Ahir zamanda gençliğin sorunları nelerdir ? Ve onların sorunlarına yönelik çözümler nelerdir ? Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri gençliğin öneminden nasıl bahsetmiştir? Risale-i Nur'da gençlerin problemlerine yönelik ne gibi tavsiyeler vardır?
Risâle-i Nur’da, ahirzamanda gençlik kavramıyla alakalı aşağıdaki problemler ve çözüm yolları anlatılmıştır. Öncelikle bu meseleleri sıralayıp, ardından her biriyle alakalı Risale-i Nur’dan çözüm yollarını ifade edelim.
1) Zihindeki imanî sorular
2) Aldatıcı ve kendine çeken günahlar
3) Ahirzaman fitnesinde en mühim rolü oynayan açık saçıklık
4) Gençlik heveslerine esir olmak
5) Gençliğin geçici olmasının verdiği elem
6) Hislerin akla galip gelmesi
7) Avrupa hayranlığı ve taklitçiliği
8) Gençlik taşkınlıkları sonucunda hapse düşmek
9) Çeşitli sebeplerle tesettüre girememek
1) Zihinlerdeki İmanî Sorular
Meyve Risalesinin (On Birinci Şuâ’) Altıncı Meselesinde Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurmaktadır:
“Risâle-i Nûr’un çok yerlerinde îzâh edilen ve kat‘î ve hadsiz huccetleri bulunan îmân-ı billâh rüknünün binler küllî burhânlarından bir tek burhâna kısa bir işarettir. Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. “Bize Hâlikımızı (yaratanımızı) tanıttır. Muallimlerimiz, Allah’dan bahsetmiyorlar” dediler.
Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisân-ı mahsusuyla (hususi diliyle) mütemadiyen (sürekli) Allah’tan bahsedip Hâlik’ı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.
Meselâ, nasıl ki mükemmel bir eczâhâne, her kavanozunda hârika ve hassâs mîzânlarla (ölçülerle) alınmış hayatdâr (hayatlı) ma‘cunlar ve tiryâklar (ilaçlar) var. Şübhesiz gayet mahâretli ve kimyager ve hekim bir eczâcıyı gösterir. Öyle de, küre-i arz eczâhânesinde bulunan dört yüz bin çeşit nebâtât ve hayvanât (bitki ve hayvanlar) kavanozlarındaki zihayat (canlı) ma‘cunlar ve tiryâklar cihetiyle, bu çarşıdaki eczâhâneden ne derece ziyâde mükemmel ve büyük olduğu nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıb (tıp bilimi) mikyâsıyla, küre-i arz eczâhâne-i kübrâsının eczâcısı olan Hakîm-i Zülcelâl’i, hatta kör gözlere de gösterir ve tanıttırır.
Hem meselâ,…”[1]
İzah: Bediüzzaman Hazretleri Kastamonu’dayken, bazı liseli gençler gelip, öğretmenlerin Cenâb-ı Hakk’tan bahsetmediğini, dolayısıyla kendilerine Allah’ın varlığını anlatmasını isterler. Bunun üzerine Üstad Hazretleri, bütün bilimlerin aslında Allah’ın varlığını isbat ettiğini söyleyerek, çeşitli bilimlerden örnekler verir.
Mesela bir ilacın içerisinde hassas ölçülerle alınmış pek çok kimyasal madde vardır. Bu ilacın tesadüfen veya sebepler sonucunda veya kendi kendine oluşması mümkün değildir. Mutlaka bir kimyager tarafından o hammaddelerin teker teker tartılarak ilacın yapılması gerekir. Aynen öyle de, yeryüzünde yaşayan bütün canlılar, bir ilaçtan çok daha karmaşıktır. Yapılarında çok hassas bir denge vardır ve sürekli bu denge korunmaktadır. Böyle binlerce dengeyi içinde barındıran bir canlı organizmanın kendiliğinden veya tesadüfen oluşması mümkün değildir. Mutlaka onun da bir yaratıcısı olmak zorundadır. İşte tıp bilimi bu şekilde Rabbimizin varlığını bizlere ispatlamaktadır. Diğer bilim dalları buna kıyas edilebilir.
