Soru

16. Sözde Geçen Temessül Meselesi

16. Söz’de, Allah’ın bir olmasıyla birlikte bütün kainatı tek başına yaratıp idare etmesi, mekandan münezzeh olmasıyla birlikte her yerde hazır bulunması, İlâhlık mertebesinde olmakla beraber her şeye her şeyden  yakın olması izah edilmiş.  Üstad, böylesine aklı zorlayan bir meseleyi temessül bahsi ile açıklıyor. Sorulan soru ile temessül bahsinin alakasını izah eder misiniz? Bu derin hakikati özetler misiniz?

Tarih: 28.05.2009 14:18:21
Okunma: 1991

Cevap

16. Sözde’ki bahse konu olan sual şudur: ‘’Birinci Şuâ‘: Ey nefs-i nâdân! Diyorsun ki: “Ehadiyet-i zât-ı İlâhiye ile külliyet-i ef‘âli” ve “vahdet-i şahsiyesiyle muînsiz umûmiyet-i rubûbiyeti” ve “ferdâniyetle şerîksiz şumûl-ü tasarrufâtı” ve “mekândan münezzehiyetiyle her yerde hazır bulunması” ve “nihâyetsiz ulviyeti ile her şeye yakın olması” ve “birliği ile beraber her işi bizzât elinde tutması” hakāik-i Kur’âniyedendir. Kur’ân ise, hakîmdir. Hakîm ise, akıl kabûl etmeyen şeyleri, akla tahmîl etmez. Akıl ise, zâhirî bir münâfâtı görüyor. Aklı teslîme sevk edecek bir îzâh isterim.’’ (Tılsımlar, 23)

Üstad’ın verdiği cevabı burada özetlemeye gayret edelim.

Bir tek zât, çeşitli aynalar vasıtasıyla külliyet kazanarak umumileşir. Meselâ bir şahıs internet vasıtasıyla bir konuşma yapsa milyonlarca insan aynı anda farklı mekâlarda ayna hükmündeki ekranlarında O bir tek şahsı görür ve dinlerler. Bir görüşme diğerine engel olmaz. O şahıs âdeta milyonlar şahıs hükmüne geçer.

Yine güneş, hakikatte bir tane olmakla beraber şeffaf varlıklar vasıtasıyla külliyet kesb eder ve sayılamayacak kadar yansımaları meydana gelir. Mekânların farklı olması bu duruma mani olmaz.  Isısı, ışığı, görüntüsü ve yedi rengiyle su katrelerinden okyanuslara, göz bebeğimizden tüm şeffaf varlıklara kadar her birinde kabiliyetleri nispetince akseder. Birinde görünmesi diğerlerinde görünmesine mani olmaz.

Bu noktadan güneş, ‘’vâhidiyet’’ cihetiyle tecelli dairesindeki tüm varlıkları ihata edip tecellisiyle onlarla aynı anda konuşup görüştüğü gibi, ‘’ehadiyet’’ cihetiyle de sanki her birisiyle ısısı ve ışığı vasıtasıyla hususi olarak tecelli edip görüşür. Her bir şeffaf varlığa kabiliyeti nispetince bir feyiz ve ziya verir.

 

Temessül bahsine geçecek olursak;

Temessül, bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin aksetmesi, bir şekil ve surete girmek, demektir.

Üstad, temessülün çok çeşiti olduğunu lakin 16. Sözde konumuzla alakalı olan 3 çeşitinin izah edileceğini ifade eder. Lemaât risalesinde bir dördüncü vechini de zikreder. Biz de her iki yeri birleştirerek 4 nev’ temessülü kısaca anlatıp hakikate tatbikini yapmaya çalışalım.

 

BİRİNCİSİ:  ‘’Kesîf (şeffaf olmayan) maddî şeylerin akisleridir. O akisler hem gayrdır, aynı değildir. Hem mevâttır, ölüdür. Hüviyet-i sûriyesinden başka hiçbir hâsiyete mâlik değildir.’’ (Tılsımlar, 24)

Bunun misâli insan gibi maddî varlıklardır. Maddî varlıkların aynada sadece görüntüleri akseder. Meselâ bir insan aynalar mahzenine girse, O insan binler insan olur. Fakat hayat sahibi yalnız O insandır. Aynadakiler ise ölüdür, hiçbir hayatî özellikleri yoktur.

