19. Mektub’un "On Altıncı İşareti’nin 3. Kısmı" olan “Hz. Peygamber’in Doğduğu Gece” meydana gelen mucizeleri cümle cümle izah eder misiniz?
Üçüncü kısım:
İrhasât’ın Üçüncü Kısmı
İrhâsâttan, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın velâdeti hengâmında vücûda gelen hârikalardır ve hâdiselerdir. O hâdiseler, onun velâdetiyle alâkadâr bir sûrette vücûda gelmiş.
İrhasât’ın bir diğer yönü de Resul-i Ekrem (asm)’ın doğumları esnasında, o gece meydana gelen harika olaylardır. O harika hadiseler, Resul-i Ekrem (asm)’ın doğumuyla çok alakalı bir şekilde meydana gelmiştir.
Hem bi’setten evvel bazı hâdiseler var ki, doğrudan doğruya birer mu‘cizesidir. Bunlar çoktur. Numûne olarak meşhur olmuş ve eimme-i hadîs kabul etmiş ve sıhhatleri tahakkuk etmiş birkaç numûneyi zikredeceğiz:
Hem de Resul-i Ekrem (asm)’a peygamberlik verilmezden önce gerçekleşen bazı harika olaylar vardır ki, bu olaylar doğrudan doğruya Resul-i Ekrem (asm)’ın birer mucizesidir.
Birincisi:
Velâdet Gecesi Meydana Gelen Harikaların Birincisi:
Velâdet-i Nebeviye gecesinde, hem annesi, hem annesinin yanında bulunan Osman ibni’l-Âs’ın annesi, hem Abdurrahmân ibn-i Avf’ın annesi, gördükleri azîm bir nûrdur ki, üçü de demişler: “Velâdeti anında biz öyle bir nûr gördük ki, o nûr, maşrık ve mağribi bize aydınlattırdı.”
Hz. Peygamberin doğduğu gece hem Resul-i Ekrem (asm)’ın annesi, hem -doğum ebesi olarak orada bulunan- Osman b. Âs’ın[1] annesinin hem de Abdurrahman b. Avf’ın annesinin beraber gördükleri âfâkı kaplayan büyük bir nurdur. Üç kadının üçü de bu konuda şöyle demişler: “Hz. Muhammed’in doğum anında öyle bir nur gördük ki, o nur doğu ile batı arasını bize aydınlattı.”
İkincisi:
Velâdet Gecesi Meydana Gelen Harikaların İkincisi:
O gece Ka‘be’deki sanemlerin çoğu başı aşağı düşmüş.
Yine Hz. Peygamberin doğduğu gece Kâbe’deki putların çoğu baş aşağı yere düşmüş.
Üçüncüsü:
Velâdet Gecesi Meydana Gelen Harikaların Üçüncüsü:
Meşhur Kisrâ’nın eyvânı, yani saray-ı meşhûresi, o gece sallanıp inşikāk etmesi ve on dört şerefesinin düşmesidir.
Sasanî Devletinin heybet ve azametini gösteren meşhur sarayın o gece -kuvvetle muhtemel bir deprem ile- sarsılıp yarılması ve bu sarsıntı sonucu sarayın on dört (14) burcunun yere düşmesidir.
Dördüncüsü:
Velâdet Gecesi Meydana Gelen Harikaların Dördüncüsü:
Sâve’nin takdîs edilen küçük denizinin o gecede yere batması; ve Istahr-Âbâd’da bin senedir dâimâ iş‘âl edilen, yanan ve sönmeyen mecûsîlerin ma‘bûd ittihâz ettikleri ateşin velâdet gecesinde sönmesi; işte şu üç-dört hâdise işarettir ki, o yeni dünyaya gelen zât, ateşperestliği kaldıracak. Fars saltanatının sarayını parçalayacak. İzn-i İlâhî ile olmayan şeylerin takdîsini men‘ edecektir.
