Allahu teala bütün her zerreyi aynı anda nasıl yönetiyor, kontrol ediyor? Aynı anda sayısını idrak edemediğimiz atomlara hücrelere kadar herşeyi nasıl tek başına idare ediyor?
El-cevap, sonsuz ilmiyle ve kudretiyle...
Madem sonsuzdur, iş ne kadar çok olursa olsun fark etmez. Madem sınırlıdır. Onun kudreti o sınırlı miktardan da sonsuz kat büyüktür.
İnsanın aklının havsalasının bunu alamaması kendi acizliğinden ve Allah'ı kendiyle kıyaslamasından dolayıdır. Çünkü insan aleme kendi duygularıyla bakar.
Üstad Bediüzzaman'ın bu konuyu şerh ettiği pek çok risaleleri vardır. Tılsımlar, 16. Söz, 29. Söz'ün kudret-i ezeliye bahsi, 20. Mektub'un 10. Kelimesi bu mevzuda çok faydalı izah ve isbatları muhtevidir. (Sitemizdeki külliyat kısmından bu bahislere ulaşabilirsiniz.)
Şeytanın bu vesvesini gidermek için yazılan 13. Lem'anın 13. İşaretindeki nükteyi, bu mevzuyu güzel aydınlattığı için ve numune olarak aşağıya alıyoruz:
"Şeytanın en büyük bir desisesi: Hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde dar kalbli ve kısa akıllı ve kasır fikirli insanları aldatır, der ki: "Bir tek zât, umum zerrat ve seyyarat ve nücumu ve sair mevcudatı bütün ahvaliyle tedbir-i rububiyetinde çeviriyor, idare ediyor deniliyor. Böyle hadsiz acib büyük mes'eleye nasıl inanılabilir? Nasıl kalbe yerleşir? Nasıl fikir kabul edebilir?" der. Acz-i insanî noktasında bir hiss-i inkârı uyandırıyor.
Elcevab: Şeytanın bu desisesini susturan sır: "Allahü Ekber"dir. Ve cevab-ı hakikîsi de "Allahü Ekber"dir. Evet "Allahü Ekber"in ziyade kesretle şeair-i İslâmiyede tekrarı, bu desiseyi mahvetmek içindir. Çünki insanın âciz kuvveti ve zaîf kudreti ve dar fikri, böyle hadsiz büyük hakikatları "Allahü Ekber" nuruyla görüp tasdik ediyor ve "Allahü Ekber" kuvvetiyle o hakikatları taşıyor ve "Allahü Ekber" dairesinde yerleştiriyor ve vesveseye düşen kalbine diyor ki: Bu kâinatın gayet muntazamca tedbir ve tedviri bilmüşahede görünüyor. Bunda iki yol var:
Birinci yol: Mümkündür, fakat gayet azîmdir ve hârikadır. Zâten böyle hârika bir eser, bir hârika san'at ile, çok acib bir yol ile olur. O yol ise: Mevcudat belki zerrat adedince vücudunun şahidleri bulunan bir Zât-ı Ehad ve Samed'in rububiyetiyle ve irade ve kudretiyle olmasıdır.
İkinci yol: Hiçbir cihet-i imkânı olmayan ve imtina' derecesinde müşkilâtlı ve hiçbir cihette makul olmayan şirk ve küfür yoludur. Çünki Yirminci Mektub ve Yirmiikinci Söz gibi çok risalelerde gayet kat'î isbat edildiği üzere: O vakit kâinatın herbir mevcudunda ve hattâ herbir zerresinde bir uluhiyet-i mutlaka ve bir ilm-i muhit ve hadsiz bir kudret bulunmak lâzım geliyor. Tâ ki, mevcudatta bilmüşahede görünen nihayet derecede nizam ve intizam ve gayet hassas mizan ve imtiyaz ile mükemmel ve müzeyyen olan nukuş-u san'at vücud bulabilsin.
Elhasıl: Eğer tam lâyık ve tam yerinde olan azametli ve kibriyalı rububiyet olmazsa, o vakit her cihetçe gayr-ı makul ve mümteni bir yol takib etmek lâzım gelecek. Lâyık ve lâzım olan azametten kaçmakla, muhal ve imtinaa girmeyi, şeytan dahi teklif edemez." (13. Lem'a, 13. İşaret)