19. Mektub’un "On Beşinci İşareti’nin 2. Şube’si" olan “Cenazeler, Cinler ve Melekler” ile alakalı mucizeleri cümle cümle izah eder misiniz?
İkinci Şu‘be:
On Beşinci Nükteli İşaretin İkinci Şubesi
Cenazelerin ve cinlerin ve melâikelerin Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tanımalarıdır.
Cenazelerin, cinlerin ve meleklerin Resul-i Ekrem (asm)’ı tanımalarıyla ilgilidir.
Bunun da çok hâdiseleri var. Numûne için, şöhret bulmuş ve mevsûk imamlar haber vermiş birkaç numûneyi evvelen cenazelerden göstereceğiz.
Bunlarla ilgili çok hadiseler var. Numune için şöhret derecesine çıkmış ve mevsuk hadis imamları tarafından haber verilmiş olan birkaç mucizeyi göstereceğiz. Öncelikle cenazelerle ilgili mucizeleri zikredeceğiz.
Ama cin ve melâike ise, o mütevâtirdir. Onların misâlleri bir değil, bindir. İşte ölülerin konuşması misâllerinden:
Amma cin ve meleklerin Resul-i Ekrem (asm)’ı tanımalarıyla ilgili mucizelerin hadis ilmindeki kesinlik ve sıhhat derecesi mütevâtirdir. Cinler ve meleklerle ilgili mucizeler bir değil binlerdir. İşte ölülerin Resul-i Ekrem (asm)’ın peygamberliği hakkında konuşmasının misallerinden:
Birincisi şudur ki:
İkinci Şubenin Birinci Hadisesi
Ulemâ-yı zâhir ve bâtının Tâbiîn zamanında en büyük reisi ve İmâm-ı Alî’nin mühim ve sadûk bir şâkirdi olan Hasan-ı Basrî haber veriyor ki:
Tabiin döneminde zahirî[1] ve bâtınî[2] ilimlerde en büyük reis olarak kabul edilen aynı zamanda Hz. Ali’nin çok sadık bir talebesi olan Hasan-ı Basrî haber veriyor ki:
“Bir adam, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanına gelerek ağlayıp sızladı. Dedi: ‘Benim bir küçük kızım vardı. Şu yakın derede öldü. Oraya attım.’ Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona acıdı. Ona dedi: ‘Gel, oraya gideceğiz.’ Gittiler.
“Adamın biri Resul-i Ekrem (asm)’ın yanına gelerek ağlayıp sızlayarak şöyle dedi: ‘Benim küçük bir kızım vardı. Şu yakın derede öldü. Cenazesini oraya attım.’ Resul-i Ekrem (asm) o adama acıdı ve ‘gel, oraya gideceğiz’ dedi. Gittiler.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o ölmüş kızı çağırdı. ‘Yâ fulâne!’ dedi. Birden o ölmüş kız لَبَّيْكَ وَسَعْدَيْكَ dedi.
Resul-i Ekrem (asm) vefat etmiş olan o kızı, ‘Ey falanca’ diye çağırdı. Ölmüş haldeki kız birden “buyur, emret” dedi.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: ‘Tekrar peder ve vâlidenin yanına gelmeyi arzu eder misin?’ O dedi: ‘Yok, ben onlardan daha hayırlısını buldum.’”
Bunun üzerine Resul-i Ekrem (asm) o ölmüş kıza; ‘Tekrar ana-babanın yanına gelmek ister misin?’ dedi. O ise ‘yok, (istemem). Ben onlardan daha hayırlısını buldum’ dedi.
İkincisi:
İkinci Şubenin İkinci Hadisesi
İmâm-ı Beyhakî ve İmam-ı ibn-i Adiyy gibi bazı mühim imamlar, Hazret-i Enes ibn-i Mâlik’den haber veriyorlar ki, Enes demiş:
İmam Beyhakî ve İmam İbn-i Adiyy[3] gibi hadis ilminin önemli bazı imamları Hz. Enes b. Malik’ten rivayetle haber verdiklerine göre Hz. Enes şöyle demiş:
“Bir ihtiyâre kadının bir tek oğlu vardı. Birden vefat etti. O sâliha kadın çok müteessir oldu. Dedi: ‘Yâ Rab! Senin rızân için Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a bîatı ve hizmeti için hicret edip buraya geldim. Benim hayatımda istirâhatimi te’mîn edecek tek evlâdcığımı, o Resûlün hürmetine bağışla.’” Enes der: “O ölmüş adam kalktı. Bizimle yemek yedi.”