Kendisine kutsallık atfedilen Sâve Gölü[2] o gece çekildi. Ateşperest inancına sahip Sasani devletinin İstahr-Âbâd[3] şehrinde bin yıldır yanmakta olan ve hiç sönmeyen ateş, Hz. Peygamberin doğduğu gece söndü. Öyle ki Mecusiler[4] bu ateşi (Haşa!) ‘ma’bûd: Kendisine tapınılan, kulluk edilen’ olarak kabul ediyorlardı. İşte Hz. Peygamberin doğduğu gece harika bir şekilde meydana gelen şu üç-dört hadise gösteriyor ki, o yeni dünyaya gelen zât (asm), ateşe tapmayı ortadan kaldıracak, Fars (Sasani) saltanatını ve bu saltanatın simgesi olan sarayını parçalayacak. Allah’ın iniyle haksız yere kendisine kutsallık atfedilen şeylere kutsal kabul edilmesini engelleyecektir.
Beşincisi:
Velâdet Gecesi Meydana Gelen Harikaların Beşincisi:
Çendân velâdet gecesinde değil, fakat velâdete pek yakın olduğu cihetle, o hâdiseler de irhâsât-ı Ahmediyedir ki (asm), Sûre-i اَلَمْ تَرَ كَيْفَ de nass-ı kat‘î ile beyân edilen Vak‘a-i Fîl’dir ki,
Her ne kadar Hz. Peygamberin doğum gecesinde gerçekleşmemiş olsa da Efendimizin doğumuna pek yakın olması hasebiyle bu hadiseler de irhasât olarak kabul edilir. Bunlardan en birincisi Fil Sûresinde kesin delil ile açıklanan Fil Hadisesi'dir.
Ka‘be’yi tahrîb etmek için, Ebrehe nâmında Habeş Meliki gelip Fîl-i Mahmûdî nâmında cesîm bir fili öne sürüp gelmiş. Mekke’ye yakın olduğu vakit fil yürümemiş. Çare bulamamış, dönmüşler. Ebâbîl kuşları onları mağlûb etmiş ve perişan etmiş, kaçmışlar. Bu kıssa-i acîbe tarih kitaplarında tafsîlen meşhurdur.
Ebrehe, Habeşistan’ın bölge valisiydi. Kâbe’yi harap etmek için insan gücüyle karşı konulmaz bir ordu toplamış. Ordunun öncülüğünü de Mahmud adındaki büyük bir fil yapıyormuş. Mekke’ye yaklaştıkları zaman -belli bir noktaya ulaşınca- fil hareket etmemiş. Ne yaptılarsa bir çare bulup fili yürütememişler. Bu sırada ebabil kuşları -gagalarında ve ayaklarında bulunan mercimekten büyük nohuttan küçük pişirilmiş taşlarla- Ebrehe ordusunu mahvedip mağlup etmiş. Can havliyle kaçışmışlar. Bu acayip olay tarih kitaplarında ayrıntılı bir şekilde kayıtlıdır.
İşte şu hâdise, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın delâil-i nübüvvetindendir. Çünkü velâdete pek yakın bir zamanda, kıblesi ve mevlidi ve sevgili vatanı olan Ka‘be-i Mükerreme, gaybî ve hârika bir sûrette Ebrehe’nin tahrîbinden kurtulmuştur.
İşte bu fil hadisesi Resul-i Ekrem (asm)’ın peygamberlik delillerindendir. Çünkü doğumuna çok yakın gerçekleşmiş. Hz. Peygamberin (asm) kıblesi ve doğduğu yer olan Kâbe ve sevgili vatanı mükerrem yani şerefli kılınan Mekke gaybî ve harika bir surette Ebrehe ordusunun tahribinden kurtulmuştur.
Altıncısı:
Velâdet Gecesi Meydana Gelen Harikaların Altıncısı:
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın küçüklüğünde Halîme-i Sa‘diye’nin yanında iken, Halîme ve Halîme’nin zevcinin şehâdetiyle, güneşten rahatsız olmamak için çok def‘a üstünde bir bulut parçasını ona gölge ettiğini görmüşler ve halka söylemişler. Ve o vâkıa sıhhatle şöhret bulmuş.
