Kulu istedi diye Allah razı olmadığı kötülüğü yaratıyorsa, Allah kendine haksızlık yapıpta mecburiyete düşmez mi? Allah razı olmadığı şeyi yaratarak kulunun isteklerine esir olmaz mı? Çünkü bizler razı olmadığımız şeyleri yaparsak, hem psikolojik olarak hem de kanunlara göre esir olduğumuz kabul ediliyor. Allah kötü şeyleri yarattığı için, kötü olarak sorumlu tutulmuyorsa, o zaman razı olduğu iyi şeyleri yarattığı için, Allah nasıl iyi olabilir? Ya da nasıl iyi ve güvenilir olduğu anlaşılabilir? Allah güç sahibi diye korkup ta Allah'ın doğru olduğunu kabul edersek, doğruluktan şaşmış olmaz mıyız? Doğruluktan şaştığımız için, Allah bize demeyecek mi benden korkup gücüme boyun eğdiniz ve bu yüzden doğruluktan şaştınız, yazıklar olsun size, demez mi? Bu hayatta bile güçlü olan haklıysa, o zaman Allah'ta güçlü olduğu için haklı mı oluyor? Eğer güçlü olmasından dolayı Allah haklıysa, insanlara nasıl diyebilir ki güçlü olmanız sizi haklı yapmıyor?
Biz sizin yazınızı nasıl ciddiyetle onlarca kez okuyup anlama gayreti içinde çırpınıyorsak lütfen siz de bizim yazılarımızı o derece sabırla ve titizlikle defalarca okuyunuz. Bu soruların sahibi kim ise, anlaşılan o ki zihin dünyasında bu tarz meseleleri büyüterek iç alemini bir çıkmaza sokmuş görünüyor.
Sevgili kardeşimiz şunu bir daha ısrarla vurguluyoruz. Eğer bu dünyadan sonra insanlık için herhangi bir ebedi hayat yoksa haşa her şey karanlığa ve zulme dönüşür. Yani ahiretin varlığını ve olacağını hesaba katmadan bu tarz sorular sormaya gerek yoktur. Çünkü dünya, işte o zaman tamamen zulüm içindedir denilir. Bu dünya hayatı ne kadar acı, sıkıntı ve ızdırablı da olsa EBEDİ BİR HAYAT kavramı tüm soru ve sorunların bir hiç olduğunu isbat eder. Fakat zihin dünyasında farkında olmadan AHİRETİ UNUTARAK veya GÜNDEME TAŞIMAYARAK sorulacak her sorunun manasız olduğunu ve cevaplamaya değer görülmeyeceği açıktır. Yani ızdırab çeken bir adam görüldüğü zaman ahireti düşünmeyip ebedi bir mükafatı görmezden gelip geçici sıkıntıları onun için zulüm olarak görmek ahireti bilmemenin doğurduğu bir cehalettir maalesef. Üstelik o sıkıntı çeken adama gidip “ahiret yokmuş çektiğin zulüm ve sıkıntılar yanına kaldı, biz o sıkıntılara düşmediğimiz için şanslıymışız, çünkü öbür taraf olmadığı için biz lezzet içinde siz de sıkıntı içinde öleceksiniz” denirse inanın ki bu görüşe ilk karşı çıkması gereken kişiler onlar olacaktır hatta sakat ve mağdur olan insanlar zevk ve safa içinde olanlardan daha çok ahiretin varlığını arzu ederler. Çünkü o sıkıntı ve azâb içindeki adam isyan etse bile içinden, körse göz, elsizse el, sakatsa ayak ister. Onlar da koşmak eğlenmek gezmek dolaşmak ister,” yani hep içinde bu arzularla yaşar. İşte ahiret olmazsa o zaman asıl zulüm meydana gelir. Fakat bu dünyayı TEK YERLEŞİM YERİ GİBİ görüp soru ve sorunları gündeme getirmek inanın ki dünya hayatının gayesini amacını anlamamak ve ahiret hayatını bilmemekten kaynaklanıyor. Dünya hayatı ile ilgili zulüm, ızdırab, haksızlık gibi kavramların temelinde ebedi hayatı anlamamak yatıyor. (diğer yazımızda genişçe izah etmiştik. link)