 

İKİNCİSİ: ‘’Maddî nûrânîlerin akisleridir. Şu akis aynı değildir, fakat gayr da değildir. Mâhiyeti (bir şeyin ne olduğu) tutmuyor. Fakat o nûrânînin ekser (çok) hâsiyetlerine (özelliklerine) mâliktir. Onun gibi hayy (diri) sayılır.’’ (Tılsımlar, 24)

Bu ikinci kısımda, görüntü ile beraber bazı sıfatları akseder. Bunun misâli güneş gibi yarı maddî yarı nuranî özellikte olan varlıklardır. Güneşin görüntüsü ile beraber hararet, ısı, ışık ve yedi rengi gibi en temel özellikleri de akseder. Sadece maddî vücudu aksetmez.

Eğer güneş şuur sahibi bir varlık olsaydı, harareti kudreti, ışığı ilmi ve yedi rengi yedi sıfatı olsaydı o vakit tek bir güneş bir anda her aynada bulunur, her birimizle aynamız vâsıtasıyla görüşebilirdi. Bir iş diğerine mani olmazdı. Biz ondan 150 milyon km uzak iken, o bize bizden daha yakın olurdu.

 

ÜÇÜNCÜSÜ: ‘’Nûrânî ruhların akisleridir. Şu akis hem haydır (diridir), hem aynıdır. Fakat aynaların kābiliyeti nisbetinde tezâhür (görünme) ettiğinden, o ruhun mâhiyet-i nefsü’l-emriyesini (hakiki yapısını) tamamen tutmuyor.’’ (Tılsımlar, 24)

Bu yansımayı, aynaların kabiliyeti miktarınca görüntü ile beraber bütün sıfatların aksi olarak özetleyebiliriz.  Yani sadece bazı sıfatları değil belki aslının küçük bir numûnesi olacak derecede bütün sıfatları akseder.

Melekler, kâmil insanlar ve nuranî ruhların (âlem-i misâlin bazı mevcudatı gibi) kendilerine özgü aynalardaki görüntüleri ölü değil aksine aslıyla irtibatı olan birer canlı numûneleridir.

Meselâ, Hz. Cebrâil’in (as) Dıhye (ra) sûretindeki görüntüsü, asıl azametli şahsiyetinin tamamen aynısı değilse de, aslıyla irtibatlı, tamamen hayatdâr ve şuurlu olması ve bütün sıfatlarını küçük mikyaslarda taşıması münasebetiyle onun mahiyetinin yani aslının bir numunesini taşır. Bu yönden aslı olmasa da gayrı da değildir. O nuranî varlık, aynalar vasıtasıyla inbisat etmiş yayılmıştır.

Bu noktadan ‘nurâniyet sırrıyla’ Hazret-i Cebrâîl Aleyhisselâm, Dıhye (ra) sûretinde Peygamberimizin huzurunda bulunduğu anda, aynı anda Allah’ın huzurunda haşmetli kanatlarıyla Arş-ı A‘zamın önünde secdeye gider. Hem o anda hesapsız yerlerde bulunur, Allah’ın emirlerini teblîğ eder, milyonlar mü’minlere ilham dağıtır. Bir iş, bir işe mani olmaz.

Azrâil Aleyhisselâm dahi yine ‘nurâniyet sırrıyla’ bir anda Allah bilir kaç yerde ruhları kabzeder, lakin hiçbir iş diğerine mani olmaz.

Bu sırdan hareketle, dünyada bütün her şeyi nur ve nuranî olan Hazret-i Peygamber Aleyhis­salâtü Vesselâm ümmetinin salavâtlarını birden işitir. Ve kıyâmette bütün asfiyâ ile, bütün Allah dostları ve ümmeti ile bir anda görüşür, fakat bir iş bir işe mani olmaz.