2) Aldatıcı ve Kendine Çeken Günahlar
Bu mesele Gençlik Rehberinde şöyle izah edilmektedir:
“Cazibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhaveredir.
Bir kısım gençler tarafından şimdiki aldatıcı ve cazibedar lehviyat (eğlenceler) ve hevesatın hücumları karşısında “Âhiretimizi ne suretle kurtaracağız?” diye Risale-i Nur’dan meded istediler. Ben de Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi namına onlara dedim ki:
Kabir var, hiç kimse inkâr edemez. Herkes ister istemez oraya girecek. Ve oraya girmek için de üç tarzda üç yoldan başka yol yok.
Birinci yol: O kabir, ehl-i iman için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır.
İkinci yol: Âhireti tasdik eden fakat sefahet ve dalalette gidenlere bir haps-i ebedî ve bütün dostlarından bir tecrit (soyutlanma) içinde bir haps-i münferid, yalnız başına bir hapis kapısıdır. Öyle gördüğü ve itikad ettiği ve inandığı gibi hareket etmediği için öyle muamele görecek.
Üçüncü yol: Âhirete inanmayan ehl-i inkâr ve dalalet için bir idam-ı ebedî kapısı yani hem kendisini hem bütün sevdiklerini idam edecek bir darağacıdır. Öyle bildiği için cezası olarak aynını görecek. Bu iki şık bedihîdir, delil istemiyor, göz ile görünür.
Madem ecel gizlidir; her vakit ölüm, başını kesmek için gelebiliyor ve genç ihtiyar farkı yoktur. Elbette daima gözü önünde öyle büyük dehşetli bir mesele karşısında bîçare insan; o idam-ı ebedî, o dipsiz, nihayetsiz haps-i münferidden (hücre hapsinden) kurtulmak çaresini aramak ve kabir kapısını bir âlem-i bâkiye, bir saadet-i ebediyeye ve âlem-i nura açılan bir kapıya kendi hakkında çevirmek hâdisesi; o insanın dünya kadar büyük bir meselesidir.
Bu kat’î hakikat, bu üç yol ile bulunduğunda ve bu üç yolun da mezkûr üç hakikat ile olacağını ihbar eden yüz yirmi dört bin muhbir-i sadık, ellerinde nişane-i tasdik olan mu’cizeler bulunan enbiyalar ve o enbiyaların haber verdikleri aynı haberleri, keşif ve zevk ve şuhud ile tasdik eden ve imza basan yüz yirmi dört milyon evliyanın aynı hakikate şehadetleri ve hadd ü hesaba gelmeyen muhakkiklerin kat’î delilleriyle o enbiya ve evliyanın verdikleri aynı haberleri aklen, ilmelyakîn derecesinde (Hâşiye: Onlardan birisi Risâle-i Nûr’dur, meydandadır.) ispat ettikleri ve yüzde doksan dokuz ihtimal-i kat’î ile “İdam ve zindan-ı ebedîden kurtulmak ve o yolu saadet-i ebediyeye çevirmek, yalnız iman ve itaat iledir.” diye ittifaken haber veriyorlar.”[2]
İzah: Bazı gençler Bediüzzaman Hazretlerine, bu asırda kendilerini çeken günahlar karşısında ahiretlerini nasıl kurtarabileceklerini sorarlar. Üstad Hazretleri de onlara şöyle bir izahta bulunur:
Hiç kimsenin inkar edemeyeceği bir gerçek var ki, herkes muhakkak kabre girecek. Bunun için de 3 ihtimal var. İman edip salih ameller işleyenler için bu dünyadan daha güzel bir alemin kapısı, veya iman edip günahlarda gidenler için bir hücre hapsi veya iman etmeyenler için hem kendisini hem de bütün sevdiklerini idam edecek bir dar ağacı. Bu hakikat, ellerinde mucizeler ve kerametler bulunun 124 bin peygamber ve 124 milyon evliya tarafından ispatlanmaktadır. Demek ki bir insanın en büyük endişesi, kabrinin birinci ihtimal olması için çalışması olmalıdır. Bu da ancak iman etmek ve Cenâb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına itaat etmekle mümkündür.