“İhtiyarca bir kadının bir tek bir oğlu vardı. Birden vefat etti. O sâliha kadın çok etkilendi ve şöyle dua etti: “Ya Rabbi! Senin rızan için Resul-i Ekrem (asm)’a biat etmek ve hizmet etmek için hicret edip buraya geldim. Benim istirahatimi sağlayacak olan bir tek evladımı o Resulün (asm) hürmetine bana bağışla” Hz. Enes der ki: “Ölmüş olan o adam kalktı bizimle yemek yedi.”
İşte şu hâdise-i acîbeye işaret ve ifade eden İmâm-ı Busîrî’nin Kasîde-i Bürde’de şu fıkradır: لَوْ نَاسَبَتْ قَدْرَهُٓ اٰيَاتُهُ عِظَمًا ٭ اَحْيَي اسْمُهُ ح۪ينَ يُدْعٰي دَارِسَ الرِّمَمِ Yani “Eğer alâmetleri, onun kadrine muvâfık derecesinde azametini ve makbûliyetini gösterse idiler, değil yeni ölmüşler, belki onun ismiyle çürümüş kemikler de ihyâ edilebilirdi.”
İşte İmam Buseyri ya da Bûsîrî[4] Kaside-i Bürde’[5] de oldukça ilginç olan bu olaya şu dizelerde işaret etmiştir. “Eğer alâmetleri, onun kadir ve kıymetine uygun şekilde Onun büyüklüğünü ve gerçek mahiyetini gösterseydiler, değil yeni ölmüşler, belki onun hürmetine çürümüş kemikler de canlandırılabilirdi.”
Üçüncü Hâdise:
İkinci Şubenin Üçüncü Hadisesi
Başta İmâm-ı Beyhakî gibi râvîler, Abdullâh ibn-i Ubeydullâhi’l-Ensârî’den haber veriyorlar ki, Abdullâh demiş:
Başta imam Beyhakî gibi hadis ravileri, Abdullah İbn-i Ubeydullah el-Ensarî[6] adlı sahabeden naklediyorlar ki;
“Sâbit ibn-i Kays ibn-i Şemmâs’ın Yemâme Harbi’nde şehîd düştüğü ve kabre koyduğumuz vakit ben hazırdım. Kabre konurken birden ondan bir ses geldi. مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ اَبُو بَكْرِ الصِّدّ۪يقُ وَعُمَرُ الشَّه۪يدُ وَعُثْمَانُ الْبَرُّ الرَّح۪يمُ dedi. Sonra açtık baktık. Ölü, cansız.”
Sabit b. Kays b. Şemmas[7] Yemâme savaşında şehit oldu. Kabre koyduğumuzda ben de orada bulunuyordum. Kabrine indirirken birden ondan bir ses geldi. “Muhammed Allah’ın resulüdür. Ebu Bekir Sıddık’tır. Ömer şehiddir. Osman şefkatli ve itaatkârdır” dedi. Bunun üzerine kefenini açıp acaba diri mi? diye baktık. Cansızdı.
İşte o vakit, daha Hazret-i Ömer hilâfete geçmeden, şehâdetini haber veriyor.
İşte bu şehit daha o zaman Hz. Ömer Halife olmamış iken şehit olacağını haber veriyor.
Dördüncü Hâdise:
İkinci Şubenin Dördüncü Hadisesi
İmâm-ı Taberânî ve Ebû Nuaym, Delâil-i Nübüvvet’de, Nu’mân ibn-i Beşîr’den haber veriyorlar ki:
İmam Taberânî ve Ebu Nuaym[8] Delâil-i Nübüvvet[9] adlı eserinde Numan b. Beşir’den[10] nakil ile haber veriyorlar ki:
“Zeyd ibn-i Hârice, çarşı içinde birden düşüp vefat etti. Eve getirdik. Akşam ve yatsı arasında etrafında kadınlar ağlarken, birdenاَنْصِتُوا اَنْصِتُوا Susunuz’ dedi. Sonra fasîh bir lisânla: مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ diyerek bir mikdar konuştu. Sonra baktık ki, cansız, vefat etmiş.”
