Soru

19. Mektub (Mucizat-ı Ahmediye Risalesi) Şerh ve İzahı-7

19. Mektub’un Beşinci Nükteli İşareti’ndeki “Hazret-i Alî, o derece hilâfete liyâkati olduğu ve Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a karâbeti ve hârikulâde cesâret ve ilmi ile beraber, neden hilâfette tekaddüm ettirilmedi? Sualini ve cevabını cümle cümle izah eder misiniz?

Tarih: 19.06.2025 14:17:33

Cevap

Şu makamda bir mühim suâl vardır.

Meselenin şu makamında önemli bir soru var:

Denilir ki: “Hazret-i Alî, o derece hilâfete liyâkati olduğu ve Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a karâbeti ve hârikulâde cesâret ve ilmi ile beraber, neden hilâfette tekaddüm ettirilmedi?

Deniliyor ki; Hz. Ali, halife olmaya son derece layık idi. Resul-i Ekrem (asm)’a son derece yakındı. (Onun terbiyesinde büyümüş, ilmin kapısı unvanın almış ve ehl-i beytinin başı olmuştu.) Olağanüstü bir cesareti vardı. İlmi fevkalade seviyedeydi. Bütün bunlara rağmen neden halifelikte ilk sıra ona verilmedi?

Ve neden onun hilâfeti zamanında İslâm çok keşmekeşe mazhar oldu?”

Ve onun halife olduğu zaman diliminde İslam toplumu neden birçok karışıklığa uğradı?

Elcevab: Âl-i Beyt’den bir kutb-u a‘zam demiş ki: “Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Alî’nin (ra) hilâfetini arzu etmiş. Fakat gāibden ona bildirilmiş ki, murâd-ı İlâhî başkadır. O da arzusunu bırakıp murâd-ı İlâhîye tâbi‘ olmuş.”

Cevaben: Peygamber Efendimizin soyundan olan bir kutb-u azam[1] (en büyük kutuplardan birisi) bu konuda şöyle demiş: “Esasen Resul-i Ekrem (asm) Hz. Ali’nin halifelikte birinci sırada olmasını arzu etmiş. Fakat manevî cenahtan ona ilahî iradenin daha başka birini istediği bildirilmiş. Peygamber Efendimiz (asm) da kendi arzusunu bırakıp ilahî iradeye itaat etmiş.”

Murâd-ı İlâhînin hikmetlerinden birisi şu olmak gerektir ki:

(Peki, ilahî iradenin bu şekilde cereyan etmesinin hikmetleri nelerdir?) İlahî iradenin bu şekilde olmasının hikmetlerinden biri şu olmak gerekir.

Vefât-ı Nebevîden sonra, en ziyâde ittifâk ve ittihâda gelmeye muhtaç olan Sahâbeler, eğer Hazret-i Alî başa geçse idi,

Peygamber Efendimizin vefatından sonra sahabeler en fazla birlik, beraberlik ve dayanışmaya muhtaç idiler. Şayet Hz. Ali (ra), Peygamber Efendimizden hemen sonra birinci sırada halife seçilmiş olsaydı,

Hazret-i Alî’nin hilâfeti zamanında zuhûra gelen hâdisâtın şehâdetiyle;

Hz. Ali’nin halifelik yaptığı zaman diliminde meydana gelen hadiselerden anlaşıldığı kadarıyla;

ve Hazret-i Alî’nin mümâşâtsız, pervâsız, zâhidâne, kahramanâne, müstağniyâne tavrı ve şöhretgîr-i âlem şecâati i‘tibâriyle, çok zâtlarda ve kabîlelerde rekābet damarını harekete getirip tefrikaya sebeb olmak kaviyen muhtemeldi.

Ve Hz. Ali’nin mümâşâtsız (onaylar gibi gözükmek)sizin, hiç kimseden çekinmeksizin, sırf Allah’ın rızasını düşünerek, tam bir kahramana yakışır şekilde, kimseden yardım almaksızın ortaya koyduğu tavırları, herkesçe çok açık bir surette bilinen, görünen şecaati (cesaretin en mükemmel hali) gibi sebeplerden kaynaklı olarak; birçok kavim ve kabilelerde Hz. Ali’ye karşı bir rekabet damarını uyandırıp, ayrılığa düşmeleri kuvvetle muhtemel idi.

Hem Hazret-i Alî’nin hilâfetinin teahhur etmesinin bir sırrı şudur ki:

Hem Hz. Ali’nin halifeliğinin dört halifenin en sonuna kalmasının bir sırrı ve sebebi şudur ki;

Gayet muhtelif akvâmın birbirine karışmasıyla,

(İslam’ın geniş topraklara yayılmasıyla birlikte) son derece çeşitli kavim ve kabilelerin birbirine karışmasıyla,

Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın haber verdiği gibi sonra inkişâf eden yetmiş üç fırka efkârının esaslarını taşıyan o akvâm içinde, fitne-engîz hâdisâtın zuhûru zamanında, Hazret-i Alî gibi hârikulâde bir cesâret ve firâset sâhibi, Hâşimî ve Âl-i Beyt gibi kuvvetli, hürmetli bir kuvvet lâzım idi ki, dayanabilsin. Evet, dayandı.

Peygamber Efendimiz (asm)’ın haber verdiği gibi daha sonraki yıllarda ortaya çıkacak ve uyanacak olan 73 fırkanın dayanacakları fikirleri taşıyan o milletlerin içinde, çeşitli fitnelerin ortaya çıkmasına sebep olan hadiselere karşı dayanabilmek için, Hz. Ali gibi olağanüstü bir cesaret ve feraset sahibi, Haşimoğulları soyundan ve Peygamber Efendimizin aile fertlerinden olan kuvvetli ve bütün İslam âlemi tarafından kendisine hürmet edilen yüce bir kudret gerekiyordu. Ta ki bu fitnelere dayanabilsin. Sonuç itibariyle Hz. Ali (ra) bu fitne olaylarına ve karışık toplumlara karşı dayandı.

(İmam-ı Rabbanî (ra), “Sultanın atiyyelerini taşıyacak ancak matiyeleridir”[2] demiş. Yani “âlemlerin yegâne sultanı olan Allah’ın özel imtihan yüklerini taşımak ancak o özel yükleri taşımaya ehil olan kişilere mahsustur” denilebilir. Kısacası, o zamandaki karışıklıklar Hz. Ali’den kaynaklı değildi. Belki o karışık zamanı kaldırabilecek en büyük kudret Hz. Ali idi.)

Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın haber verdiği gibi, “Ben Kur’ân’ın tenzîli için harb ettim, sen de te’vîli için harb edeceksin.”

Resul-i Ekrem (asm), (Hz. Ali'ye hitaben); “Ben Kur’ân’ın tenzili (indirildiği için müşriklerle) için savaştım. (Ya Ali!) sen de te’vili (ayetlerinin doğru yorumlanması ve doğru anlaşılması) için savaşacaksın” buyurmuş.

Hem eğer Hazret-i Alî olmasa idi, dünya saltanatı, mülûk-ü Emeviyeyi bütün bütün yoldan çıkarmak muhtemeldi.

Hem eğer Hz. Ali (gibi bir manevi sultan) olmasaydı, dünya saltanatı Emevî devletinin meliklerini (padişah yetkisindeki halifelerini) tamamıyla yoldan çıkarması kuvvetle muhtemel idi.

Halbuki, karşılarında Hazret-i Alî ve Âl-i Beyt’i gördükleri için, onlara karşı muvâzeneye gelmek ve ehl-i İslâm nazarında mevki‘lerini muhâfaza etmek için,

Halbuki (Emevî devletinin yönetim kadrosu) karşılarında Hz. Ali ve ehl-i beyti gördükleri (ve onlara karşı aralarında manevi bir rekabet bulunduğu için) ehl-i beyte karşı halkın gözünde yer edinmek ve İslam milletinin nazarındaki yerlerini koruyabilmek için,

ister istemez Emeviye Devleti reislerinin umumu, kendileri olmasa da, her halde teşvîk ve tasvîbleriyle etbâ‘ları ve tarafdârları, bütün kuvvetleriyle hakāik-i İslâmiyeyi ve hakāik-i îmâniyeyi ve ahkâm-ı Kur’âniyeyi muhâfazaya ve neşre çalıştılar.

Emevî devlet yönetiminin kendileri bizzat olmasalar da her durumda tabiilerini ve taraftarlarını teşvik ederek, bütün güçleriyle İslam’ın ve imanın hakikatlerini, Kur’ân’ın hükümlerini korumak ve yaymak için çalıştılar.

Yüz binlerle müctehidîn, muhakkikîn ve muhaddisîn-i kâmilîn ve evliyâlar ve asfiyâlar yetiştirdiler.

(Teşvik edilen bu çalışmaların neticesi olarak) yüz binlerce müçtehitleri,[3] en ince ayrıntısına kadar hakikati araştıran yüksek âlimleri,[4] her biri mükemmel olgunlukta bulunan hadîs âlimlerini, evliya[5] ve asfiyaları[6] yetiştirdiler.

Eğer karşılarında Âl-i Beyt’in gayet kuvvetli velâyet ve diyânet ve kemâlâtı olmasa idi,

Şayet (Emevî devlet idarecilerinin) karşılarında Âl-i Beyt’in son derece kuvvetli velayeti[7] ve dindarlığı ve en üst derecedeki manevi olgunluk ve duruşları olmasaydı,

Abbâsîlerin ve Emevîlerin âhirlerindeki gibi, bütün bütün çığırdan çıkmak kat‘iyen muhtemeldi.[8]

Emevî ve Abbasî devletlerinin her ikisinin de son dönemlerinde emareleri göründüğü gibi, yöneticilerin bütünüyle çığırdan çıkmaları kesin olarak ihtimal dahilindeydi.


[1] Ümmete yön veren manevî kutup yıldızlarının en büyüklerinden biri anlamında Abdülkadir Geylanî hazretleri için kullanılan özel tabir.

[2] Said Nursi, Mesnevi-yi Nuriye, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 71

[3] Âyet ve hadîslere dayanarak hüküm çıkarma kabiliyetine sahip İslam bilginleri.

[4] Hakikatleri en ince ayrıntısına kadar araştıran ve delile dayanan âlimler.

[5] Evliya, velî kelimesinin çoğul halidir. Veli, dost demektir. Allah’ın dostu olan seçkin kullar demektir.

[6] Maddi ve manevi her türlü kirden arınmış, ilim ve velayet sahibi olan tertemiz insanlar.

[7] Allah’a dost olma, Allah’ın dostluğunu kazanma hali.

[8] Said Nursi, Zülfikâr, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 235-36


Yorum Yap

Yorumlar