3) Ahirzaman Fitnesinde En Mühim Rolü Oynayan Açık Saçıklık
Bediüzzaman Hazretleri bu meseleyi de Gençlik Rehberinde şöyle izah eder:
“Bir zaman eskişehir hapishanesinin penceresinde oturmuştum. Karşısında bulunan lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks ederken onları, o dünya cennetinde cehennem hurileri hükmünde gördüm. Fakat birden elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Onların gülmeleri elîm ağlamaları suretini aldı. Ondan bu gelen hakikat inkişaf etti. Yani, elli sene sonraki hallerini manevî ve hayalî bir sinema ile gördüm ki o gülen altmış kızdan ellisi; kabirde azap çekiyorlar, toprak olmuşlar. Ve on tanesi, yetmiş yaşında çirkinleşmiş, herkesin nazar-ı nefretini celbediyorlar. Ben de onlara ağladım.
Fitne-i âhir zamanın mahiyeti bana göründü ki o fitnenin en dehşetlisi ve cazibedarı, kadınların yüzsüz yüzünden çıkıyor. İhtiyarı selbedip pervane gibi sefahet ateşine atıyor. Ve bir dakika hayat-ı dünyeviyeyi, senelerle hayat-ı bâkiyeye tercih ettiriyor.
Ben bir gün sokağa bakarken o fitnenin tesirli bir numunesini hissettim. Gençlere çok acıdım. Dedim: “Bu bîçareler kendilerini, bu mıknatıs gibi cezbedici fitnenin ateşinden kurtaramazlar.” diye düşünürken birden, o fitneyi ateşlendiren ve talim eden irtidadkâr bir şahs-ı manevî önümde tecessüm etti. Ben de ona ve ondan ders alan mülhidlere dedim:
Ey cehennem hurileri ile zevklenmek yolunda dinini feda eden ve sefihane dalaleti severek irtikâb eden (işleyen) ve hevesat-ı nefsiye lezzeti yolunda dinsizliği ve ilhadı kabul eden ve hayatı perestiş edip ölümden şiddetli korkan ve kabri hatırına getirmek istemeyen ve irtidada yüz tutan bedbaht! Kat’iyen bil ki dinsizlik cihetiyle senin bu koca dünyan; bu saatten evvel ve bu dakikadan sonra, bilumum senin bu kâinatın ve mazi ve müstakbelin ve geçmiş nev’in ve cinsin ve gelecek mahluklar ve nesiller ve gitmiş dünyalar ve milletler ve gelen insanlar ve taifeler tamamen ma’dum ve ölüdürler. İşte insaniyet ve akıl cihetiyle alâkadar olduğun bütün o seyyar dünyalar ve seyyal kâinatlar, mütemadiyen senin dalaletin suretiyle, senin başına dünya dolusu dehşetli ve hadsiz ölümlerin şiddetli elemlerini yağdırıyor. Senin şuurun varsa kalbini yakıyor. Ruhun varsa yandırıyor. Aklın sönmemiş ise gamlar içinde boğuyor.
Eğer bir saatçik sarhoşça sefahetin ve pis lezzetin bu nihayetsiz gamlara, hüzünlere, elemlere mukabil gelebilirse o sefahette kal. Yoksa aklını başına al! O manevî cehennemden kurtulmak ve imanın bu dünyada dahi temin ettiği bir manevî cennete girmek ve saadet-i hayatiyeyi tatmak için Kur’an’ın dersini dinle. Cüz’î, fâni bir dakika lezzeti; küllî, bâki, daimî, imanî lezzetler ile mübadele et.
Âhir zamanın fitnesinde en dehşetli rolü oynayan, taife-i nisaiye ve onların fitnesi olduğu hadîsin rivayetlerinden anlaşılıyor.