“Zeyd b. Harice,[11] çarşı içinde birden düşüp vefat etti. Cenazeyi eve getirdik. Akşam ile yatsı arasında cenazenin etrafında kadınlar ağlaşırken birden “susunuz! susunuz!” dedi. Ardından gayet açık ve anlaşılır bir dil ile: “Muhammed Allah’ın resulüdür. Selam senin üzerine olsun ey Allah’ın resulü!” diye söze başlayıp biraz konuştu. Acaba canlı mı diye baktık. Cansızdı ve vefat etmişti.”
İşte cansız cenazeler onun risâletini tasdîk etse, canlı olanlar tasdîk etmese, elbette o cânî canlılar, cansızlardan daha cansız ve ölülerden daha ölüdürler.
İşte cansız cenazeler Resul-i Ekrem (asm)’ın peygamberliğini cansız cenazeler tasdik ve ikrar etseler, güya canlı olan insanlar onun peygamberliğini tasdik etmeseler, elbette o canlılar cansızlardan daha cansız ve ölülerden daha ölü sayılmazlar mı?
Ama melâikelerin Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a hizmeti ve görünmesi; ve cinnîlerin ona îmân ve itâati mütevâtirdir. Nass-ı Kur’ân ve çok âyâtla musarrahtır.
Amma meleklerin Resul-i Ekrem (asm)’a hizmet etmeleri ve görünmeleri ve cinlerin ona iman ve itaat etmeleriyle ilgili mucizeler ise mütevâtir derecesindedir. Kur’ân’da açık delillerle ve çok âyetlerin bu konuya temas etmesiyle açıklanmıştır.
Gazve-i Bedir’de beş bin melâike, nass-ı Kur’ân ile önde Sahâbeler gibi ona hizmet edip asker olmuşlar. Hatta o melekler melâikeler içinde Ashâb-ı Bedir gibi şeref kazanmışlar.
Kur’ân’ın açık bir şekilde delil olmasıyla Bedir savaşında beş bin melek tıpkı sahâbelerin Efendimize hürmet ve hizmet etmeleri gibi ona asker olup hizmet etmişler. Hatta bedir savaşında ehl-i İslam’a yardım için gelen melekler, tıpkı bedir ashabının insanlar içerisinde hususi bir fazilet ve şeref kazanmaları gibi onlar da meleklerin içinde öyle bir şeref kazanmışlar.
Şu mes’elede “İki Cihet” var.
Şu meselede iki ayrı yön var.
Birisi:
İki Cihetten Birincisi
Cin ve melâikenin tâifeleri, hayvan ve insanın tâifeleri gibi, vücûdları kat‘î ve bizimle münâsebetdâr olduğu, Yirmi Dokuzuncu Söz’de iki kerre iki dört eder derecesinde bir kat‘iyetle delâil-i kat‘î ile isbat etmişiz. Onların isbatını o söze havâle ederiz.
Cin ve melekler tayfasının varlığı, hayvan ve insan tayfalarının varlıkları gibi kesin oldukları, biz insanoğluyla ilgilendikleri ve iletişim kurduklarını, matematik ilminde iki kere ikinin dört etmesi gibi kesin ve kati delillerle Yirmi Dokuzuncu Söz adlı risalede ispatladık. Cinlerin ve meleklerin varlığının ispat edilmesini Yirmi Dokuzuncu Söze havale ederiz.
İkinci cihet:
İki Cihetten İkincisi
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın şerefiyle, eser-i mu‘cizesi olarak, efrâd-ı ümmeti onları görmek ve konuşmaktır.
Resul-i Ekrem (asm)’ın hatırına ve mucizesinin bir eseri olarak, ümmetinin fertleri tarafından cinlerin ve meleklerin görülmesi ve onlarla konuşulmasıdır.