Madem Allah var diyoruz. Mutlak güç sahibidir. İstediğini yapacak güç ve kudrette olduğunu biliyoruz ve öyle iman ediyoruz. Biliyoruz ki Allah, kulun her istediğini bazen yaratır veya yaratmaz (yani mutlak irade sahibidir, yaratıp yaratmamak onu elindedir, yaratma mecburiyetinde değildir, ileride değinilecek) bizi imtihan dünyasına o göndermiş. Farklı ülkelerde, farklı ırklar içinde farklı cinsiyetlerde yaratmış. Yani Allah’ın bu güç ve erkte olmasından yola çıkılarak imtihan dünyasında anlayamadığımız (her birinin ayrı hikmeti var) meseleler üzerinden Allah’ın adaletini ve iyiliğini sorguluyoruz. Fakat bu vasıflardan yola çıkarak Allah’ın iyi olmadığı sonucuna gitmek ve bunun için çaba sarf etmek son derece mantıksızdır. Soru içinde çelişki meydana getirir. Çünkü böyle bir Allah (c.c) insanlara zulmetmek isteseydi haşa bu kadar oyuna, senaryoya güya o yapmıyormuş gibi kendisini gizlemesine gerek duyar mıydı? Güya kendisini insanlara kötü göstermemek adına bahanelerin ardına mı sığınacaktı? Hem mutlak derecede zulmedecek kudrette olacak, hem de zulmetmekten birileri ne der acaba diye çekinecek? Bu aynı anda hem gündüz hem de gecenin iç içe olduğunu kabul etmek gibidir. Yani zulmü seven zulmetmek isteyen, eğer sınırsız bir güç ve iktidar sahibi ise hiç kimseden korkmadan ve bahanelerin ardına sığınmadan istediği gibi zulmederdi. Bu kadar zulmü seven ve de bunu isteyen zat zulmün en büyüğünü ve de en işkencelisini keyfi için çekinmeden yapardı. Çünkü sınırsız güç ve kudret, zulümde sınırsız bir kişinin elinde olsaydı zulmü de sınırsız olurdu. Onlara zaman ve mühlet tanımazdı. Onlara asla bir şans tanımazdı. Onlara yarım yamalak değil azapların en şiddetlisini tattırırdı. Yani biraz zalim birazcık da adil olamaz. Ya tam adildir ve iyidir ya da haşa tamamen zalimdir. (Yapılan yanlışlara ceza vermek hâkimin iyi olmadığına değil aksine iyi olduğuna bir delildir. Çünkü adaleti ikame ettiği için mazlumun hakkını koruduğu için mutlak iyidir.)
Şimdi inandığımız Allah’a, bizim inanç yapımızdan yola çıkarak eleştirenleri yine bizim inanç penceremizden bakmaya davet ediyoruz. Bakıyoruz ki ilk yaratıldığımızda bir ateşin içinde ızdırab ve işkence içinde bağırıp çağırarak uyanmadık. Mesela suyun ve yiyeceğin olmadığı bir yerde yanarken “Biz neredeyiz? Bizi kim ve niçin yakıyor? Bu azabın sebebi nedir? Bunca varlıklar neden işkence ve azabın her türlü çeşidine giriftar olmuşlar? Kendi azabımız yetmezmiş gibi başkalarının azabını görmek bu acıyı daha da artırıyor? Cevap yok mu? Kimse sesimizi duymuyor mu? Fakat cevap yok, izah yok, açıklama yok, yok yoka karışmış ve de azap devam ediyor. Görmediğimiz birisi bize bu azabı yapıyor ve biz hiçbir şey yapamıyoruz. Hatta bunlar yetmezmiş gibi işkence çekenler birbirlerine de saldırıyor ateşlerine ateş katıyorlar fakat hiç kimse bu zulme bir dur demiyor, çünkü sonsuza kadar bu böyle devam edecek. Zulmü seven elbette zulme rıza da gösterir. Yani ayrıca bir ceza, mükafat ve sorgu yeri de görünmüyor. Bu zulmedenlere kim hesap soracak? Kim hak ve haksızı birbirinden ayıracak?... Sorular, sorular sorular… ve sonsuza kadar cevapsız sorular…. Azap veren bu sükût hiç bitmeyecek. Ve bir cevap gelmesini beklemek (ki sonsuza dek sürecek nedeni belli olmayan bir azabın içinde sebebini bilmediğiniz bir azabı çekmek ve hiçbir zamanda bir cevap gelmeyeceğini anlamak herhalde azabı daha da şiddetlendirecektir).”