Evet, nasıl ki tarihlerde, eski zamanlarda “Amazonlar” namında gayet silahşör kadınlardan mürekkeb bir taife-i askeriye olarak hârika harpler yaptıkları naklediliyor. Aynen öyle de bu zamanda zındıka dalaleti, İslâmiyet’e karşı muharebesinde, nefs-i emmarenin planıyla, şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamaya, fuhuşhane yolunu genişlettirmeye çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip kalp ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar. Belki o kalplerden bir kısmını öldürüyorlar.
Birkaç sene nâmahrem hevesatına göstermenin tam cezası olarak; o bıçaklı bacaklar cehennemin odunları olup en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadakati kaybettiği için hilkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasip kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına bela bulur. Hattâ bu halin neticesi olarak o âhir zamanda, bazı yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riayetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahipsiz, kıymetsiz bir surete gireceği, hadîsin rivayetinden anlaşılıyor.
Madem hakikat budur. Ve madem her güzel, güzelliğini sever ve elinden geldiği kadar muhafaza etmek ister ve bozulmasını istemez. Ve madem güzellik bir nimettir. Nimete şükredilse manen ziyadeleşir. Şükredilmezse değişir, çirkinleşir. Elbette aklı varsa hüsün ve cemalini, günahları kazanmak ve kazandırmak ve çirkin ve zehirli yapmak ve o nimeti küfran ile medar-ı azap bir surete çevirmekten bütün kuvvetiyle kaçacak. Ve o fâni, beş on senelik cemali bâkileştirmek için meşru bir tarzda istimal ile o nimete şükredecek. Yoksa ihtiyarlıkta uzun zaman istiskale maruz kalıp meyusane ağlayacak.
Eğer terbiye-i İslâmiye dairesinde, âdab-ı Kur’aniye ziynetiyle o cemal güzelleştirilse o fâni hüsün, manen bâki kalacağı ve cennette hurilerin cemalinden daha şirin ve daha parlak bir tarzda kendine verileceği hadîste kat’iyetle sabittir. Eğer o güzelin zerre miktar aklı varsa bu güzel ve parlak ve ebedî neticeyi elinden kaçırmayacak…”[3]
İzah: Ahirzaman fitnesinin en dehşetlisi açık saçıklıktan kaynaklanır. İnsanın adeta iradesini elinden alarak günah ateşine atar. Hatta bir dakikalık bir dünyevi lezzeti sonsuz cennet hayatına tercih ettirir. Bediüzzaman Hazretleri buna şöyle bir reçete yazar ve ölümü unutup günahlara giren kişilere şöyle seslenir:
Böyle bir insan için geçmişte yaşanan hadiseler ve kişiler, gelecek yaşanacak hadiseler ve kişiler, hepsi yokluğa mahkumdur. Bu da insana, günahlardan aldığı lezzetlere kıyasla çok daha büyük bir elem verir. Bu manevi cehennem azabından kurtulmanın tek çaresi, Kur’ân’ın emirlerini dinleyerek, ebedi cennet hayatını geçici haram lezzetlere tercih etmektir.
Açık saçıklık kıyafetine bürünen kişinin malesef cehennemde ilk olarak o yerleri yanacak. Ayrıca insanların güvenini kaybettiği için güzel ve huzurlu bir evlilik de yapamaz. Bir gencin bu elemlerden kurtulmasının yolu, İslâm terbiyesi dairesinde kalıp, kendi güzelliğini Kur’ân âdâbı ile süslemesidir. Çünkü hiç kimse elindeki güzelliğin bozulmasını istemez. Aklı olan, güzelliğini, günah kazanıp çirkin ve zehirli bir hale çevirmek için değil, o beş on senelik güzelliğini ebedî bir hâle çevirmek için çalışacaktır.
4) Gençlik Heveslerine Esir Olmak
Bu hususta Bediüzzaman Hazretleri, ihtiyarlara benzeyen gencin en hayırlı genç olduğunu ifade eder.