İşte başta Buhârî ve İmâm-ı Müslim, eimme-i hadîs müttefikan haber veriyorlar ki:
İşte başta İmam Buhârî ve İmam Müslim olmak üzere hadis imamları ittifakla haber veriyorlar ki:
“Bir def‘a melek, yani Hazret-i Cebrâîl, beyaz libâslı bir insan sûretinde gelmiş. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Sahâbeleri içinde otururken, yanına gitmiş, demiş: مَا الْاِسْلَامُ وَمَا الْا۪يمَانُ وَمَا الْاِحْسَانُ Yani ‘Îmân, islâm, ihsân nedir? Ta‘rîf et.’ Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ta‘rîf etmiş. Oradaki cemâat-i Sahâbe hem ders almış. Hem de o zâtı iyi görmüşler.
“Bir defasında Resul-i Ekrem (asm) sahabeleri içinde otururken meleklerin en büyüğü olan Cebrail (as), beyaz elbise giymiş bir insan şeklinde Efendimizin yanına gelmiş. ‘İslam nedir? İman nedir? İhsan nedir?’ diye sormuş. Resul-i Ekrem (asm) anlatmış. Orada bulunan sahabe topluluğunun hepsi bu konuşmayı işitmiş ve gelen şahsı bizzat görüp anlatılanlardan ders almışlar.
O zât misafir gibi görünürken, üstünde alâmet-i sefer eseri hiç yoktu. Kalktı, birden kayboldu.” O vakit Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş ki: “Size ders vermek için Cebrâîl böyle yaptı.”
Gelen o zât yolcu gibi göründüğü halde üzerinde bir yolculuk emaresi hiç yoktu. Kalktı birden ortadan kaybolmuş.” Resul-i Ekrem (asm) o vakit buyurmuş ki, “Cebrail, size ders vermek için böyle yaptı” demiş.
Hem haber-i sahîh ile ve haber-i kat‘î ile ve ma‘nevî tevâtür derecesinde, eimme-i hadîs haber veriyorlar ki:
Yine hadis imamları sıhhatli ve doğruluğu kesin bir şekilde verilen haberlerle ve hadis ilmindeki kesinlik derecesi manevi tevatür derecesinde haber veriyorlar ki;
Hazret-i Cebrâîl’i çok def‘a hüsn-ü cemâl sâhibi olan Dıhye sûretinde Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanında Sahâbeler görüyorlar idi.
Sahabeler, Hz. Cebrail’i, Resul-i Ekrem (asm)’ın yanında sahabeden güzel yüzlü Dıhye[12] (ra) suretinde birçok defa görüyorlardı.
Ezcümle, Hazret-i Ömer ve İbn-i Abbâs ve Üsâme İbn-i Zeyd ve Hâris ve Âişe-i Sıddîka ve Ümm-ü Seleme kat‘iyen sâbittir ki, bunlar kat‘iyen haber veriyorlar ki:
Bunlardan birkaçı, Hz. Ömer ve Abdullah b. Abbas, Usame b. Zeyd, Haris,[13] Hz. Aişe ve Ümmü Seleme gibi sahabeler gerçekliği kesin olarak sabit ve doğruluğu şüphe götürmez bir şekilde haber veriyorlar ki:
“Biz Hazret-i Cebrâîl’i Dıhye sûretinde Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanında çok görüyoruz.” Acaba hiç mümkün müdür ki, bu zâtlar görmeden görüyoruz desinler?
“Biz, Hz. Cebrail’i, sahabeden Dıhye’nin suretine girmiş olarak Resul-i Ekrem (asm)’ın yanında çok defa görüyoruz” diyorlar. Acaba hiç imkânı var mıdır ki, bu sahabeler görmedikleri halde görüyoruz desinler?
Hem nakl-i sahîh-i kat‘î ile Aşere-i Mübeşşere’den İran fâtihi Sa‘d ibn-i Ebî Vakkâs haber veriyor ki:
Yine sıhhatli ve dosdoğru bir şekilde nakledildiğine göre; daha dünyada iken cennetle müjdelenen on kişiden biri olan, İran’ı İslam topraklarına katan Sa’d b. Ebû Vakkas (ra) haber veriyor ki:
“Gazve-i Uhud’da Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın iki tarafında, iki beyaz libâslı, ona nöbetdâr gibi muhâfız sûretinde gördük. İkisi de anlaşıldı ki meleklerdir. Ve Hazret-i Cebrâîl ile Mîkâîl olduğunu anladık.” Acaba böyle bir kahramân-ı İslâm gördük dese, görmemek mümkün müdür?