Veya bir cevap gelse “ben size zulmetmek isteyen bir tanrıyım ve bundan da zevk alıyorum, kâinatta sizden başka kimse yok, SİZİ YAKMAK VE AZAB ÇEKTİRMEK İÇİN YARATTIM. Ve sizi sonsuza kadar da yakmaya ve acı çektirmeye de devam edeceğim” dese böyle zalim ve de sonsuz güç ve kudret sahibi birine ne hak dava edebilirdiniz. Zaten size açık açık zulmetmek istediğini söyleyen birine hak dava etmek itiraz etmek ne kadar saçma olurdu değil mi? Fakat bakıyoruz ki bugün sadece şu fani ve kısa süreli duracağımız yeryüzünde sayısızca nimetler bulunuyor. Ve bize belli bir yaşam süresi lütfedilmiş. İnanmamız için 124 bin peygamber ve 124 milyon civarında da evliyalarla bizi uyarmış ve de uyarmaya devam ediyor. Ve sonrasında da ebedi bir gençlik ve de sınırsız nimetlerle dolu herkesin mutlu ve sağlıklı olduğu ve de imtihanın olmadığı “CENNET”e çağıracak, böyle bir bu zat nasıl olur da merhametli olmaz. Kısacık bir dünya zahmetine karşılık EBEDİ BİR HAYAT onun şefkat ve merhametini ve de MUTLAK İYİ olduğunu göstermeye yeter de artar. Mesela yeryüzünde şairlere yazarlara ilham veren, mevsimlere, gece ve gündüze, binlerce rengârenk, çeşit çeşit kokulu çiçeklere, ağaçlara, denizlere, gökyüzüne, yıldızlara, aya ve güneşe önyargısız tüm ruhuyla kendini ona bırakan biri Allah’ın ne kadar merhametli ve şefkatli olduğunu görecektir. Fakat kafasını klozetin içinden çıkarmayan biri o muazzam sarayın mükemmel dizayn edilmiş tasarlanmış tanzim ve tefriş edilmiş odalarını maalesef hiçbir zaman göremeyecektir. Koskoca bir sarayın içinde sadece tuvaletlere bakarak, o sarayın padişahı hakkında fikir yürütmek ne kadar da aptalcadır. Hâlbuki ki o tuvaletlerin de bir hikmeti vardır.
“Kulun kötü fiillerini yaratmak yaratıcıyı kötü yapmaz. Bu imtihanın bir gereğidir. Zaten anlaşılmayan mevzu da budur. (Özgür iradenin ne olduğu ve niçin verildiği de diğer yazımızda genişçe anlatılmıştı.”)
“Şimdi soruda ki önemli bir mantık hatasını da burada izah edelim. Haksızlık yapacak bir tanrı, kula neden özgür irade versin ki? Hem bu nasıl bir haksızlıktır ki her isteyen kul kötülük yapmayı bırakabiliyor? Haksız olan haksızlığı seven ve isteyen bir tanrı, kulun iyilik yapmasını da yaratmayabilirdi. Sorunuza tersten bakarsak “HEM TANRI KÖTÜLÜĞÜ YARATTIĞI İÇİN KÖTÜ ve AYNI ZAMANDA İYİLİĞİ YARATTIĞI İÇİN DE İYİ OLMASI GEREKMEZ Mİ? Neden kötülüğün yaratılışında tanrıyı kötü ve mecbur biliyorsunuz da yarattığı iyilikleri görüp te o iyidir demiyorsunuz? Çünkü kötüdür demek daha çok işimize geliyor. O zaman Allah kulların fiillerini yarattığı için “hem iyidir” “hem kötüdür” de diyemeyeceğimize göre ya “iyidir” veya haşa “kötü” dür demek zorundayız. Peki Allah’ın “mutlak iyi” veya haşa “kötü” olduğu sonucuna nasıl ulaşacağız. İşte burada ÇOK VAHİM BİR BİLGİ EKSİKLİĞİ var ki bu da başka bir yanlışı ve bu yanlış ta bir başka soru veya sorun doğurmuş maalesef. Siz yine ortaya kendi anlayışınıza göre yanlış bir yargı koyup onun üzerine yine başka bir yanlışı koymaya çalışmışsınız. Allah’ın iyi ve kötü olduğunu neden, illaki ısrarla “kulların özgür iradeleri ile yaptıkları fiillere” bağladığınızı anlamak mümkün değil. Hâlbuki kısaca “Allah mutlak iyi midir” diye bir soru gelseydi daha MANTIKLI VE DAHA SAĞLAM bir soru olurdu.
