Ve evlâdlarını, o Zât-ı Rahîm-i Kerim’in hediyeleri olduğu için kemâl-i şefkat ve merhamet ile sevmek ve muhâfaza etmek yine Hakk’a âittir. Ve o muhabbet ise, Cenâb-ı Hakk’ın hesabına olduğunu gösteren alâmet ise, vefatlarında sabır ile şükürdür. Me’yûsâne feryâd etmemektir. “Hâlikımın benim nezâretime verdiği sevimli bir mahlûku idi. Bir memlûkü idi. Şimdi hikmeti iktizâ etti. Benden aldı. Daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlûkte bir zâhirî hissem varsa, hakîkî bin hisse onun Hâlik’ına âittir. el-Hükmü lillâh” deyip teslîm olmaktır.
Hem refîka-i hayatını rahmet-i İlâhiyenin mûnis, latîf bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et. Fakat çabuk bozulan hüsn-ü sûretine muhabbetini bağlama. Belki kadının en câzibedâr, en tatlı güzelliği kadınlığa mahsûs bir letâfet ve nezâket içindeki hüsn-ü sîretidir. Ve en kıymetdar ve en şirin cemâli ise, ulvî, ciddî, samîmî, nûrânî şefkatidir. Şu cemâl-i şefkat ve hüsn-ü sîret âhir hayatına kadar devam eder, ziyâdeleşir. Ve o zaîfe ve latîfe mahlûkun hukuk-u hürmeti o muhabbetle muhâfaza edilir. Yoksa hüsn-ü sûretin zevâliyle en muhtaç olduğu bir zamanda bîçâre hakkını kaybeder.
Hem enbiyâ ve evliyâyı sevmek, Cenâb-ı Hakk’ın makbûl ibâdı olmak cihetiyle, Cenâb-ı Hakk’ın nâmına ve hesabınadır. Ve o nokta-i nazardan ona âittir.[1]
Çocuklarımız, Allah’ın bize verdiği bir hediyesidir. Onları sevip korumak, Allah’ın hediyesine değer vermektir. Emanetçi olduğumuzu unutmadan sahipleri namına sevmeliyiz ve güzel davranmalıyız. Bizlerin yanına geçici olarak bir imtihan için verildiklerini bilmek gerekir. Onun için onları korumak Cenab-ı Hak namına anne ve babalara verilmiş bir vazifedir. Eğer o sevgiyi Allah için taşıyorsak, evladımız vefat ettiğinde isyan etmemek, aksine sabredip şükretmek gerekir. Allah emanetini aldığında isyan etmemek onların emanet olduğunu bilmekle olur. Yine Allah’a şükrederiz ki emaneti sahibine teslim ettik. Fakat insan kendini mülk sahibi zannederse elinden alınan bir hakkıymış gibi ümitsizce bağırıp çağırarak feryat eder. Ölen bir evladımız için şunu demeliyiz: “Allah, bana bakmam için güzel bir kulunu vermişti. O’nun mülküydü. Şimdi hikmeti gereği geri aldı. Onu daha hayırlı bir âleme götürdü. O evlâtta benim bir sahipliğim ve hakkım varsa bile, bin kat daha fazla hak sahibi Allah’tır. “Hüküm Allah’ındır” diyerek teslimiyet göstermek gerekir.
Dostlarımızda aranılacak ve onlarla arkadaşlık edilecek en önemli meziyetleri, Allah’a imanları ve güzel amelleri olmalıdır. Madem ki iman ve salih amel cihetiyle seviyorsak, bu sevgi de Allah içindir. Yani "Allah için sevmek" gerekir. Zaten bunun dışında olan sevgi ise faydasız ve zararlıdır. Böyle bir dostluk olmaması daha evladır.
Hayat arkadaşımızı (eşimizi) de Allah’ın rahmetinden gelen sevimli, nadide, latif ve hoş bir hediye olarak görüp öyle sevmek lazımdır. Fakat dış güzelliğine bağlanmamak lazım. Çünkü bu geçicidir, bozulur. Kadındaki asıl güzel olan şey; fıtratına uygun yumuşaklık, zarafet ve güzel ahlâktır. Kalıcı ve daha değerli olan, asıl sevilecek özellik budur. Kadındaki en değerli ve tatlı güzellik; ciddi, samimi ve nurani olan şefkattir. Bu şefkat ve güzel ahlâk, zaman geçtikçe azalmaz; aksine artar, yani kalıcıdır. O narin, nazik kadının hak ettiği saygı ve hürmet, bu içten sevgiyle korunabilir. Eğer sadece dış güzelliğe sevgimiz bağlanırsa, o güzellik kaybolunca eşimiz en çok ilgiye muhtaç olduğu zamanda sevgiden mahrum kalır.
Peygamberleri ve velileri de Allah’ın sevdiği kullar oldukları için Allah adına sevmeliyiz. Milletinden veya başka bir özelliğinden dolayı değil. Gençliğin güzelliğini de Allah’ın şirin bir nimeti olarak görüp şükrederek güzelce kullanmak, gençliğin hakiki sevgisi olan helâl ve meşrû sevgidir.
Bahar mevsimini de sadece güzelliği için değil, Allah’ın güzel isimlerinin bir tecellisi, sanat eserlerinin sergisi olarak düşünerek sevmek, Allah’ın isimlerini sevmek olur.
Hayat; Allah’ın bize verdiği kıymetli bir sermayedir. Onu, ebedî hayatı kazanmak için kullanırsak ve Allah’a hizmete yönlendirirsek, bu sevgi de yine Allah namına olur.
Dünya da Allah’a ait bir sevgiyle sevilebilir. Ahiretin tarlası, Allah’ın isimlerinin yansıdığı bir ayna ve misafirhane olarak görmek şartıyla. Nefsimiz araya karışmazsa, bu sevgi de Allah hesabına olur. Yani her şeyin sevilmeye layık olan yönü onun Cenab-ı Hakk’a bakan yönüdür. Öyle ise neyi seveceksek onu Allah namına sevmeliyiz. Allah namına sevmenin ölçüsü de Allah’ın istediği gibi ona yaklaşmak ve bağlanmakla olur.
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler mecmuası, Hayrat neşriyat, Isparta 2015, s.308