Soru

"Allah'ın Vazifesi" Tabiri Nasıl Anlaşılmalı?

Risale-i Nur'un bir çok yerinde geçen (Allah'ın vazifesine karışma kendi vazifeni yap) gibi benzer cümleler geçiyor. Allah'ın vazifesinden ne anlamamız gerekiyor? İzah eder misiniz?

Tarih: 24.12.2023 10:49:57
Okunma: 243

Cevap

Vazife ikidir. Birisi kula bakan ve yapmakla yükümlü oldukları; diğeri ise Allah'a bakan ve tevekkül gerektiren vazifelerdir. İnsan kendi üzerine düşen sebeplere müracaat ettikten sonra başarı, muvaffakiyet, ikram ve ihsan onun vazifesi değildir. Bunların neticesini verecek olan bizzat Cenab-ı Hak’tır. Dolayısıyla bizler kendi vazifemize bakmalı, neticeleri düşünerek hareket etmemeliyiz.

Konuyu anlamak adına bazı örnekler şöyledir;

Sevgili Peygamberimiz (sav), Medine’ye hicret emrini aldıktan sonra en sadık dostu Hz. Ebubekir-i Sıddık’ın (r.a) yanına gitmiş ve beraberce yola koyulmuşlardı. Bu esnada müşrikler, onların yokluğunu fark etmiş, derhal onları aramaya başlamışlardı. Sevgili Peygamberimiz (sav) tehlikeyi tahmin etmiş olmalı ki tedbir amacıyla gece yolculuğunu tercih etmişti. Buna ek olarak müşrikleri şaşırtarak yakalanmamak için bilinen ve sıkça kullanılan bir yolun yerine Medine’nin tam ters istikametinde bulunan Sevr Dağı üzerinden yola koyulmuşlardı. Sevgili Peygamberimiz (sav) üçüncü bir tedbir olarak ise müşriklerden saklanmak gayesiyle Sevr Dağı’nda bir mağarada birkaç gün konaklamıştı.

Buna rağmen kâfirler onların izini bulmuş, mağaranın önüne kadar gelmişlerdi. Hz. Ebubekir (r.a) bu esnada onların ayaklarını görmüş ve “Ayaklarının dibine bakacak olsalar kesin bizi görecekler” diyerek içinde bulunduğu endişeyi dile getirmişti. Bunun üzerine Rasul-ü Ekrem (sav), bundan sonra “yar-ı ğar (mağara arkadaşı)” olarak da anılacak olan sevgili arkadaşı Hz. Ebubekir’e (r.a); “Üçüncüsü Allah olan iki kişiye sen ne olacağını zannediyorsun” [1]    ve “Üzülme! Çünkü Allah bizimle beraberdir”[2] diyerek hem onu teselli etmiş hem de sarsılmaz, kuvvetli imanı ile tevekkülünü göstermişti. Bunun üzerine “Resul-i Ekrem’in (sav), Ebu Bekri's-Sıddık (r.a) ile, kâfirlerin takibinden kurtulmak için sığındıkları mağaranın kapısında, iki nöbetçi gibi, iki güvercin gelip beklemiş ve örümcek dahi, perdedar gibi, harika bir tarzda, kalın bir ağla mağara kapısını örtmüştü. Hatta Kureyş’in reislerinden Übeyy b. Halef mağaraya bakmış. Arkadaşları demişler: "Mağaraya girelim." O da "Nasıl girelim? Burada bir ağ görüyorum ki, Hazret-i Muhammed (sav) henüz doğmadan bu ağ yapılmış gibidir. Bu iki güvercin işte orada duruyor. Mağarada bir kimse olsa orada dururlar mı?"  cevabını vermişti. Yüce Allah, bu hadise de Habibi’nin üzerine bir güven, huzur ve itmi’nan indirdiğini ve görünmez ordularıyla onlara yardım ettiğini bizlere bildirmektedir. [3]

Hazreti Peygamber (sav) ölümle burun buruna gelmesine rağmen tedbirden, sebeplere riayet etmekten, kendi vazifesini yapmaktan bir an bile taviz vermemiş, tedbirleri yerine getirdikten sonra öyle bir tevekkül etmiştir ki biz ümmetine; sebeplere uyarak kendi vazifesini de harika bir surette yapmıştıktan sonra gerçek tevekkülün nasıl olması gerektiğini harika bir surette öğretmiştir.

Diğer bir örnek olarak; Bedir Savaşı'nda Peygamber Efendimiz (sav) bir avuç toprak ile küçük taşları eline aldı ve "Yüzleri kara olsun!" diyerek kâfirlerin yüzüne attı. Bu kelâm bir tek kelâm iken ve avucundaki toprak bir avuç iken, o söz her bir kâfirin kulağına erişti; o toprak her bir kâfirin gözüne girdi. Bu suretle kâfirler kaçışıp gittiler. Allah (cc), âyette Peygamber Efendimize (sav) bu durumu şöyle beyan etti: "İşte onları (Bedir'de aslında siz) öldürmediniz, velâkin onları Allah öldürdü! Attığın zaman da (sen) atmadın, fakat Allah attı."[4]

Görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz (sav) bir avuç taşı atmak suretiyle de olsa sebepler dairesinde vazifesini yaptı. Bu taşları ve toprakları atarken bu kadarcık taş nereye gidecek, kimi etkileyecek diye düşünmedi. Çünkü onun vazifesi düşmanla savaşmaktı. Muvaffakiyet, etki ve tesiri yaratmak; Hz. Peygamber’i (sav) düşmana karşı galip etmek Allah’ın vazifesiydi.

Kur’ân’da şu âyet bize diğer güzel bir misal olarak karşımıza çıkmaktadır;

Rivayetlere göre Fecr Suresi’nin inişinden sonra bir süre vahiy kesilmiş, müşrikler bu olayı kullanarak Hz, Peygamber'e (sav) "Herhalde Rabbin sana darıldı ve seni terk etti" demişlerdi. Bu sözlerden dolayı Hz. Peygamber'in (sav) duyduğu üzüntü üzerine bu sûre inmişti. Rivayetlerden anlaşılıyor ki, Rasulullah'a (sav) gelen vahiy bir süre kesilmiş ve dolayısıyla bu duruma çok üzülmüş ve perişan olmuştu. Allah'ın, kendisine darıldığını sanıyor ve kusurun kendisinde olduğu için vahyi kesmiş olmasından korkuyordu. Ancak vahyin kesilmesi, Allah'ın bir hikmetine bağlıydı. O dönemde Rasulullah (sav) vahyin şiddetine henüz alışamamıştı. Bu nedenle vahye bir süre ara vermek gerekiyordu.

Peygamberimizin (sav) üzüntüsü ve Rabbi’nin kendine darıldığı düşüncesi sebebiyle şu âyetler nazil oldu;

Rabbimiz, "(O,) seni bir yetim iken bulup (seni seçip amcan Ebu Tâlib'in yanında) barındırmadı mı? Hem (sen henüz peygamberlik ve şer'i hükümlerden) habersiz iken seni bulup yol göstermedi mi? Hem seni fakir iken bulup da zengin etmedi mi?" derken Rab olarak yaptıklarını ve bunların kendisinden olduğunu Peygamber Efendimiz’e beyan ettikten sonra, kul olarak O'nun da yapması gerekeni şu şekilde emretmiştir: "Ve Rabbinin nimetine gelince, artık (O'nu şükranla) anlat!"[5]

Görüldüğü gibi bu âyetlerde de Hz. Peygamber’in (sav) vazifesine vurgu yapılmakta, diğer neticelerin, güzelliklerin ise Allah’ın kudret ve izniyle olduğuna vurgu yapılmaktadır. Yani senin vazifen bana namaz, dua, tefekkür vs. ibadetlerle şükretmektir. Rabbimiz bir cihetle “Sen vazifeni yaptığın taktirde diğer güzellikleri yaratmak -daha önce yaptığım gibi- yine benim vazifemdir. Yaşanan hadiselerden dolayı üzülme. ” diyerek Nebi’sini teselli etmektedir.

Bu hadiseyi izah eden iki kıssayı da kısaca zikredelim;

Celaleddin Harzemşah, girdiği her savaştan gâlip çıkıyordu. Yine bir savaşa giderken etrafındakiler "Sen muzaffer olacaksın, Cenâb-ı Hak seni gâlip edecek" dediklerinde onlara verdiği cevap muhteşemdi: "Ben Allah'ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifeliyim. Cenâb-ı Hakk'ın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlup etmek O'nun vazifesidir."[6]

Bedîüzzaman Hazretleri, Çam Dağı'nda talebesi Şamlı Hâfız Tevfik ile birlikte iken ve Haşir Risâlesi'ni bitirdikleri bir vakitte şöyle demişti: "Elhamdülillah, küfrün belini kırdık!" Bu sözü duyan Hafız Tevfik Ağabeyin cevabı şaşkınlık ve tepkiseldi. "Üstadım! Abdullah Cevdetler matbaalarda harıl harıl dinsizlik kitapları basıyorlar. Siz burada bulabildiğiniz birkaç parça kâğıda bir risâle yazdınız; diyorsunuz ki küfrün belini kırdık. Şaşarım size!" Bedîüzzaman Hazretleri, îmanın gerektirdiği ümit ve kararlılıkla "Biz vazifemizi yaparız, Allah'ın vazifesine karışmayız!" diye cevap vermişti.


[1] Buhari, Fedailü Ashâbi’n Nebî, 2 ; Müslim, Zühd, 75

[2] Tevbe, 9/40

[3] Bedîüzzaman Said Nursî,.Zülfikar, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2016 , s.281

[4] Enfal Suresi, 17.

[5] Duha Suresi

[6] Bedîüzzaman Said Nursî, Lemalar,, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2016, s. 137


Yorum Yap

Yorumlar