“Allah’ın iyi veya kötü olduğunu özgür ve hür olan kulların filleri üzerinden düşünmek” başlı başına büyük bir hatadır. İğneyi samanlığın dışında aramak gibidir. Zaten adı üstünde sorumluluk kulların kendi istek ve fiillerinden doğar. Çünkü imtihan bu şekilde gerçekleşiyor. Kendi iradesi ile kötülüğü isteyen ve bunu arzu eden bir kulun, kötülük işlemesi üzerinden, imtihan gereği sırf bu iradeyi yaratması ile Allah’a iyi veya kötü bir sıfat yakıştırmaya çabalamak yanlıştır. Başkasının kendi iradesiyle yapmış olduğu suçtan dolayı diğer bir kişi neden mesul olup suçlansın ki? Hediye aldığı bir araba ile kaza yapan bir kişiye bakıp, suçu hediyeyi verene atmak ne kadar mantıksız ve saçma ve insafsızlıktır.
“Yani fiillerin yaratılması ayrı bu fiillere karşılık gelen ceza ve mükafatın verilmesi ise ayrıdır” bir konudur. İkisi aynı çatı altında değerlendirilemez. Bu çok ciddi bir hatadır. Maalesef bu karıştırıldığı için soru yanlış sorulmuştur. Yani Allah’ın iyi ve haşa kötü olduğu, kulların fiillerinin yaratılmasıyla değil “onların fiillerine verilen karşılıklarla, ölçülür”.
Mesela falan hâkim iyi midir kötü müdür.? Nasıl anlarız? bu hâkim iki şoföre bir görev için ayrıca birer araba vermiş olsa bunlardan biri kuralları ihlal etse, kaza yapsa diğeri ise kurallara uyarak hareket etse olaya bakışımız nasıl olurdu? Evet hâkimin her iki şoföre araba vermesi, onlara gidecekleri yer için imkân hazırlaması onun iyiliğini ve merhametini gösterir. Çizilen rota ve haritalardan, nasihat ve tavsiye içerikli notlardan da yola çıkarak hâkimin iyi olduğu anlaşılabilir.
“Dışarıdan bakıldığında arabadaki şahısların kendi iradeleri ile sergiledikleri tavırlardan hâkim ile ilgili bir yargıya ulaşmak mümkün görünmemektedir. Çünkü hâkim onların davranışlarını zoraki olarak yönlendirmiyor. Onları iradelerinde kendi isteğiyle serbest bırakmıştır.”
“Iman gözlüğü ile olaya baktığımızda olayın boyutları değişir. Kimseye zarar vermeden hareket eden şoför için “hâkimin verdiği araba ve çizilen rota ve de tavsiye ve teşvik sayesinde başarıyla vazifesini yaptı” denir. Yani o şoförün başarısının altında hâkimin ihsan ve iyilikleri göze çarpmaktadır.”
“Fakat trafiği alt üst eden diğer şoföre bakıp suçu hâkime vermek ve onu suçlu ve kötü görmek nasıl bir mantıktır. Halbuki zarar veren o şoföre, güzel bir şekilde gidip gelmesi için tüm iyilikler ve imkanlar sunulmuştu. O da diğer şoför gibi kurallara uyarak kimseye zarar vermeden hareket edebilirdi.”
“Kaza yapan şoför arabadaki direksiyonun 60 derece hareket etme özelliğinden dolayı hâkimi kötü olarak niteleyemez. Fakat o hâkim, ona devlet malına zarar verdiği için adaleti ile hareket eder ve layık olduğu cezayı verir. Bu ceza hâkimin zalim değil adil ve de iyi olduğunu gösterir. Çünkü adalet iyiliği gösterir. Belki o hâkim o adamın cezasını hafifleterek merhamet de gösterebilir. Hatta suçunu tamamen de affedebilir.”
“Sırf “direksiyonun sağa sola dönme özelliğinden dolayı ben karşı şeride geçtim” deyip suçu arabanın sahibine veya mühendisine atamazsınız. Çünkü direksiyonun o özelliği virajlarda dönmek için verilmişti, yoldan çıkmak için değil.”
“Özgür irade sahibi olan o şoförlerin sevap ve günahları hâkimin iyiliği ve kötülüğü hakkında insanı derin bir yanlışın içine sürükler. Çünkü onlar kendi iradeleri ile hareket etmektedirler. Özgür ve serbest olan bir şahsın hareketleri ile ancak kendileri hakkında bir sonuca ulaşabiliriz. Gerçekten hâkimin nasıl biri olduğunu da “önceden verdikleri” ve “şu an verdikleri” ve de “sonradan verecekleri” ile ölçebiliriz.” (Yani o Allah ’ki hayat ve varlık vermiş hayatı devam edecek sayısız nimetler vermiş ve de ebedi cenneti verecek.)
