Kuran tefsiri dinliyordum. Hoca diyorki Allah tekvini ayetleri birer işaret olarak ilahi kudrete işaret ettiğini görmemizi ister. Eğer işaretler kul tarafından görülmezse, kul, kalp gözü körlüğüyle suçlanır, iman mahrumiyetidir gibi şeyler söylüyor hoca...
Ben tekvini ayetlere bakarak Allahın kudretini göremiyorum. Allah korusun bu imansızlık mı oluyor, daha önemlisi kalp mührü mü oluyor?
İmansızlık yada kalp mühürlenmesiyle bir bağlantısı yoktur. Vesveseye düşmeyelim. Önemli olan bakış açımızı düzgün bir şekilde ayarlayıp kainata öyle bakmaktır. Ancak doğru bir tarzda bakarsak görebiliriz.
Her şey bize Rabbimizden haber verir Rabbimize gösterir. Topraktan çıkan pamuğu düşünelim. Kara bir topraktan o yumuşacık, nazik, narin tekstilin ham maddesi bembeyaz pamuk nasıl çıkıyor? Toprağın içinde ne var ki, toprak o bembeyaz pamuğa dönüşüyor. Kara toprakta boya fabrikası mı var? İncecik tel gibi pamuk lifleri nasıl o sert ve katı topraktan çıkabiliyor. Yine topraktan çıkan rengârenk çiçekler, topraktan çıkan çeşit çeşit meyveler, sebzeleri düşünelim nasıl çıkabiliyorlar? Akılsız, cansız, merhametsiz duygusuz topraktan dünyamızı güzelleştiren, bizi besleyen canlı, güzel kokulu lezzetli bitkiler nasıl çıkıyor?
Yine mesela insanlar uçak ile uçmayı 1900 yıllarda başarmışlar ama kuşlar, sinekler kuş türü ne varsa bunlar yüzyıllardır uçuyorlar. Bunlar nasıl uçuyor, bunları havada tutan kim? Kuşlar insanoğlunun birkaç asırdır ancak keşfettiği aerodinamik kanunlarını nerden biliyorlar? Onlar bunu nerden öğrendiler. Misalleri artırabiliriz.
İşte kuşların uçması, elimiz, gözümüz, dilimiz, ayağımız, bütün her şey, canlılar bütün mahlûkat bize Rabbimizi gösteriyor. Kendileri bize Rabbimizi anlatıyorlar. Lakin özel bir dille bize Rabbimizi anlatıyorlar. Gerçekten onların kendilerine has özel bir dili var. Bizim bu dili anlamamız gerekiyor. Nasıl yapıyorlar da bunu gerçekleştiriyorlar? bizim o dili anlamamız, o dili kavramamız gerekiyor. Bu dile lisan-ı hal deniliyor. Yani kendilerine özgü dilleriyle Rabbimizi bize tanıtıyorlar.
Bununla alakalı bir iki tane misal
Mesela düşünelim ki bir halı, nakışlı desenli motifli güzel bir halı. Bu halı, hal diliyle bize der ki, benim bir nakkaşım var. Bu nakışları bir plan dahilinde, benim üzerime çizen, planlayan biri var. Benim üzerimde İlmek ilmek bu nakışları dokuyan bir usta var. Çünkü hiçbir nakış nakkaşsız olmaz.
Bir kitap düşünün kitap çok güzel bilgilerle dolu, bölümleri var, farklı sayfaları var, çok değerli bilgileri, manaları, konu bütünlüğü içinde taşıyan bir kitap; nasıl yazarı olmadan, katibi olmadan tek başına harflerin uçuşmasıyla oluşabilir? Veya tesadüfen mürekkebin sayfalara dökülüp yazı şekline dönmesiyle mi yazıldı?
İşte nasıl ki her nakış kendi nakkaşını gösterdiği gibi her kitap da o kitabi telif eden ilim sahibi şuur sahibi kendi kâtibini, yazarını gösterir. Hatta her harf, o harfi yazanı, o harfi çizeni, o harfi diğer harflerle beraber birleştirip bir mana oluşturan bir yazarı gösteriyorsa, kâtibsiz olamıyorsa aynı şekilde kâinattaki herşey de maharetli bir usta, mükemmel bir sanatkar olmadan olamaz.
İşte kâinattaki her varlık kendi özellikleriyle Rabbimizi bize gösteriyor. Yeryüzündeki, gökyüzündeki, yerin derinliklerindeki, uzaydaki her şey Rabbimizden haber verir. Lakin öncelikle bu dilin farkına varırsak, onların Allah’ı gösteren bu dillerini bilirsek, bu dili anlarsak onlar hal diliyle bize Rabbimizi gösteriyor. Çünkü her fiil kendi failini gösterir. anlamlı bir fiil öznesiz olamaz. Mesela topraktan bembeyaz pamuğu çıkarma fiili toprağın işi olamaz. Akılsız suyun, şuursuz havanın becerisi ile bu sanatlı sonuç gerçekleşemez. Kara bir topraktan yumuşacık, nazik, narin, insanların en temel ihtiyaçlarına cevap veren pamuğun insanı tanıyan, seven onun ihtiyaçlarını görmek isteyen ilim sahibi, sanat sahibi biri tarafından yapılması gerekir. Yani pamuktaki özellikler ve nitelikler pamuğu yaratan ve insanoğlunun hizmetine veren Rabbimizi gösterir.