Hatta evliyâların abdâl denen daha çok nûrâniyet kesb etmiş kısmının, bir anda birçok yerlerde görüldükleri vakidir. Abdâl denen zâtların, ayrı ayrı yerlerde ayrı ayrı çok işleri aynı anda gördükleri çoklukla rivayet ediliyor.

 

DÖRDÜNCÜSÜ: Bediüzzaman Hazretleri, Lemaât Risalesindeki tasnifinde temessülün dördüncü çeşitini mana itibariyle ‘mahiyetin tamamı ve hüviyetin (görüntüsünün) beraber ve tam olarak yansıması’ olarak ifade eder. (bk, Sözler, 330)

Yani aslının tıpkısı olarak akseder. Bunun misâli, ağızdan çıkan kelimelerdir. Asıl kelime bir tane iken hava aynasında aksederek milyonları bulur. Bunların tamamı asıl kelimenin tıpkısıdır. Yani görüntüsü de bütün sıfatları da aynıdır. (Biz göremesek de kelimelerin de kendine ait görüntüleri vardır.) Bu itibarla ağızdan çıkan bir kelime milyarlarca insanın kulağına bir anda aynıyla ve tüm sıfatlarıyla girer ve yerleşir. Asla gecikme, bölünme, değişme ve engelleme olmaz.

 

Yukarıda izah edilen hakikatlerden hareketle, Rabbimizin sonsuz isimlerinden yalnız ‘’Nûr’’ isminin maddî, cüz’î ve câmid yani donuk bir aynası hükmünde olan güneş ve diğer nuranî ve ruhanî varlıklar nurâniyet sırrıyla tek olmalarıyla birlikte çok yerlerde bulanabilmeleri, pek çok işleri görebilmeleri mümkün olsun da;

Zamandan ve mekândan münezzeh olan, her türlü maddî kayıt ve sınırdan berî olan, bütün nurâniyet ve nuranî varlıklar O’nun güzel isimlerinin kutsi nurlarının basit ve kesîf (latif olmayan) bir gölgesi olan, bütün varlıklar ve hayatla beraber ruhlar âlemi, âlem-i misâl ve diğer nuranî âlemler mutlak cemalinin yarı şeffaf aynası hükmünde olan, bütün isim ve sıfatları nihayetsiz ve muhît olup her türlü noksanlıktan münezzeh olan Alla u Teâlâ Hazretleri’nin her şeyi bir şey gibi kolaylıkla yaratıp idare etmesi, isim ve sıfatlarıyla tüm yaratılmışların yanında hâzır ve nâzır olup tasarruf etmesi, hiç bir şekilde yardımcılara ve ortaklara muhtaç olmaması, bize şah damarımızdan daha yakın olması hiç mümkün olmaz mı? Elbette mümkündür ve öyledir.

O halde hangi iş Allah’a (cc) ağır gelebilir? Hangi şey O’dan gizlenebilir? Hangi fert O’ndan uzak kalabilir? Hangi şahsiyet, külliyet kesb etmeden ona yanaşabilir?

Her şeyden önce var olup varlığının başlangıcı olmayan (Evvel olan), her şeyin helâkinden sonra bâkî kalan (Âhir olan), hiçbir vezir ve yardımcılara ihtiyacı olmayıp her şeye gücü yeten (Kâdir olan), kâinatı idare ederken kimsenin yönlendirmesine ihtiyacı olmayan, her şeyi bizzat idare edip tedbirini alan (Müdebbir olan), bütün varlıkları kuşatan ezelî ilmiyle görünen-görünmeyen her şeyi bilen (Alîm olan), mülkünde istediği gibi tasarruf eden (Melik olan), bütün kusurlardan münezzeh olan (Kuddüs olan) ve sonsuz güzel isimler sahibi olan Allah u Tealâ Hazretleri’ni, her türlü noksanlıktan tenzih ederiz.

 

Ayrıca bakınız;

Tılsımlar Osmanlıca Nüsha, 23

Sözler Osmankıca Nüsha, 330

                                       


Yorum Yap

Yorumlar