“Allah size bir el vermiş bununla tokat da atabilirsiniz selam da verebilirsiniz. Fakat “neden benim tokat atabilme yeteneğim var” ve “ben bununla yanlışa düşüyorum” diyemezsiniz. Çünkü o zaman özgür olamazdınız, imtihan ve sınavın bir anlamı da kalmayacaktı. (Diğer yazıda genişçe izah edilmişti) fakat o tokat atma yeteneği zulmetmek için değil bir hayat kurtarmak için verilmiştir. O tokat atma yeteneği ile uyuyan bir otobüs şoförüne atacağınız okkalı bir tokat ile onlarca insanın hayatını kurtarabilirsiniz. İnanın o şoför uyandığında size hayır dua edecektir.”
“Allah zaten en başta imtihan tarzını ve şeklini belirlemiş. Özgür irade sahibi varlıkların kendi irade ve hürriyetleri ile sınavı kazanmalarını istemiştir. Bunun için de Allah hayra götüren yolların kapılarını ağzına kadar da açmıştır. Kapıların kapanabilir olma özelliğinden dolayı birileri hayra giden yolu kapatmadığı müddetçe hayır devam eder. Fakat birileri özgür iradeleri ile o kapıyı kapatırsa o zaman o hayır şerre dönüşür. Kapının “açılır ve kapanır” olma özelliği kapı sahibini kötü yapmaz. Onu kapatanı kötü yapar. Hâlbuki o kapı kapatılmasaydı o hayır ve iyilik kapıları hep açık kalacaktı. (Hastalık bela ve musibetler ayrı olarak değerlendirilir. Biz burada sadece kulun kendi iradesi ile işlediği günahı anlatıyoruz. Yoksa bela ve musibetler insanın kemali ve imtihanı için uygun ve de güzeldir. Diğer yazımızda genişçe izah etmiştik)
“Kulun kendi serbest iradesi ile ortaya çıkan bu kötülüklerde “imtihan gereği” “serbest olma ilkesi” yaratıcıyı değil onun yaratılmasını isteyeni kötü yapar. Ve sadece bunu yarattığı için de Allah kötülüğü istedi ve bunu da zoraki olarak yarattı denemez”. Eğer böyle serbest irade neticesinde kulun istediği hiçbir fiil yaratılmayacak olsa yine defalarca tekrar ettiğimiz gibi imtihanın ne anlamı kalırdı. Çünkü imtihan gereği kul bir adamı öldürmek için ateş etse Allah bu neticeyi yaratabilir. Eğer bu haksızlık ve zulüm olan davranış yaratılırsa Allah’a kötü denebilir mi? İmtihan ne demektir? kulları serbest iradeleri ile dünya hayatında bir müddet tutmak demektir. İster iyilik yapalım ister kötülük ahirete kadar Allah bize müsaade etmiştir. Eğer bizi serbest bırakmasaydı o zaman da “ey Allah bizi neden zoraki sevap işleterek zoraki itaat ettiriyorsun.” Allah’ta ben sizi serbest bıraksam günah işleyeceksiniz” dese biz bu sefer yine “ama zoraki bir itaatin ne kıymeti var, bizi serbest bırak bize güvenmiyor musun” diye bir sürü özgürlük palavraları dinleyecektik. Bu sefer de Allah zoraki olarak irademizi elimizden aldığı için tekrar tekrar itiraz edecektik”. (Geçen yazımızda genişçe izah etmiştik, fakat maalesef yazımızın iyice okunmayıp hazmedilmediği anlaşıyor)
“Bir öğretmen tüm sınıfın iyi not almasını istiyor. Fakat bazı öğrenciler iyi bazıları kötü not alıyor. Sırf not verdi diye öğretmen kötülenebilir mi? Kötü not alanlar “- öğretmenim, sınavda bizim yanlış ve kötülük yapmamıza müsaade ettiniz ve üstelik buna göz yumdunuz. Bizi doğru cevapları işaretlemekte ZORLAMADINIZ, hâlbuki ki biz sizi iyi bilirdik, fakat kötü not almamızın sebebi sizsiniz. Siz bizim iyi not almamızı isteseydiniz biz elbette iyi not alırdık” gibi itirazların saçmalığı ortadadır. Bu itirazlar elbette “İMTİHAN VE SINAVIN GEREKTİRDİKLERİ” meselesinin bir türlü anlaşılmak istenmediğini gösterir. Şimdi çalışmayıp kötü not alan öğrenciler sınavda iken, öğretmen onların kalemlerini ellerinden alıp soruları işaretlese sınavın ve imtihanın ne manası kalırdı. Demek ki öğretmenler yanlış ve kötü işaretlemelere müsaade ettiği ve de kötü not verdiği için kötüdür demek de ne kadar da saçma ve değersiz bir iddiadır.