“En hayırlı genç odur ki, ihtiyâr gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak, gençlik hevesâtına (heveslerine) esîr olmayıp gaflette boğulmayandır. Ve ihtiyârlarınızın en kötüsü odur ki, gaflette ve hevesâtta gençlere benzemek ister. Çocukçasına hevesât-ı nefsâniyeye (nefsin heveslerine) tâbi‘ olur.”[4]
5) Gençliğin Geçici Olmasının Verdiği Elem
Bediüzzaman Hazretleri, bu meseleyle alakalı olarak Otuz İkinci Söz ve Yirmi Dokuzuncu Mektup’ta şöyle der:
“Öyle ise o gençlikte kazandığın ibâdetler, o fânî gençliğin bâkî (sonsuz) meyveleridir. Sen ihtiyârlandıkça gençliğin iyilikleri olan bâkî meyvelerini elde ettiğin halde, gençliğin zararlarından, taşkınlıklarından kurtulursun. Hem ihtiyârlıkta daha ziyâde ibâdete muvaffakiyet ve merhamet-i İlâhiyeye daha ziyâde liyâkat kazandığını (layık olduğunu) düşünürsün. Ehl-i gaflet (ahiretini unutan) gibi beş on senelik bir gençlik lezzetine mukābil, elli senede “Eyvâh gençliğim gitti!” diye teessüf edip (üzülüp) gençliğe ağlamayacaksın. Nasıl ki öylelerin birisi demiş: لَيْتَ الشَّبَابَ يَعُودُ يَوْمًا فَاُخْبِرَهُ بِمَا فَعَلَ الْمَش۪يبُ Yani, “Keşke gençliğim bir gün dönse idi, ihtiyârlık benim başıma neler getirdiğini şekvâ (şikayet) ederek haber verecektim.”[5]
“…o güzel, şirin gençlik ni‘metinin şükrünü vermek sûretinde, o ni‘meti sefâhet (günahlara düşkünlük) yolunda değil, belki istikamet yolunda sarf etmekle, o fânî (geçici) gençliği ibâdetle ma‘nen ibkā etmek (sonsuzlaştırmak) ve o gençliğin istikametiyle dâr-ı saadette (mutluluk yurdu olan cennet) ebedî (sonsuz) bir gençlik kazanmakta…”[6]
6) Hislerin Akla Galip Gelmesi
Bediüzzaman Hazretlerine göre ahirzamanda gençleri bekleyen en büyük tehlikelerden biri de, hislerin akla galip gelmesidir. Bu sebeple gençler, bir işin yanlış olduğunu bile bile, hislerine mağlup olup o fiili işlemektedirler. Bu hastalığın tedavisi, yani aklın hislere karşı kuvvetlenmesi için, Risâle-i Nur’daki iman-küfür muvazeneleri (karşılaştırmaları) bol bol mütalaa edilmelidir. Misal olarak Meyve Risalesinin Beşinci Meselesini aktarıyoruz:
“Gençlik Rehberi’nde îzâh edildiği gibi, gençlik hiç şübhe yok ki gidecek. Yaz, güze ve kışa yer vermesi; gündüz, akşama ve geceye değişmesi kat‘iyetinde (kesinliğinde), gençlik de ihtiyârlığa ve ölüme değişecek. Eğer o fânî ve geçici gençliğini iffetle hayrâta istikamet dâiresinde sarf etse, onunla ebedî bâkî bir gençliği kazanacağını, bütün semâvî fermanlar (ilahi kitaplar) müjde veriyorlar.
Eğer sefâhete (günahlara) sarf etse, nasıl ki bir dakika hiddet yüzünden bir katil, milyonlar dakika hapis azabını çektirir. Öyle de, gayr-i meşrû‘ dâiredeki gençlik keyifleri ve lezzetleri, âhiret mes’ûliyetinden ve kabir azabından ve zevâlinden (yokluğundan) gelen teessüflerden (elemlerden) ve günahlardan ve dünyevî mücâzâtlardan (cezalardan) başka, aynı lezzet içinde o lezzetten ziyâde elemler olduğunu aklı başında her genç tecrübe ile tasdîk eder.