“Uhud savaşında, Resul-i Ekrem (asm)’ın iki tarafında, beyaz elbiseli iki nöbetçi gördük. Resul-i Ekrem (asm)’ı korumak için nöbet tutuyorlardı. -Bilindik kişiler değillerdi.- sonradan anlaşıldığına göre her ikisi de melek idiler. Ve bu meleklerin Hz. Cebrail ve Hz. Mikail olduklarını anladık” der. Acaba İslam’ın böylesi bir kahramanı ‘gördük’ dese, görmemesi mümkün müdür? Görmediği halde gördük demesinin imkânı var mıdır?
Hem Ebî Süfyân ibn-i Hâris ibn-i Abdülmuttalib, ammizâde-i Nebevî, nakl-i sahîh ile haber veriyor ki:
Yine sıhhatli bir şekilde nakledildiğine göre Abdulmuttalib’in torunlarından Ebû Süfyan b. Haris,[14] Hz. Peygamberin amcasının oğlu haber veriyor ki:
“Gazve-i Bedir’de gök ile yer arasında, beyaz libâslı, atlı zâtları gördük.”
“Bedir savaşında yer ile gök arasında beyaz elbiseli, atlı adamlar gördük.”
Hem Hazret-i Hamza Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan niyâz etti ki: “Ben Cebrâîl’i görmek istiyorum.” Ka‘be’de ona gösterdi. Dayanamadı, bî-hûş oldu, yere düştü.
Yine Hz. Hamza[15] (ra), Resul-i Ekrem (asm)’dan, “Ben Hz. Cebrail’i görmek istiyorum” diye rica etti. Efendimiz (asm) Kâbe’nin yanında Hz. Cebrail’i ona gösterdi. Hz. Hamza, Cebrail (as)’ın heybet ve azametine dayanamadı. Dengesini kaybetti ve yere düştü.
Bu çeşit melâikeleri görmek vukūâtı çoktur. Bütün bu vukūât, bir nevi‘ mu‘cize-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ı gösteriyor. Ve delâlet ediyor ki, onun misbâh-ı nübüvvetine melâikeler dahi pervânelerdir.
Bu çeşitten melekleri görmeye dair olaylar pek çoktur. Bütün bu olaylar, sonuç itibariyle Hz. Muhammed (asm) Efendimizin birer mucizesini gösteriyor. Ve Onun (asm) peygamberlik nuruna meleklerin dahi pervane olduklarına bir delildir.
Cinnîler ise, onlar ile görüşmek ve görmek, değil Sahâbeler, belki avâm-ı ümmet dahi çokları ile görüşmeleri çok vukū‘ buluyor.
Cinlere gelince, cinleri görmek ve onlarla görüşmek hadiseleri değil yalnız sahabeler, belki ümmetin sıradan olanları bile cinlerle görüşmeleri çok vaki oluyor.
Fakat en kat‘î, en sahîh haber ile, eimme-i hadîs bize diyorlar ki,
Fakat hadis imamları en doğru, en sıhhatli haberlerle bize bildiriyorlar ki,
İbn-i Mes‘ûd: “بَطْنِ نَخْلْ’de ecinnîlerin ihtidâsı gecesinde ecinnîleri gördüm. Ve Sûdân Kabîlesi’nden ‘Zut’ denilen uzun boylu tâifeye benzettim. Onlara benziyordular.”
Abdullah İbn-i Mesud (ra), ‘Batn-ı Nahl’ denilen mahalde cinlerin hidayete geldikleri gecede ben cinleri gördüm. Sudan kabilesinden ‘Zut’ denilen uzun boylu kimselere benzettim.
Hem meşhurdur ve hadîs imamları tahrîc ve kabul ettikleri Hazret-i Hâlid ibn-i Velîd vak‘asıdır ki, Uzzâ denilen sanemi tahrîb ettikleri vakit, siyah bir kadın şeklinde, o sanem içinden bir cinniye çıktı. Hazret-i Hâlid bir kılıç ile o cinnîyi iki parça etti.
Meşhur derecesinde olan ve hadis imamları tarafından sıhhatli bulunup kitaplarına aldıkları Halid b. Velid olayıdır ki, olay şöyledir: Uzzâ adındaki putu kırdıkları zaman kırılan putun içinden siyah bir kadın şeklinde bir cin çıktı. Hz. Halid, bir kılıç darbesiyle o cini iki parça etti.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o hâdise için ferman etmiş ki: “Uzzâ sanemi içinde ona ibâdet ediliyordu. Daha ona ibâdet edilmez.”