Sınavlara çalışmayan ve ödevini yapmayanlar her zaman okulların tatil olmasını öğretmenlerinin hasta olmasını bekler dururlar. Sınavın olacağını veya bunu iddia edenlere karşı sırf çalışmadıkları ve tembellik ettikleri için sınavların bir zulüm ve haksızlık olduğunu anlatıp dururlar. Vicdanlarını bir nebze “hak talebinde bulunma eylemi” ile tatmin etmeye çalışırlar. Halbuki çok iyi bilmektedirler ki hesap günü kaçınılmazdır. Fakat içten içe bir sürü bahaneler, kıymetsiz argümanlar ve sahte deliller üretmeye ve onunla da kendilerini avutarak hesap gününde kendilerini savunacaklarını düşünürler. Akıllarına ebedi cennet ve güzellikler, sayısız nimetler geldiğinde “keşke olsa da biz de gitsek”, “belki de vardır”, “aslında ebedi hayat neden olmasın ki”, gibi kalbinden ve vicdanından gelen, dindirilemeyen şiddetli arzularla ebedi hayatın olmasını ister. Fakat iş ibadet ve itaat etmeye gelince de “belki yoktur” “hatta olmamalı” gibi ibadetin hafifliğini anlamayıp, zümrüt ve incileri taşımaktan içtinap eden huysuz eşekler gibi sızlanmaya başlarlar.
“Ateşin veya demirin varlığından dolayı silahların yapılması evlerin yakılması ebetteki insan iradesinin suçudur. Biliyoruz ki Allah ateşi ve demiri insanlığın faydası için yaratmıştır. Ateşle yemek pişirir ve ısınırız. FAKAT ATEŞİN YARATILMASI ŞER DEĞİL ONU ZARARLI HALE GETİRMEK ŞERDİR. Ateşin binlerce hayati faidesi varken aslında bir nevi ademi olan görünmeyen ortaya çıkmayan hayali bir şerrinden dolayı ateşe şerdir denilmez. Fakat insan iradesi oradaki ademi şerri ortaya çıkarıp çevreye zarar verebilir.”
“Kulun iradesi ile yaptığı basit bir iyiliğe karşılık verilen ücret o kadar büyüktür ki kul bu basit amelin karşılığında çok büyük bir ücret almasını Allah’ın iyiliğine bağlar. Allah kulunun o basit ameline o kadar çok değer ve kıymet verir ki, hatta Allah o iyi fiili yaratmasa bile kulu istemiş olduğu için ona sevap yazar, fakat kötülük istese yaratılmazsa günah da yazılmaz.”
“Mesela bir tarlaya aylarca bakım yapılmış, sürülmüş, tohumlar ekilmiş. Bir adama da sadece zamanı geldiğinde suyu açma vazifesi verilmiş. Eğer o adam musluğu açsa tarlada büyük bir hasat olsa “benim sayemde bu hasadı aldık” diyemez. Çünkü o hasadın elde edilmesi için yüzlerce şart lazımdır. Mesela güneş, tohum, toprak atomlar moleküller gibi sayısızca şarta ihtiyaç vardır. O adamın suyu açma eylemi o şartlardan sadece biridir. Tek bir şarta sahip çıkıp bu büyük netice benimdir diyemez. Fakat suyu açmasa o tarla kurusa tüm suç o suyu açmayan kişiye aittir. Çünkü o üzerine düşen vazifeyi yapmamakla büyük bir şerre ve kötülüğün doğmasına sebep oldu. Evet kulun yaptığı iyilikler Allahtan kötülükler ise kuldandır. (Kötülüğün kulun isteği üzerine Allah tarafından yaratılması üstte anlatılmıştı) O yüzden Cennet lütfu ilahidir, Cehennem ise adl-i ilahidir, denilmiştir. Yani biz cenneti Allah’ın lütfu ve bereketi ile kazanırız cehennemi ise kendi irademizle kazanırız.