Meselâ, haram sevmekte bir kıskançlık elemi ve firâk (ayrılık) elemi ve mukābele (karşılık) görmemek elemi gibi çok ârızalarla o cüz’î lezzet, zehirli bir bal hükmüne geçer. Ve o gençliğin sû’-i isti‘mâli ile gelen hastalıklarla hastanelere ve taşkınlıklarıyla hapishânelere ve kalb ve ruhun gıdasızlıklarından ve vazîfesizliklerinden neş’et eden (ortaya çıkan) sıkıntılarla meyhânelere ve sefâhethânelere ve mezaristanlara düşeceklerini bilmek istersen, git hastanelerden, hapishânelerden, meyhânelerden ve kabristanlardan sor! Elbette ekseriyetle (çoğunlula) gençlerin gençliklerinin sû’-i isti‘mâlâtından ve taşkınlıklarından ve gayr-i meşrû‘ keyiflerin cezâsı olarak gelen tokatlardan, eyvâhlar ve ağlamalar ve esefler (acılar) işiteceksin.
Eğer istikamet dâiresinde gitse, gençlik gayet şirin ve güzel bir ni‘met-i İlâhiye ve tatlı ve kuvvetli bir vâsıta-i hayrât (hayırlara veslie aracı) olarak âhirette gayet parlak ve bâkî (sonsuz) bir gençlik netice vereceğini, başta Kur’ân olarak çok kat‘î âyâtıyla (kesin ayetleriyle) bütün semâvî kitaplar ve fermanlar haber verip müjde ediyorlar.
Madem hakîkat budur. Madem helâl dâiresi, keyfe kâfîdir. Ve madem haram dâiresindeki bir saat lezzet, bazen bir sene, bazen on sene hapis cezâsını çektiriyor. Elbette gençlik ni‘metine bir şükür olarak o tatlı ni‘meti, iffette ve istikamette sarf etmek lâzım ve elzemdir.”[7]
7) Avrupa Hayranlığı ve Taklitçiliği
Bu mesele On Yedinci Lem’a’da şöyle geçer:
“Ey bu vatan gençleri! Frenklerin (Avrupalıların) taklîdine çalışmayınız! Âyâ (acaba), Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetlerinden (düşmanlıklardan) sonra, sizler hangi akıl ile onların sefâhet (günahlar) ve bâtıl efkârlarına (yanlış fikirlerine) ittibâ‘ ediyorsunuz (uyuyorsunuz) ve onlara emniyet ediyorsunuz? Yok! Yok! Onları sefîhâne (akılsızcasına) taklîd edenler, onlara ittibâ‘ değil, belki şuûrsuz olarak onların safına iltihâk edip (katılıp), hem kendi kendinizi, hem kardeşlerinizi i‘dâm ediyorsunuz.
Âgâh (uyanık) olunuz! Sizler böyle ahlâksızca ittibâ‘ ettikçe, hamiyet (vatanı milleti için gayret etme) da‘vâsında yalancılık ediyorsunuz! Çünkü şu sûretteki ittibâınız, milliyetinize karşı bir istihfâftır (hafife alma) ve milletinizle bir istihzâdır (alay etme)!”[8]
8) Gençlik Taşkınlıkları Sonucunda Hapse Düşmek
On Dördüncü Şuâ’da şöyle izah edilir:
“Risâle-i Nûr’daki hakîkî teselliye mahbûslar (hapse düşenler) çok muhtaçdırlar. Hususan gençlik darbesini yiyen ve taze ve şirin ömrünü hapiste geçirenlerin, Nûrlara ekmek kadar ihtiyacı var. Evet, gençlik damarı akıldan ziyâde hissiyâtı (hisleri) dinler. His ve heves ise kördürler. Âkıbeti (işin sonucunu) düşünmezler. Bir dirhem (bir kaç gram) hazır lezzeti, ileride bir batman (9-10 kilo) lezzete tercîh ederler. Bir dakika intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemini çeker ve bir saat sefâhet (günah) keyfiyle -bir nâmus mes’elesinde- binler gün hem hapsin, hem düşmanının endişesinden sıkıntılar içinde ömrünün saadeti mahvolur. Bunlara kıyâsen bîçâre (çaresiz) gençlerin çok vartaları (tuzak) var ki, en tatlı hayatını en acı ve acınacak bir hayata çeviriyorlar. Ve bilhassa şimâlde (kuzey) koca bir devlet, gençlik hissiyâtını (hisler) elde ederek bu asrı fırtınalarıyla sarsıyor. Çünkü âkıbeti görmeyen kör hissiyâtla hareket eden gençlere ehl-i nâmûsun güzel kızlarını ve karılarını ibâha eder (ahlaksızca her şeyi sakıncasız görme). Belki hamâmlarında erkek, kadın beraber çıplak olarak girmelerine izin vermeleri, bu fuhşiyâtı teşvîk eder. Hem serseri ve fakir olanlara zenginlerin mallarını helâl eder ki, bütün beşer (insanlık) bu musibete karşı titriyor.