Başında Bulut Olmasının Birinci Numunesi
Resul-i Ekrem (asm) henüz küçük bir bebek iken süt annesi Beni Sa’d kabilesinden Hz. Halime’nin yanında iken, Hz. Halime’nin ve kocasının şahit olmalarıyla; Efendimizin güneşin aşırı sıcağından rahatsız olmaması için bir parça bulutun ona gölge ettiğini çok defa görmüşler. O beldedeki halka söylemişler. Hem de bu hadise -hadis ilmindeki kesinlik derecesi itibariyle- sıhhatli bir şekilde şöhret kazanmış.
Hem Şam tarafına on iki yaşında iken gittiği vakit, Bahîrâ-yı Râhib’in şehâdetiyle, bir parça bulut Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın başına gölge ettiğini görmüş ve göstermiş.
Başında Bulut Olmasının İkinci Numunesi
Hem yine Resul-i Ekrem (asm) on iki yaşlarında iken ticaret maksadıyla amcası Ebu Talib’in refakatiyle Şam tarafına gittiği vakit, Rahip Bahîra bir parça bulutun Resul-i Ekrem (asm)’a gölge ettiğini görmüş. Ve etrafında bulunan diğer kimselere göstermiş.
Hem yine bi’setten evvel, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bir def‘a Hatîce-i Kübrâ’nın Meysere ismindeki hizmetkârı ile ticaretten geldiği zaman, Hatîce-i Kübrâ Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın başında iki melek, bulut tarzında gölge ettiklerini görmüş. Kendi hizmetkârı olan Meysere’ye demiş. Meysere dahi Hatîce-i Kübrâ’ya demiş: “Bütün seferimizde ben öyle görüyordum.”
Başında Bulut Olmasının Üçüncü Numunesi
Hem yine Resul-i Ekrem (asm)’a henüz peygamberlik verilmezden evvel, Hz. Hatice’nin ticaret kervanına başkanlık edip döndüğü vakit, Hz. Hatice Resul-i Ekrem (asm)’ın başının üzerinde iki meleğin bulut gibi gölge ettiklerini görmüş. Hizmetçisi olan Meysere’ye bu hayretlik durumu haber vermiş. Meysere de ona “bütün seferimiz boyunca aynı hali ben de görüyordum” demiş.
Yedincisi:
Bi’setten Evvel Meydana Gelen Harikaların Yedincisi:
Nakl-i sahîh ile sâbittir ki, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bi’setinden evvel bir ağacın altında oturdu. O yer kuru idi. Birden yeşillendi. Ağacın dalları onun başı üzerine eğilip kıvrılarak gölge yapmıştır.
Sıhhatli bir şekilde nakil ile sabittir ki, Resul-i Ekrem (asm) kendisine henüz peygamberlik verilmezden evvel bir ağacın altında oturdu. O yer ve o ağaç kupkuru idi. O yer ve o ağaç birden yeşillendi. Hatta o ağacın dalları Efendimizin mübarek başının üzerine eğilip kıvrılarak gölge etmiştir.
Sekizincisi:
Bi’setten Evvel Meydana Gelen Harikaların Sekizincisi:
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ufak iken Ebû Tâlib’in evinde kalıyordu. Ebû Tâlib, çoluk ve çocuğu, onunla beraber yerler ise, karınları doyardı. Ne vakit o zât yemekte bulunmazsa, tok olmuyorlardı. Şu hâdise hem meşhurdur, hem kat‘îdir.
Resul-i Ekrem (asm) – altı yaşında annesi ve sekiz yaşında dedesinin vefat etmiş olması sebebiyle- ufak bir çocuk iken amcası Ebu talibin evinde kalıyordu. Ebu talibin çoluk çocuğu yemeği Resul-i Ekrem (asm) ile yerlerse karınları doyuyordu. Ne zaman ki, o zat-ı mübarek yemekte olmazsa karınları doymuyordu. Şu hadise hem meşhur olmuştur. Hem de gerçekliği kesindir.
Hem Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın küçüklüğünde ona bakan ve hizmet eden Ümm-ü Eymen demiş: “Hiçbir vakit Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm açlık ve susuzluktan şikâyet etmedi. Ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde.”
Ümmü Eymen[5] küçüklüğünde Resul-i Ekrem (asm)’a bakıcılık etmiş ve hizmetini görmüştü. Ümmü Eymen demiş ki, “Resul-i Ekrem (asm) ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde açlık veya susuzluktan hiçbir vakit şikâyet etmedi.”