“Kulun istediğini yaratmaya mecbur olduğunu kim söyledi? Kendiniz bir yanlış yargı ortaya koyuyorsunuz sonra o yanlış yargının üstüne başka yanlışlar koyarak ilerlemeye devam ediyorsunuz. Allah kulunun istek ve iradesini yaratmaya MECBUR DEĞİLDİR. Bizim arzu ve isteklerimizi yaratacağını söylemesi mecburiyetten değil onun kendi rızasındandır. Yaratacağını söylemesini ve bunu ifade etmesi onun mecbur olduğu sonucunu doğurmaz ki. Mesela çok zengin bir adam bir fakire “arzu ettiğin şeyleri söyle sana alayım” dese cahil ve ahmak bir adam “bu zengin adam bu fakirin her istediğini almaya mecburdur. Çünkü o zengin ona istediği şeyleri alacağını söyledi” dese o zenginin o fakire gösterdiği merhamet ve şefkatini ve de adaletinin anlaşılmadığı sonucu ortaya çıkar. O zenginin o fakirin istediğini yapacak bir mecburiyete düşmesi artık onu zengin yapmaz çünkü güç ve para artık o fakirin kontrolüne geçmiş demektir.”
Eğer Allah kulun istediğini yapmaya MECBUR İSE o zaman o Allah haşa Allah olma vasfını kaybederek kulun emir ve itaati altına girer. Basit bir kulun emrine boyun eğen ve buna mecbur olan bir varlık nasıl tanrı olabilir merak ediyoruz doğrusu. Üstelik MECBUR olabilecek kontrol altına alınabilecek bir tanrı nasıl olur da YARATABİLİCEK GÜÇTE olabilsin veya YARATMIŞ OLSUN. BU GÜÇÜN HEM SINIRSIZ OLMASI HEM DE SINIRLI BİR İRADENİN BOYUNDURĞU ALTINA GİRMESİ düşünülemez. Başkasının kontrolüne ve MECBURİYETİNE boyun eğmiş bir tanrı haşa sonrasında nasıl olur da onları hesaba çekebilir? Onları cennet ve cehenneme nasıl sevk edebilir? Yine her fiili yaratacak bir güçte olan bir tanrı için, başkasının emri altında MECBUREN yaratıyor denebilir mi?
“Haksız olacak bir tanrı neden bu kadar bahanenin arkasına sığınsın ki? Sonuçta, tanrı istediğini yapabilir. Hem bu haksızlığı isteyen tanrı nasıl oluyor da birçok insanın iyiliği işlemelerine engel olmuyor. Hâlbuki ki açıkça görmekteyiz ki bizler hayır ve sevap işleyebiliyoruz. Hatta yapacağımız iyilik gerçekleşmese bile sevap yazıyor. Fakat yine bizim isteyip yaratmadığı kötülüklere de günah yazmıyor)
( Soru)Allah güç sahibi diye korkup ta Allah'ın doğru olduğunu kabul edersek, doğruluktan şaşmış olmaz mıyız? Doğruluktan şaştığımız için, Allah bize demeyecek mi benden korkup gücüme boyun eğdiniz ve bu yüzden doğruluktan şaştınız, yazıklar olsun size, demez mi? Bu hayatta bile güçlü olan haklıysa, o zaman Allah'ta güçlü olduğu için haklı mı oluyor? Eğer güçlü olmasından dolayı Allah haklıysa, insanlara nasıl diyebilir ki güçlü olmanız sizi haklı yapmıyor?
Evet yine yanlış bir algı ve o yanlışı takip eden diğer yanlışlar. Sevgili kardeşimiz ilk cümle zaten hatalı ve bu da hata diğer hataları doğuruyor.
Evet Allah güç sahibidir. Onun bu gücü bizi değil zalimleri korkutur. Onun bu gücü bizim için huzur ve emniyettir. Devletin polis gücü mazlumlar için güvendir. Hırsızlar içinse korkudur. Onun bu gücü bizi her türlü zorbalıktan ve haksızlıktan arındıracağı bir gün de mazlumların ve haksızlığa uğramışların sığınağı olacaktır. Onun bu sınırsız gücüne iman etmek insana korku değil güven ve sevgi ihsan ediyor. Onun bu gücü ile biliyorum ki beni ebedi yaşatabilir. Sorudaki ilk mantık hatası maalesef diğer mantıki yanlışlara sebep olmuş.