Resul-i Ekrem (asm) hadise kendisine anlatılınca o hadise hakkında şöyle buyurdu: “Uzzâ putunun içinde ona ibadet ediliyordu. Artık ona ibadet edilmez.”
Hem Hazret-i Ömer’den meşhur bir haberdir ki, demiş:
Hem meşhur bir haber olarak Hz. Ömer’den nakledildiğine göre o şöyle demiş:
“Biz Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanında iken, ihtiyâr şeklinde, elinde bir asâ Hâme isminde bir cinnî geldi, îmân etti. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona kısa sûrelerden birkaç sûreyi ders verdi. Dersini aldı gitti.”
“Biz, Resul-i Ekrem (asm)’ın yanında iken, ihtiyar şeklinde elinde bir değnek olduğu halde, Hâme adında bir cin geldi. İman etti. Resul-i Ekrem (asm) ona kısa sûrelerden birkaçını ders verdi. Dersini aldıktan sonra gitti.”
Şu âhirki hâdiseye, çendân bazı hadîs imamları ilişmişler. Fakat mühim imamlar sıhhatine hükmetmişler. Her ne ise, bu nev‘de uzun söylemeye lüzûm yok. Misâlleri çoktur.
Şu son olaya her ne kadar bazı hadis imamları tenkit ile yaklaşmışlar. Fakat bazı önemli hadis imamları bu rivayetin sıhhatli olduğuna hükmetmişler. Her ne ise, cinlerin görünmesi ve onlarla insanların konuşmasıyla ilgili uzun söze hacet yok. Bunların örnekleri çoktur.
Hem deriz ki: Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nûruyla, terbiyesiyle ve onun arkasında gitmesiyle binler Şeyh-i Geylânî gibi aktâblar, asfiyâlar, melâikeler ve cinler ile görüşmüşler ve konuşuyorlar. Ve bu hâdise yüz tevâtür derecesinde ve çok kesrettedir.
Hem deriz ki: Resul-i Ekrem (asm)’ın getirdiği iman nuruyla, ortaya koyduğu terbiye metoduyla ve Efendimizin arkasından gitmekle Abdülkadir Geylanî[16] gibi binlerce manevi kutuplar, ilim ve velayeti şahsında birleştiren asfiyalar; meleklerle ve cinlerle görüşmüşler ve konuşuyorlar. Dolayısıyla cinlerin görünmesi ve onlarla konuşma hadisesi yüz tevatür derecesinde bir kesinlik kazanmıştır. Çok defa gerçekleşmiştir.
Evet, ümmet-i Muhammedin (asm) melâike ve cinlerle temasları ve tekellümleri ise, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın terbiye ve irşâd-ı i‘câzkârânesinin bir eseridir.[17]
Evet, Hz. Muhammed (asm)’ın ümmetinin melekler ve cinlerle iletişim kurmaları ve hatta onlarla konuşmaları Resul-i Ekrem (asm)’ın mucizeli terbiyesinin ve irşadının bir eseridir.
[1] Zahirî ilimler, Hadis, fıkıh ve kelam gibi ilimlere verilen genel ad.
[2] Batınî ilimler, gizli hakikatleri konu alan ilimlere verilen genel ad.
[3] İmam İbn-i Adiy, hadis ve fıkıh ilminin büyüklerindendir. Adı tam olarak, Abdullah b. Adiy b. Abdullah b. Muhammed b. Mübarek el-Cürcanî olup künyesi Ebu Ahmed’dir. 890 yılında Cürcan’da doğmuş ve Semerkant ile İskenderiye arasındaki pek çok şehri ilim talebi maksadıyla dolaşmıştır. Hadis ilminde güvenilir bir ravi, fıkıh ilminde ise yetkin bir dereceye ulaştı. Güçlü bir hafızaya sahipti ve rical ilminde otorite sayılırdı. Oldukça zâhid idi. El-Kâmil kitabı meşhurdur. 976 yılında Cürcan’da vefat etti.