Dokuzuncusu:
Bi’setten Evvel Meydana Gelen Harikaların Dokuzuncusu:
Murdiası olan Halîme-i Sa‘diye’nin malında ve keçilerinin sütünde, kabîlesinin hilâfına olarak çok bereketi ve ziyâde olmasıdır. Bu vâkıa hem meşhurdur, hem kat‘îdir.
Süt annesi olan Beni Sa’d kabilesinden Hz. Halime’nin malında ve keçilerinin, develerinin sütünde kabilesinin zıddına olarak -kuraklık çekmelerine rağmen- çok bereketli ve fazlaca olması hadisesidir. Bu vaka hem gerçekliği kesin ve hem de hadis ilmindeki derecesi meşhur olmuştur.
Hem sinek onu (asm) ta‘cîz etmezdi. Onun cesed-i mübârekine ve libâsına konmazdı.
Bi’setten Evvel Meydana Gelen Bir Başka Harikası:
Sinekler hiçbir zaman Resul-i Ekrem (asm)’a sıkıntı vermezlerdi. Onun mübarek bedenine veya elbisesine konmazlardı.
Nasıl ki evlâdından olan Seyyid Abdülkādir-i Geylânî (Kuddise Sirruhu) dahi ceddinden o hâli irsiyet almıştı. Sinek ona da dokunmazdı.
Sinekler nasıl Efendimizin mübarek bedenine konmaz ve ona eza vermezlerdi. Tıpkı bunun gibi neslinden olan Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî (ks) dahi bu hali atasından miras almıştı. Sinekler onun da bedenine konmazlardı.
Onuncusu:
Bi’setten Evvel Meydana Gelen Harikaların Onuncusu:
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dünyaya geldikten sonra, bâhusus velâdet gecesinde, yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır ki, şu hâdise On Beşinci Söz’de kat‘iyen burhânlarıyla isbat ettiğimiz üzere, şu yıldızların sukūtu, şeyâtîn ve cinlerin gaybî haberlerinden kesilmesine alâmet ve işarettir.
Resul-i Ekrem (asm) dünyaya geldikten sonra ve özellikle de doğum gecesinde yıldızların düşmesi/ kayması olaylarının çoğalmasıdır. İşte bu hadise Risale-i Nur’un Sözler adlı mecmuasında On Beşinci Söz adlı eserinde delilleriyle kesin olarak ispat ettiğimiz üzere, bu şekilde yıldızların düşmesi şeytanların ve cinlerin gaybî haberleri almaktan artık menedildiklerine işaret ve bir alâmettir.[6]
İşte madem Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm vahiy ile dünyaya çıktı. Elbette yarım yamalak ve yalanlar ile karışık kâhinlerin ve gāibden haber verenlerin ve cinlerin ihbârâtına sed çekmek lâzımdır ki, vahye bir şübhe îras etmesinler. Ve vahye benzemesin.
İşte madem Resul-i Ekrem (asm) vahiy ile ortaya çıktı. Elbette kahinlerin, cinlerin, gâibden haber verenlerin yarım yamalak, yalanlarla dolu haberlerine artık bir set çekme gerekiyordu. Ta ki, vahye bir şüphe bulaşmasın. Ve o yalanlarla dolu haberler vahye benzemesinler.
Evet, bi’setten evvel kâhinlik çoktu. Kur’ân nâzil olduktan sonra onlara hâtime çekti. Hatta çok kâhinler îmâna geldiler. Çünkü daha cinler tâifesinden olan muhbirlerini bulamadılar. Demek Kur’ân hâtime çekmişti.
Evet, Efendimizin peygamberliğinden ve hele de doğumundan önce kahinlik yapanlar çoktu. Kur’ân indirilmeye başlandıktan sonra onlara bir son verdi. Hatta kâhinlerin birçoğu iman ettiler. Çünkü cinlerden olan muhbirlerini artık bulamıyorlardı. Demek ki, Kur’an bu ve benzeri olayların hepsine birden son vermişti.
İşte eski zaman kâhinleri gibi, şimdi de medyumlar sûretinde yine bir nevi‘ kâhinlik, Avrupa’da ispirtizmacıların içlerinde baş göstermiş. Her ne ise.
İşte eski zamanın kâhinleri gibi son zamanlarda da medyumluk[7] şeklinde yine bir çeşit kâhinlik özellikle Avrupa’da İspirtizma[8] yapanların içlerinde baş göstermiş. Her neyse…
Elhâsıl: Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nübüvvetinden evvel nübüvvetini tasdîk ettiren ve tasdîk eden pek çok vâkıalar, pek çok zâtlar zâhir olmuşlar.
Sözün özü: Resul-i Ekrem (asm)’ın peygamberliğinden önce gerçekleşen ve fakat peygamberliğini tasdik eden pek çok hadiseler yaşanmış. Pek çok kişi de bu olaylara birebir muhatap olmuşlar. Bu hadiseler Efendimizin peygamberliğini doğrular. O hadiseye şahit olan veya haber alanlara da Efendimizin peygamberliğini tasdik ettirir.
Evet, dünyaya ma‘nen reis (Hâşiye)[9] olacak ve dünyanın ma‘nevî şeklini değiştirecek ve dünyayı âhirete mezraa yapacak ve dünyanın mahlûkātının kıymetlerini i‘lân edecek ve cin ve inse saadet-i ebediyeye yol gösterecek ve fânî cin ve insi i‘dâm-ı ebedîden kurtaracak ve dünyanın hikmet-i hilkatini ve tılsım-ı muğlakını ve muammâsını açacak ve Hâlik-ı Kâinât’ın makāsıdını bilecek ve bildirecek ve o Hâlik’ı tanıyıp umuma tanıttıracak bir zât,
Evet, bu gelecek olan zât (asm) dünyanın manevi sahada yegâne reisi olacak ve dünyanın manevi şeklini bütünüyle değiştirecek ve dünyayı ahiret için bir tarla yapacak ve varlıkların kıymetlerini ilan edecek, Cinlere ve insanlara ebedî saadetin yolunu gösterecek, fani (ölümlü, son bulucu) olan insanları ve cinleri ebedî idamdan kurtaracak ve dünyanın yaratılış hikmetlerini ve anlaşılamayan sırlarını ve çözülemeyen yönlerini açacak ve kâinatın yaratıcısının kâinatı yaratmaktan maksatlarını Rabbinden öğrenip ümmetine eksiksiz olarak bildirecek ve o yaratıcıyı tanıyıp bütün insanlara tanıttıracak bir zâttır.
elbette o daha gelmeden her şey, her nevi‘, her tâife onun geleceğini sevecek ve bekleyecek ve hüsn-ü istikbâl edecek ve alkışlayacak ve Hâlik’ı tarafından bildirilse, o da bildirecektir.
Elbette böyle bir zat, böyle bir reis (asm) o daha gelmeden her şey, her varlık çeşidi, her mahluk tayfası o reisin geleceğine sevinecek ve gelişini bekleyecektir. Onun gelişini güzel bir şekilde karşılayacak, geldiğinde o mübarek zatı alkışlayacak ve yaratıcısı tarafından kendilerine bildirildiği kadarıyla onlar da o gelen zatı bileceklerdir.
Nasıl ki sâbık işaretlerde ve misâllerde gördük ki, her bir nev‘-i mahlûkāt, onu hüsn-ü istikbâl ediyor gibi mu‘cizâtını gösteriyorlar. Mu‘cize lisânıyla nübüvvetini tasdîk ediyorlar.[10]
Bu On Dokuzuncu Mektubun önceki işaretlerinde ve mucize misallerinde gördük ki, varlık çeşitlerinin tamamı o zat (asm)’ı güzel bir karşılama ile karşılar gibi o zatın birer mucizesini gösteriyorlar. Mucizelerin diliyle peygamberliğini tasdik ediyorlar.