Bizler Allah’ı zati itibariyle severiz. Bizim onu sevmemize ihtiyacı da yoktur. Hiçbir mümin Allah’ı haşa zalim ve zorba gibi gördüğü için boyun eğmez. Zaten samimi olmayan bir itaati Allah kalbleri bildiği için kabul de etmez. Allahtan korkmak demek haşa bir canavardan korkmak gibi değildir. Böyle bir sevgi olur mu? Hiçbir müminin zihninde haşa eli kırbaçlı bir tanrı inancı yoktur. Allahtan korkmak demek bir sevgiliyi bir anneyi üzmekten korkmak gibidir. Zaten biz müminler Allah’ın sınırsız şefkat ve merhametini bilerek severiz. Ondaki sonsuz güzellikleri görerek iman ederiz. Bize karşı ne kadar şefkatli olduğunu bize ne kadar çok acıdığını idrak ederek itaat ederiz. İtaatimizin içinde sizin bildiğiniz gibi korku yoktur. Tam aksine tarifi çok zor çok lezzetli ve şirin bir o kadar da tatlı bir muhabbet vardır. Gerçek iman da budur. İlk başta eksik bir nazardan kaynaklı cennet için veya cehennem eksenli ibadet edilebilir. Çocuklarda da bazen teşvik için şeker ve caydırmak için bir cezayı hissettirirsiniz. Çocuk büyüdükçe anne babasını artık şeker ve ceza için değil sırf gerçek bir muhabbetten dolayı sevmeye başlar. Aynen bunun gibi kulun makam ve dereceleri arttıkça fikirlerinde aydınlanma ve ilerleme ziyadeleştikçe Allah-u Teala’yı sadece ve sadece kendi rızası için sevmeye başlar. Eğer korkudan dolayı samimi olmayan bir sevgiye sahip olsaydık yine başka bir korku tarafından da bu sevgiden vazgeçirilebilirdik. Yani başka bir korku bizi ona itaat etmekten vazgeçirebilirdi. Bunun tarihteki örnekleri çoktur. Mesela sırf Allah’a itaat eden biri öldürülmeyi, idam olmayı, yıllarca hapis ve sürgünlerde kalmayı hiç çekinmeden kabul edebiliyor. Bu nasıl bir sevgidir ki başka bir KORKU onu Allah sevgisinden uzaklaştırmıyor. Burada bir menfaat ve gizleme yok GERÇEK BİR SEVGİ vardır. Görmeyen göze, dinlemeyen kulağa, anlamayan kalbe ne söylenebilir. Allah’ın istediği itaat ve sevgi de budur. Bizler çocukluğumuzdan beri bu sevginin üzerine iman ettik. Ebetteki annemizin rahmet kucağını bildiğimiz gibi tokadının tadını da biliriz. Babamızı çok sever ve saygı duyarız fakat ona karşı yanlış yapmaktan da korkarız. Ve onun tokadının bizi eğitmek ve bizi doğru yola sevk etmek için olduğunu da biliriz ve bunun bizim hatamız olduğunu algılayıp gocunmayız. Pişmanlık ve üzüntü ile af dileriz. İşte insanı insan yapan kendi zayıflığını ve aczini görüp tüm arzu ve isteklerini yerine getirecek sonsuz merhamet ve şefkat sahibi bir zatın himayesine girmektir. Onun şefkati altında gölgelenmenin ne kadar tatlı ve huzurlu olduğunu bilmektir bunu da ancak inananlar bilir. Hem bu kadar iyiliğimi düşünen bana “var olma” gibi çok büyük bir nimeti bahşeden ve ebedi olarak da en güzel şekilde yaşatacak olan bir zat nasıl olur da sevilmez. Burada bu zatın ne kadar cömert ve iyilik sahibi olduğu güneş gibi tezahür eder.
Bu hayatta güçlü olan haklı mıdır? Belki bir yere kadar. Nice firavunlar nemrutlar, stalinler, leninler, hitler, maolar yani güya gücü elinde bulunduranlar şimdi neredeler. Acaba güçleri ve kudretleri hani. Allah(c.c) onları basit bir karınca ile bir avuç suda veya bir mikrop ile saltanatlarını yerle bir etti. Unutmayalım geçici ve fani dünya güzergahındaki olayları ebedi hayat ve sonraki bir yaşam olmadan değerlendiremeyiz. (Allah güçlü olduğu için haksızlık mı yapıyor cümlesine üst taraflarda cevap verildi) Allah’tan ancak zalimler korkar masum ve mazlumlar muhabbetle eder.