[4] İmam Bûsîrî, Muhammed b. Said. 1212 yılında Mısır’da doğdu. Küçük yaşta Kur’ân’ı ezberledi. Kahire’ye giderek İslam ilimleri, dil ve edebiyat eğitimi aldı. Çeşitli devlet kademelerinde hizmet etti. Peygamber sevgisini merkeze alan kasideler ve şiirler yazmakla meşgul oldu. İlerleyen yaşlarda felç geçirdi. Efendimize yazdığı kasidenin bereketine şifa buldu. Seksen küsür yaşında iken İskenderiye şehrinde vefat etti.
[5] Kaside-i Bürde, İmam Bûsîrî tarafından kaleme alınan, uğradığı felçten kurtulmasına ve Efendimizin mübarek hırkasının üzerine örtülmesine neden olduğu için ‘el-kasidetü’l bürde’ namını alan kasidedir. Bürde, hırka demektir. Felç hastası olan Bûsîrî bir akşam Cenâb-ı Hakka şifa için yakarır. Geceleyin rüyasında Efendimizi görür. Efendimiz (asm) kendisi için yazdığı kasideyi okumasını ister. Ya Rasulallah! Sizin için birçok kaside yazdım. Hangisini okumamı emredersiniz? der. Efendimiz ilk beytini okuyunca hemen kasidenin bütününü okur. Bunun üzerine Efendimiz (asm) hırkasını çıkarıp Bûsîrî’nin üzerine örter. Felç olan yerini sıvazlar. Sabah kalktığında hastalıktan eser kalmamıştır.
[6] Abdullah b. Ubeydullah, sahabe olan dedesi Ebu Müleyke’ye nispetle İbn-i Ebû Müleyke diye tanınmıştır. Tam adı Ebu Bekr Abdullah b. Ubeydullah b. Ebu Müleyke’dir. Hz. Ali’nin hilafeti döneminde Mekke’de doğdu. Tabiindendir. Yaklaşık seksen sahabeyle görüştü ve onlardan çok sayıda hadis rivayet etti. Sîkâ olarak kabul edilir ve naklettiği hadisler Kütüb-i Sitte’de yer alır. Hadis, fıkıh ve kıraat ilimlerindeki yeterliği ile meşhur oldu. Aynı zamanda güçlü bir hatip ve dirayetli bir devlet adamıydı. Abdullah b. Zübeyr’in (ra) hilafeti zamanında Kabe’de müezzinlik ve imamlık daha sonra Taif ve Mekke’de kadılık yapmıştır.
[7] Sabit b. Kays b. Şemmas, Medineli sahabedendir. Abdullah b. Revaha ile anne bir kardeştir. Ensar’ın hatibi unvanı yanında Efendimize biat için gelen heyetlere hitap etmesi nedeniyle peygamber hatibi unvanını da aldı. Efendimiz onun için “Sabit b. Kays ne güzel adam” demiştir. Yemâme savaşında okuduğu şiirlerle İslam askerini cesarete getirdi. Kendisi de çarpışarak şehid oldu. Rivâyet ettiği hadisler en muteber hadis kitaplarında yer alır.
[8] Ebu Nuaym İsfahânî, 948 yılında İsfahan’da doğdu. Sekiz yaşından itibaren dönemin ve şehrinin ileri gelen hadis alimlerinden ders almaya başladı. Henüz 19 yaşında çıktığı ilim seyahatinde Askerimükrem, Ahvaz, Tüster, Basra Bağdat, Vâsıt, Kûfe, Eyle ve Mekke gibi ilim merkezlerini dolaştı. İkinci bir seyahatte Cürcan ve Horasan bölgelerini dolaştı. Kendisinden hadis almak için İslam beldelerinden İsfahan’a akın edildi. Büyük bir sûfî, meşhur bir muhaddis ve kuvvetli bir tarihçiydi. 1038 yılında İsfahan’da vefat etti. En tanınmış iki eseri, Hilyetü’l Evliyâ ve Delâilü’n-nübüvve adlı eserlerdir.
[9] Delâil-i Nübüvvet, Ebu Nuaym el-İsfahânî’nin Hz. Peygamberin nübüvvet delillerini bir araya getiren, üç ana bölün ve 35 fasıl (ara bölümden) oluşan eseri.
[10] Numan b. Beşir, Medineli Hazrec kabilesine mensup sahabedir. Hicretten 14 ay sonra doğdu. Babası Beşir Hz. Peygamberin yanında bütün gazvelere katılan kumandan bir kişiydi. Halife Hz. Muaviye zamanında fetih hareketlerinde kumandan olarak bulundu. Suriye, El-Cezire ve ardından Kûfe valiliği yaptı. Daha sonraki yıllarda Şam kadısı tayin edildi. Abdullah b. Zübeyr tarafından Humus valisi tayin edildi. 64 yılında gerçekleşen halk isyanında katledildi.
[11] Zeyd b. Harice, tabakât kitaplarında bu isimde bir sahabe bulunamadı. Harice b. Zeyd adlı sahabe var. Fakat bu sahabe Uhud şehitlerinden biridir.
[12] Dıhyetü’l Kelbî, sahabedendir. Tam adı, Dıhye b. Halîfe b. Ferve el-Kelbî’dir. Uhud savaşından itibaren önemli savaşların tamamına katıldı. Devlet başkanlarına davet mektubu götüren elçilerden biridir. Rum kralı Herakliyus’a ve o zamanın en büyük Hristiyan bilginlerinden Dağatır’a mektup götürmüş her ikisi de İslam’ı kabul etmekle beraber Herakliyus dünya saltanatı için dinini gizlemiş Dağatır ise dövülerek şehid edilmiştir. Dıhye uzun boylu ve beyaz yüzlüydü. Ashabın en güzel yüzlüsü oydu. Hz. Cebrail birçok defa onun suretinde Efendimizin meclisinde bulundu. 670 civarında Mısır veya Şam yakınında vefat etti.
[13] Haris, bu isimde birçok sahabe bulunmaktadır. Hadis nakillerinde adı geçen Haris de en az birkaç kişidir.
[14] Ebu Süfyan b. Haris, sahabedendir. Hz. Peygamberin amcası Hâris’in oğlu ve süt kardeşidir. Çocukluk yılları Efendimizle beraber geçti. İslamiyet gelince Efendimize düşman oldu ve bu hal 20 yıl boyunca devam etti. Mekke’nin fethinden önce Müslüman olup Efendimize bütün benliğiyle bağlandı. Mekke’nin fethi, Huneyn savaşı ve Taif muhasarasında bulundu. 641 yılında Medine’de vefat etti.
[15] Hz. Hamza, şehitlerin efendisi unvanlı sahabe. Efendimizin öz amcasıdır. 570 yılında Mekke’de doğdu. Vahyin 6. Yılında Müslüman oldu. İslam’ın ilk seriyye kumandanı odur. Devam eden üç seriyye ve seferde Efendimizin sancağını taşıdı. Bedir savaşının baş kahramanı oldu. Bu sebeple birçok müşrik ondan intikam almak istiyordu. Uhud savaşında 30 müşriki öldürdü. Yerlerini terk eden okçuların yerlerini terk etmesi sebebiyle baskın yiyen İslam ordusunda yaşanan kargaşa anında Vahşi adındaki köle tarafından şehid edildi. Hz. Hamza Allah’ın ve Resulünün aslanı unvanını aldı.
[16] Abdülkadir Geylanî, tam adı Muhyiddin Ebu Muhammed Abdülkadir b. Musa Zengidost el-Geylani’dir. 1077 yılında Büyük Selçuklu Devletinin günümüz İran’ın Hazar denizi kıyısında yer alan Gilan eyaletinde doğdu. 17 yaşında zamanın ilim merkezi olan Bağdat’a gitti. Birçok hocadan ders aldı. Tasavvuf tarihinin en parlak yıldızlarından biri oldu. Manevi yardımda bulunma yetkisine sahip gavsların en büyüğü, evliyanın sultanı, Kadirî tarikatının kurucu ve daimî imamıdır. Batmayan güneş olarak tasvir edilen ve Hay ism-i celaline mazhar olan, vefatından sonra da hayattaki gibi manevi yetkilerini kullanmaya devam eden dört büyük zattan biridir. Manevi silsilede Hz. Üstadın üstatlarından biridir. 90 yaşında Bağdat’ta vefat etti.
[17] Said Nursi, Zülfikâr, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 283-87