[1] Osman b. Âs, sahabedendir. Annesi Fatıma doğum ebesi olarak Efendimizin doğumunda bulundu. Osman, 630 yılında Medine’ye gelen Taif heyetinin en genç üyesiydi. İslam’ı öğrenmek için fazla iştiyaklı olması Efendimizin hoşuna gitti. Onu vali tayin etti. Hz. Ebu Bekir döneminde de vali olarak görevinin başında kaldı. Ridde olaylarında halifenin yanında saf tuttu. Hz. Ömer zamanında fetih hareketlerine vali ve komutan sıfatıyla iştirak etti. İran üzerine sefer yapan komutanlardan biriydi. Uzun zaman valilik yaptıktan sonra Basra’ya yerleşti. Hayatını ilimle meşgul olarak geçirdi.
[2] Save Gölü, günümüz Irak’ın Müsenna şehrinde, Fırat nehrine 23 km mesafede bulunan kapalı havza.
[3] İstahr-Âbâd, günümüz İran’ın Şiraz-İsfahan yolu üzerinde bulunan ve yerinde sadece şehir kalıntıları bulunan eski fars şehridir.
[4] Mecusi, Zerdüştçülük inancına mensup, ateşe tapan kimse
[5] Ümmü Eymen, sahabedendir. Habeş asıllı bir köle idi. Efendimizin doğumundan itibaren ona dadılık yaptı. Süt emzirdi. Efendimiz henüz altı yaşında annesini kaybettiğinde yanında Ümmü Eymen vardı. Efendimiz (asm) Hz. Hatice’yle evlenince onu azad etti. Ubeyd adında biriyle evlendi. Bu evlilikten ilk oğlu Eymen doğdu. Kocası vefat edince bu defa yine Efendimizin azatlısı olan Zeyd b. Harise ile evlendi. Bu evlilikten efendimizin çok sevdiği Hz. Usame doğdu. Uhud ve Hayber savaşlarına katıldı. Oğlu Eymen Huneyn, eşi Zeyd ise Mûte savaşında şehid oldu. Efendimiz (asm) onu ailesinden sayar ve “annemden sonra annem” derdi. Hz. Ömer’in şehadetinden kısa süre sonra vefat etti.
[6] Evet, nasıl ki bir ülkede anayasa veya alt kanun maddelerinde değişiklik yapılabiliyor. Buna bağlı olarak önceden serbest olan bir davranış yasak ilen edilebiliyor. Rabbimiz de o zamana kadar müsamaha ettiği kahinlik, gâibden haber hırsızlığı gibi hadiselere Efendimizin doğum gecesi milat olmak üzere men kararı verebilir. Son ve en büyük, en kapsamlı kelamı olan Kur’ân’a yani vahye en küçük bir halel gelmemesi için böyle bir tedbir yerindedir. Harikadır.
[7] Medyum, ruhlar alemiyle iletişim kurabildiğini, ölülerle canlılar arasında iletişim sağlayabildiğini iddia eden kimse
[8] İspirtizma, bazı şartlara uyulduğunda ölülerin ruhlarıyla iletişim kurulabileceğine inanan görüştür.
[9] Hâşiye: Evet, Sultân-ı Levlâke Levlâk, öyle bir reistir ki, bin üç yüz elli senedir saltanatı devam ediyor. Birinci asırdan sonra, her bir asırda lâakal üç yüz elli milyon teb‘ası ve raiyeti vardır. Küre-i arzın yarısını bayrağı altına almış ve teb‘ası kemâl-i teslîmiyetle ona her gün salât ve selâm ile tecdîd-i bîat ederek emirlerine itâat ederler.
Dipnot: Evet, “Sen olmasaydın, sen olmasaydın” hitabına mazhar bir manevi sultan olan Resul-i Ekrem (asm) öyle bir reistir ki, bin üç yüz elli senedir (şimdi 1450 senedir) manevi saltanatı devam ediyor. Birinci asırda İslam tebaasının çoğalmasından sonra her asırda -ortalama- 350 milyon tebaası ve tabi olanları vardır. Yer kürenin -coğrafi olarak- yarısını (İslam) bayrağı altına almış. Kendisine tabi olanlar tam bir teslimiyetle ona her gün salat ve selam ederek imanlarını ve biâtlarını yenilerler. Emirlerine itaat ederler.
[10] Said Nursi, Zülfikâr, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 301-304