve takvada yardımlaşın” emrine uymaktır. Müslümanlar, ayrılığın İslâm’a büyük zarar verdiğini düşünmeli, kendi zayıflığını kabul edip hak yoldaki topluluğa fedakârca ve içtenlikle katılmalıdır. Kişi, benliğini ve gösterişi bırakıp samimiyete yönelmeli, böylece ihlâsı elde etmelidir.2 

Risâle-i Nûr şâkirdleri hıllet ve uhuvvet ve fenâ fi'l-ihvân mesleğinde gittiklerinden, inşâallâh bu tecrübeli ve münâfıkāne plânı da akîm bırakacaklar.

Bu cümle, kısaca şunu söylüyor: Risâle-i Nûr talebeleri gerçek dostluk (hıllet), samimi kardeşlik (uhuvvet) ve “benliğimi kardeşimde eritirim” (fenâ fi’l-ihvân) çizgisinde yürüdükleri için, kötü niyetlilerin “araya fitne sok, birbirini tenkit ettir, gücü dağıt” planı tutmayacak, boşa çıkacak. Yani oyun şudur: Enaniyeti kışkırt, küçük tartışmaları büyüt, ekip ruhunu parçala. Çare de şudur: benliği küçült, sevgiyi büyüt, kardeşinin izzetini kendi izzetin bil. Bu hâl, fitnenin yakıtını keser.

“Hıllet” sadece arkadaşlık değildir; içine vefa, güven ve sırdaşlık katılmış derin bir dostluktur. “Uhuvvet” ise aynı imanın verdiği bağ ile birbirini Allah için sevmek, kusurda değil meziyette durmaktır. “Fenâ fi’l-ihvân” ifadesi de, “Ben merkezli bakışı geri çekiyorum; kardeşimin onurunu, başarısını kendi onurum ve başarım biliyorum” demektir. Böyle bir iklimde suçlayıcı dil yerine çözüm dili, kıskançlık yerine takdir, gıybet yerine dua ve destek hâkim olur. O zaman da nifakın en çok beslendiği alan—yani kırıcı sözler, gizli hesaplar ve gruplaşmalar—kurur.3 

İslam tarihinden canlı bir örnek düşünelim: Medine’de Muhâcir4  ve Ensâr5  kardeş ilan edildiğinde, malını evini paylaşanlar çıktı. Bu sırada münafıklar eski kabile kavgalarını kaşımaya çalıştılar. Hatta bir mecliste “Evs–Hazrec” rekabetini hortlatacak sloganlar atıldı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hemen araya girmesiyle iki taraf da sarılıp barıştı. Eğer hıllet ve uhuvvet yerine asabiyet (kör tarafgirlik) yükselseydi, o kıvılcım Medine’yi yakardı. Fakat kardeşlik şuuru öne geçtiği için plan akîm kaldı, yani boşa çıktı.

Uhud’da da benzer bir tabloyu görürüz. Savaş öncesi münafık lider Abdullah b. Übeyy üç yüz kişiyi geri çeker; amaç moralleri bozmak, orduyu bölmektir. Geriye kalanlar “biz” şuurunu koruyup Resûlullah’ın (s.a.v) emrine sarıldıkları için sarsılsalar da dağılmazlar. Daha sonra ifk hadisesinde—Hz. Âişe validemize atılan çirkin iftira—münafıkların hedefi yine aynıydı: güveni kırmak, kardeşliği çökertmek. Sahâbe-i Kiram acele hüküm vermedi, dilini tuttu, vahyin rehberliğini bekledi. Kardeşinin haysiyetini kendi haysiyeti gibi koruyan bu tavır “fenâ fi’l-ihvân”ın pratik karşılığıdır ve fitnenin zehrini etkisizleştirmiştir.

Risâle-i Nûr’da yer alan İhlâs Risalesi6  ve Uhuvvet Risalesi7  bu tarihî dersleri bugüne taşır. "Kardeşinin meziyetini kendinden üstün gör, kusurunu ört, nasihati kırmadan söyle, karar çıktı mı dışarıda tek yürek ol." Böyle bir ruhta münafıkâne taktiklerin tutunacağı zemin kalmaz; çünkü o taktikler “ben, benim, bana” ile çalışır. Halbuki bunlar yerine: “Biz, bizim, Allah için” hâkim olunca, kavga dağılır; hizmet toparlanır.

İslam'a hizmet eden insan için bunun en sade formülü şudur: Birlikte yürüdüğün arkadaşının onuruna kendi onurun gibi sahip çık; hatayı kişiye değil yönteme/davranışa bağla; takdirde cömert, tenkitte âdil ol, hatta mümkünse tenkit etme. İşte o zaman, “inşâallah o plan akîm kalacak”—yani işe yaramayacak.

  1. Enfal, 8/46

  2. Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s.162

  3. Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s.169-170

  4. https://islamansiklopedisi.org.tr/hicret

  5. https://islamansiklopedisi.org.tr/ensar

  6. Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s.166

  7. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s.108


Paylaş

Facebook'ta paylaş

Whatsapp'da paylaş

Yorumlar (0)

Yorumunuz

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız