Risale-i Nur'da aile saadetinin esasları ve olmazsa olmazları nelerdir? Risale-i Nur'a göre mutlu ve huzurlu bir aile yuvasına nasıl sahip olabiliriz? Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bu konu hakkındaki beyanları nelerdir? Detaylı bir şekilde izah eder misiniz?
RİSALE-İ NUR'DA AİLE SAADETİ VE HUZURU
İnsan bu dünyaya hak ve hakikatı öğrenmek ve bu sayede saadete vasıl olmak için gelmiştir. Bu sebeple evvela doğru bir tanımlamaya muhtaçtır. Zira davranışlarını kavramların ifade ettiği anlamlar üzerine bina etmektedir. Dolayısıyla aile saadeti için evvela aile, evlilik ve eş gibi kavramları doğru bir mana ile değerlendirmek gereklidir.
1- AİLE İHSAN-I İLAHİYEDİR
Üstâd Bediüzzaman Hazretleri aileyi insan hayatının merkezi olarak görmektedir. Üstada göre aile; dünyevî mutluluk ve huzuru temin eden bir cennettir ve her insanın ailesi kendi küçük dünyasıdır.[1] İnsanın eşi ise o küçük dünyasındaki yoldaşı, sırdaşı, dayanağıdır. Bazen aynası bazen de pusulasıdır. Eşler arasındaki muhabbet o küçük dünyayı bir cennet haline getirerek huzur ve mutluluğu netice vermektedir.
Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de: “O'nun delillerinden biri de, kendilerine (meyledip) ülfet edesiniz diye kendi(cinsi)nizden size eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve bir şefkat kılmasıdır…”[2] buyurarak aileye işaret etmektedir. Bu sebeple insan eşini rahmet-i ilahiyeden gelen bir ihsan, hediye ve emanet olarak görmelidir. Nitekim Üstad Bediüzzaman Hazretleri de: “Refîka-i hayâtını, rahmet-i İlâhiyenin mûnis (cana yakın), latîf (şirin) bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et.”[3] diyerek bu hakikate işaret etmektedir. Dolayısıyla insan eşini Allah’ın ihsanı ve hediyesi olarak görmelidir. Evlilik de bu mukaddes mana üzerine inşa edilmelidir.
Rabbimiz âyetin devamında eşler arasındaki ülfet ve muhabbet için sevgi ve şefkate vurgu yapmaktadır. Kurulacak bir ailenin temelinde sevgi ve şefkat olmalıdır ki muhabbet daimî olsun. Bu hususta Hz. Üstad dikkatleri kadınların hakiki güzelliği olan ahlaka çevirerek şu izahlarda bulunmaktadır: “…Belki kadının en câzibedâr (çekici), en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letâfet ve nezâket içindeki hüsn-i sîretidir (ahlâkının güzelliğidir). Ve en kıymetdâr ve en şirin cemâli (güzelliği) ise; ulvî (yüce), ciddî, samîmî, nûrânî şefkatidir. Şu cemâl-i şefkat (şefkat güzelliği) ve hüsn-i sîret, âhir hayâta (hayâtın sonuna) kadar devâm eder, ziyâdeleşir.”[4]
Evet; insanın, hususen bir kadının hakiki ve gerçek güzelliği, maddi suretinde değil siretinde yani ahlakında saklıdır. Zira kadının en cazip yanı kadınlığa has zarafet ve nezaket içindeki davranışlarıdır. En değerli zineti ise samimi ve nûrânî şefkatidir. Fâni olan suret güzelliği kısa bir zamanda yok olup giderken, samimi şefkati ömrünün sonuna kadar artarak devam eder. Bu kalıcı güzelliği sayesinde ona olan sevgi de muhafaza edilmiş olur.
Günümüzdeki popüler kültür insanlara hız ve haz odaklı bir hayat felsefesi sunmaktadır. Bu kültürden etkilenen beşeriyet ise maddeye aldanıp hakikate nüfuz edemediğinden gerçek huzur ve mutluluğa bir türlü erişemez. Maalesef bu durumdan da en çok aile hayatı etkilenmektedir. Üstad Hazretleri asrımızda sözde modern medeniyetin insanlık üzerindeki etkisi ile eşlerin birbirlerini yalnızca bedeni güzelliği sebebiyle sevdiğini söylemektedir.[5] Bu da huzursuz bir aileyi ve mutsuz bireyleri netice vermektedir. Halbuki her insanın eşi kendisi için ebedi bir refika-i hayattır yani hayat arkadaşıdır. İnsan eşini bu şekilde görmelidir. Fani olana değil hakiki ve öz güzelliğe yani ahlaka nazar etmelidir. Ta ki sevgi daim olsun. Aksi halde zamanla giden suret güzelliği ailedeki huzuru da beraberinde götürür.
2- İMAN VE AİLE
İman; insanın varlık sebebidir. Nur ve rahmettir. Cennetin anahtarıdır. Hakiki saadet ve huzur imandadır. Bu sebeple mutlu ailenin ilk şartı imandır. Sevgili Peygamberimiz (sav): “Bir kadınla dört şeyden dolayı evlenilir: Malı, soyu, güzelliği ve dini için. Sen dindar olanını seç. (Aksi hâlde) fakr u zarurete düçar olursun!”[6] buyurarak mutlu bir aile için imana işaret etmektedir. Ailenin temel dinamikleri olan sevgi, saygı şefkat, fedakârlık vefa gibi ahlakî hasletler ancak imanlı bir kalpte yeşerebilir. Zira bütün güzel hasletlerin yani güzel ahlakın kaynağı imandır.
Mesela; iman sahibi bir insan eşine “sonsuz bir hayatta, dâimî bir arkadaş” nazarıyla bakar. Şu fani dünyada ihtiyarlasa da hasta da düşse zararı yok! der. Ahirette ebedî bir güzelliğe, bâki bir sıhhate sahip olacağını bilir. Refika-i hayatına yani eşine muhabbetle, şefkatle ve merhametle muamelede bulunur, vefa gösterir.[7] Üstad Bediüzzaman Hazretleri de konu hakkında imana vurgu yaparak bu zamanda âile hayatının dünyevî ve uhrevî saadetin yalnız âdâb-ı İslâmiyetle mümkün olacağını[8] belirtmektedir.
Şüphe yok ki insan iman nuru ile münevver olur, nurlanır. Kadında şefkat ve itaat, erkekte merhamet ve sevgi, evlatta hürmet ve hizmet yalnız iman ile ziyadeleşir. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesi ile eşler birbirlerini refika-i hayat olarak gördüğünden samimi muhabbetleri devam eder. Sevgi, şefkat ve sadâkat varlığını sürdürür. Kalpte muhabbet hakiki olunca göz kusurları görmez. Görse dahi şefkat eder. Hataları örter, eksikleri gidermeye çalışır. İşte bu sayede hakîkî saadet, o hânede inkişâfa başlar, ortaya çıkar.[9]
Rivayetlerde “Kişi evlendiğinde dinin yarısını tamamlamıştır. Diğer yarısı için de Allah’tan korksun!”[10]denilmektedir. İman o hanede var olduğu müddetçe karı veya koca birbirlerini dindarlık noktasında dahi taklid eder. Refîkasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için dindar olur. “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim”[11] diyerek takvâya girer.
Hem anne babasını dindar gören çocuk daha küçüklüğünde kuvvetli bir iman dersi ile yetişmeye başlar. Gelecekte peder ve validesine hürmette ve hizmette kusur etmez.[12] Ahirette dahi onlara şefaatçi olur. Kalpler iman nuru ile nurlanınca aile İslâmiyet güneşi ile aydınlanır. İşte bu anlayış ve nazarla haneler birer medrese-i nuriye olur. İlim ve irfan yuvası haline gelir. Hem dünyevî hem de uhrevî saadet ve huzur elde edilir. Bu sebeple evliliklerde en temel ölçü iman ve rıza-i ilahi olmalıdır.
3- ERKEK “KAVVAM”DIR
Rabbimiz âyet-i kerimede: “Erkekler, kadınlar üzerine hâkimdir (onların reisidir)ler. (Bu,) Allah'ın (insanlardan) bazılarını (erkekleri), bazısından (kadınlardan) üstün kılması ve (erkeklerin kendi) mallarından sarf etmeleri sebebiyledir…”[13] buyurmuştur. Buradaki reisliği yani üstünlüğü "erkek olarak yaratılmış olmak" şeklinde algılamak doğru değildir. Zira üstünlük ancak takva iledir.[14] Buradaki üstünlük; hakimiyet, idarecilik ve mesuliyet noktasından kaynaklanmaktadır.
Bir haneyi idare eden hâkim güç erkektir. Bu da erkeğe fıtraten bazı mesuliyetler yüklemektedir. Zira idareci sabreden, affeden ve fedakâr olandır. Erkek ailesinin hukukunu muhafaza etmeli çözüm odaklı olup aile birliğini korumalıdır. Sevgili peygamberimiz (sav): “Kim malı(nı korurken) öldürülürse şehittir, kim dini uğruna öldürülürse şehittir, kim canı uğruna öldürülürse şehittir, kim ailesi uğruna öldürülürse o da şehittir.”[15] Buyurmuştur. Fıtraten zayıf ve naif olan kadın, mücadele meydanı olan şu dünya hayatında elbette korunmaya, himaye edilmeye ve ihtiyaçlarının temin edilmesine muhtaçtır. Erkeğin kavvam ve hakimiyeti bu hususta ön planda olmalı ve bu fıtri vazifeyi yerine getirmelidir.
Hz. Üstad bu konu hakkında; “Kocasının vazîfesi, ona hazinedârlık ve sadâkat değildir, belki himâyet ve merhamet ve hürmettir.”[16] demektedir. Koca hanımının ihtiyaçlarını karşılamalı, onu korumalı ve güven vermelidir. Hanımının endişe ve korkularına karşı, ona bir sığınak ve dayanak olmalıdır. Zira erkek fıtraten cesaret sahibidir.
Ayrıca erkek, karısına ve ailesine karşı sevgi cimrisi olmamalı muhabbet ve merhametini daima hissettirmelidir. Bu nokta çok mühimdir. Zira muhatabı tarafında hissedilmeyen bir sevgi, eşler arasında muhabbete sebep olamaz. Bu sebeple eşler birbirlerinin sevgi dillerini iyi bilmelidir. Mesela nitelikli vakit geçirmek ile sevildiğini hisseden bir insana sürekli hediyeler almak doğru bir davranış değildir. Onun yerine birlikte vakit geçirmek ortak etkinlikler yapmakla ancak kişiye sevildiği hissettirilebilir. Unutulmamalıdır ki farklı dilleri konuşan iki insana aynı şeyi konuşsalar dahi birbirlerini anlayamazlar. Dolayısıyla mühim olan sevgiyi söylemek değil hissettirmektir. Bu da ancak, eşlerin sevgi dillerini fark etmeleri ile mümkündür.
Erkek idareci olması sebebiyle ailesinin ihtiyaçlarını da temin etmeli ve bu noktada cömert olmalıdır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v): “Bir kişi, sevabını Allah’tan umarak ailesine harcama yaptığında, bu harcama onun için sadaka olur.”[17] Buyurmuştur. Yine başka bir hadîs-i şerifte Nebî (s.a.v): “...Allah rızasını umarak ailen için yaptığın her harcamadan muhakkak ecir alırsın, eşinin ağzına koyduğun bir lokmadan bile!”[18] buyurarak koca için bereketli bir sevap kapısını işaret etmektedir. Dolayısıyla kişi ailesi için yaptığı harcamalara makbul bir sadaka nazarıyla bakmalıdır. Erkek israf ve iktisad arasındaki ölçüye dikkat ederek aile ve hanesine harcamalarda bulunmaktan çekinmemelidir. Bu harcamalar sadaka nevinden olması sebebiyle bereket ve rahmete sebeptir. Aile ve hanesine sekinet ve huzuru kazandırır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v): “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım...”[19] buyurmuştur. Erkek ailesine ve eşine karşı merhametli olmalıdır. Makamı, mesleği ve sosyal statüsü her ne olursa olsun hanesine girdiği vakit artık koca ve pederdir. Bu sebeple bir erkeğe hanesinde en çok merhamet yakışır. Onun için erkek, hanesinde üstünlük taslayıp, nefsî hisleriyle hareket etmemelidir.
Hz. Üstad; insanın farklı farklı şahsiyetlerde bulunabileceğini ifade eder. Meselâ bir vali kendi makamında bulunduğu vakit makamın izzetini muhâfaza etmek için vakarlı ve ciddi olmalıdır. Fakat kendi hânesinde valilik şahsiyetini bir kenara bırakıp tevazu ve merhametle davranmalıdır. Aksi halde kibir ve enaniyeti ile evindeki huzuru kaçırır. Dışarıda hoca dahi olsa evde hocalık tavrı takınmamalıdır. Buradan hareketle erkek, dışarıda hangi hal ve durum üzere olursa olsun evine girdiği vakit evinin bir sığınak olduğunu hatırlamalı ve zihnen rahatlamalıdır. Sosyal hayatın mücadele ve uğraşından dolayı ortaya çıkan sorunu, sıkıntıyı ve stresi hanesine taşımamalıdır. Hatta tüm bu olumsuzlukların üzerinde bıraktığı negatif duyguları dahi kapı girişine bırakmalıdır. İş dünyasının sorunlarını mümkün mertebe hanesine taşımamalıdır. Hanımına sevgiyle, çocuklarına şefkatle muamelede bulunmalıdır.
Hayat bir imtihandır. İnsan ise hayatı boyunca türlü türlü hususlardan imtihan edilmektedir. Bazen de eşiyle veya çocuklarıyla imtihan edilir. Bazen olur hane içerisinde sorun ve sıkıntılar dahi gerçekleşebilir. Bu hususta erkek çözüm sağlamada ve birliği muhafaza etmede daha fazla sorumluluk sahibidir. Zira evin reisi ve hane sahibi erkektir. Hz. Peygamber (s.a.v): “Mümin, hanımına karşı kötü duygular beslemesin; çünkü onun bazı huylarından hoşlanmasa da diğer huylarından hoşlanabilir.”[20] Buyurmuştur. Yine başka bir hadisinde Allah Rasülü (s.a.v): “İnsan, ailesi, malı, nefsi, çocuğu ve komşusu ile sınanır; oruç, namaz, sadaka ve iyiliği emredip kötülükten sakındırma işte bu sınanma (esnasındaki kusurlarına) kefaret olur.”[21] Buyurarak bizlere yol göstermektedir.
4- KADIN SADAKATLE İTAAT EDENDİR
Hayat doğru ve hakiki anlamlarla değerlendirildiğinde saadet ve mutluluğu netice veren bir nimettir. Rabbimiz aileye “ihsan”, kocaya “hâkim, idareci” dediği gibi kadına da bazı misyonlar yüklemektedir. Âyetin ifadesiyle: “Sâliha kadınlar ise, itâatkâr olanlardır. Allah'ın (kendilerini) korumasına mukabil, gaybı (kocasının yokluğunda, koruması gerekenleri) muhâfaza eden kadınlardır.”[22]
Âyette Rabbimiz kadını itaat eden ve muhafaza eden olarak nitelendirmektedir. Öyle ki itaati sâliha kadınların bir hasleti olarak ifade etmektedir. Bunun yanı sıra kadını hanesinin iç işlerinden sorumlu tutmaktadır. Hz. Üstad da kadının kocasının yokluğunda malını ve evladını muhafaza etmekle görevli olduğunu söylemektedir. Bu sebeple bir kadın için en esaslı haslet evvela hanesine ve kocasına sadakat göstermesidir.[23]
İslâm, kadınları yuvalarına davet eder. Zira kadının hürmet ve değer göreceği yer ancak kendi hanesidir.[24] Bir kadının masumiyeti ve tebessümü onun en değerli ziynetidir. Ahlakının en yüce mertebesi ise şefkatidir. Bu masumiyet ve şefkat o hanenin sıcaklığı ve huzurudur. Erkek rızkını temin ederken geride sıcak bir yuvanın varlığını ve huzur bulacağı bir sığınağının olmasını arzu eder. İşte tüm bunlar kadının yuvasında olması ve ona sahip çıkması ile mümkündür.
Üstad Bediüzzaman, insanın en etkili öğretmeninin, onun vâlidesi olduğunu belirtmektedir.[25] Öyle ki Risâle-i Nûr’un da en büyük hakîkati olan acımak ve merhamet etmeyi, annesinin şefkatli hâlinden ve derslerinden öğrendiğini söyler. Bu nedenle bir çocuk en çok anne ilgisi ve şefkatine muhtaçtır. Uyandığında annesini görmek ister. Annesinin sevgi ve şefkat dolu manevi derslerine ihtiyaç duymaktadır. Evet her insanın ikamet ettiği bir evi vardır. Lâkin o evin sıcak bir yuva haline gelmesi ancak saliha bir eşin ve şefkatli bir kadının varlığı ile mümkün olabilir.
Aile Rabbimizin bu dünyadaki en büyük nimetlerindendir. Mutlu bir aile dünyadaki bir cennettir. Bu da iman ve İslâmiyet dairesinde kalarak Rabbimize dua ve niyazlarda bulunmakla mümkündür. Bu hususta Cenab-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm'de: “Yine onlar ki: “Rabbimiz! Bize zevcelerimizden ve nesillerimizden göz aydınlığı olacak (sâlih) kimseler ihsân eyle ve bizi takvâ sâhiblerine imam (her hususda kendisine tâbi' olunan rehber) kıl!” derler.”[26] Buyurarak bizleri duaya yönlendirmektedir.
[1] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Asâ-yı Mûsâ, Hayrat Neşriyat, Isparta,2015 s. 190
[2] Rum, 30/21
[3] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta,2015 s. 302
[4] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta,2015 s. 302
[5] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Hanımlar Rehberi, Hayrat Neşriyat, Isparta,2015 s. 14
[6] B5090 Buhârî, Nikâh, 16
[7] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Asâ-yı Mûsâ, Hayrat Neşriyat, Isparta,2015 s. 190
[8] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Hanımlar Rehberi, Hayrat Neşriyat, Isparta,2015 s.8
[9] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Asâ-yı Mûsâ, Hayrat Neşriyat, Isparta,2015 s. 36
[10] Beyhakî, Şuabü’l îmân, IV, 382.
[11] Bedîüzzaman Saîd Nursî,Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta,2015 s. 207
[12] Bedîüzzaman Saîd Nursî,Emirdağ Lahikası c 1, Hayrat Neşriyat, s. 47
[13] Nisâ; 4/34
[14] Hucurât; 49/13
[15] Tirmizî, Diyât, 21
[16] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Hanımlar Rehberi, Hayrat Neşriyat, Isparta,2015 s.48
[17] Buhârî, Îmân, 41;Müslim, Zekât, 48
[18] Buhârî, Cenâiz, 36
[19] T3895 Tirmizî, Menâkıb, 63
[20] M3645 Müslim, Radâ’, 61
[21] M7268 Müslim, Fiten, 26; B525 Buhârî, Mevâkîtü’s-salât, 4
[22] Nisâ; 4/34
[23] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta,2015 s.208
[24] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Hanımlar Rehberi, Hayrat Neşriyat, Isparta,2015 s.54
[25] Bedîüzzaman Saîd Nursî, Hanımlar Rehberi, Hayrat Neşriyat, Isparta,2015 s.3
[26] Furkân, 25/74