İşte bu asırda İslâm ve Türk gençleri kahramanâne davranıp iki cihette hücum eden bu tehlikeye karşı, Risâle-i Nûr’un Meyve ve Gençlik Rehberi gibi keskin kılıçlarıyla mukābele etmeleri (karşılık vermeleri) lâzımdır ve elzemdir. Yoksa o bîçâre (çaresiz) genç hem dünya istikbâlini ve mes‘ud hayatını, hem âhiretteki saadetini ve hayat-ı bâkiyesini (ebedi hayatını) azablara elemlere çevirip mahveder. Ve sû’-i isti‘mâl ve sefâhetle (günahlara dalmak) hastahânelere ve hissiyâtlarının taşkınlıklarıyla hapishânelere düşer. İhtiyarlığında eseflerle (elemler) çok ağlayacak. Eğer terbiye-i Kur’âniye ve Nûr’un hakîkatleriyle kendini muhâfaza etse, tam bir kahraman genç ve mükemmel bir insan ve mes‘ud bir Müslüman ve sâir zîhayatlara (canlılar) bir nevi‘ sultan olur.
Evet, bir genç hapiste yirmi dört saat her günkü ömründen tek bir saatini beş farz namazına sarf etse ve ekser günahlara hapis mâni‘ olduğu gibi o musibete sebebiyet veren hatalardan dahi tevbe edip sâir zararlı ve elemli günahlardan çekilse; hem hayatına, hem istikbâline, hem vatanına, hem milletine, hem akrabasına büyük fâidesi olacağı gibi; o beş-on senelik fânî (geçici) gençlikle ebedî parlak bâkî bir gençliği kazanacağını, başta Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, bütün kütüb ve suhuf-u semâviye (semavî kitaplar ve sayfalar) kat‘î haber verip müjde ediyorlar. Evet şirin, güzel gençlik ni‘metine istikametle ve tâatle (Cenâb-ı Hakk'ın emirlerine uymak) şükür etse, hem ziyâdeleşir, hem bâkîleşir, hem lezzetlenir. Yoksa hem belâ olur, hem gamlı ve kâbûslu bir rü’ya olur, hem akrabasına ve vatanına ve milletine muzır (zararlı) bir serseri hükmüne geçmeye sebebiyet verir.”[9]
9) Çeşitli Sebeplerle Tesettüre Girememek
“Hemşîreler (kız kardeş) ve genç kızlar Tesettür Risâlesi[10]’ni okumalıdırlar.”[11]
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Asâ-yı Mûsâ, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2013, s.16
[2] Bediüzzaman Said Nursi, Gençlik Rehberi, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2013, s.1
[3] Bediüzzaman Said Nursi, Gençlik Rehberi, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2013, s.7
[4] Bediüzzaman Said Nursi, Mektûbât-1, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s.126
[5] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2009, s.309
[6] Bediüzzaman Said Nursi, Mektûbât-2, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2012, s.308
[7] Bediüzzaman Said Nursi, Asâ-yı Mûsâ, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2013, s.15
[8] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2007, s.125
[9] Bediüzzaman Said Nursi, Şuâ’lar-2, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul, s.516
[10] Bediüzzaman Said Nursi, Hanımlar Rehberi, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2009, s.42
[11] Bediüzzaman Said Nursi, Hanımlar Rehberi, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2009, s.16