İncelememize konu olan paragraf, İslâm düşünce geleneğinde "irsiyet-i nübüvvet" (peygamberlik mirası) olarak bilinen kavramın, âhir zaman olarak tabir edilen modern çağdaki en kâmil yansımasını tasvir etmeyi amaçlayan derin ve sembolik bir metindir. Risale-i Nur külliyatının bir parçası olan bu ifadeler, İslamiyet'in temelini, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v.) misyonunu, Bediüzzaman Said Nursi'nin bu misyondaki rolünü ve Risale-i Nur'un bu roldeki yerini bir bütün halinde sunar. Bu metni anlamlandırmak, bu dört temel direk arasındaki sarsılmaz ilişkiyi kavramakla mümkündür.
1. İlâhî Kaynak: İslamiyet ve Peygamber Mirası
Paragraf, tüm manevî ve ilmî zenginliğin kaynağını "şem‘-i İlâhî" (İlâhî Mum) olarak tanımlar. Bu mum, İslamiyet'in kendisidir; yani Allah'ın kâinata gönderdiği ezelî nur ve hidayettir. Bu İlâhî mumdan yayılan ışık ise "Envâr-ı Muhammediye" (Muhammedî Nurlar) ve "Maârif-i Ahmediye" (Ahmedî Bilgiler) olarak isimlendirilir.
Bu, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in konumunu net bir şekilde ortaya koyar. O, bu İlâhî ışığın kaynağı değil, "en müşa‘şa‘ bir şekilde parlatan" en mükemmel yansıtıcısı ve tebliğcisidir. Metindeki "şecere-i risâlet" (peygamberlik ağacı) benzetmesi de bu anlama gelir. Hz. Âdem'den (a.s.) itibaren tüm peygamberler bu ağacın bir parçasıdır ve bu ağacın en kâmil, en parlak ve son meyvesi Hz. Muhammed'dir (s.a.v.). Peygamberlik onunla sona ermiştir; ancak onun "hizmet-i îmâniye" (iman hizmeti) olarak tanımlanan misyonu, kıyamete kadar varisleri olan âlimler, müceddidler ve mürşidler eliyle devam edecektir. Paragraf, tam da bu "irsiyet" (mirasçılık) noktasında durmaktadır.
2. Çağın Aynası: Bediüzzaman ve Risale-i Nur
Metin, "o zât" (o kişi) diye bahsettiği bir şahsın, bu peygamberlik mirasının "son" ve "en kâmil" temsilcisi olduğunu ifade eder. Risale-i Nur'un kendi iç bağlamı ve terminolojisi içinde bu "zât", Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'dir.
Paragraf, Bediüzzaman Hazretlerine bir peygamberlik manası veya şahsî bir kudsiyet atfetmez. Tam tersine, onun değerini "risâletin bir mir’ât-ı mücellâsı" (peygamberlik misyonunun parlak bir aynası) olmasından aldığını belirtir. Ayna, kendinden bir ışığa sahip değildir; onun kıymeti, yansıttığı kaynağın ışığını ne kadar net ve parlak gösterdiğiyle ölçülür. Bu yoruma göre Bediüzzaman Hazretleri, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) "Envâr-ı Muhammediye"sini, yani iman hakikatlerini, modern çağın getirdiği yoğun şek, şüphe ve inkâr karanlığı içinde en parlak ve en ihtiyaç duyulan şekilde yansıtan bir aynadır.
Bu yansıtmanın somut ürünü ise Risale-i Nur Külliyatı'dır. Paragraftaki "hizmet-i îmâniye" (iman hizmeti), doğrudan Risale-i Nur'un misyonunu, yani materyalizm ve felsefî akımlar karşısında imanı "tahkikî" (araştırmaya dayalı ve ispatlı) bir seviyeye çıkarmayı ifade eder.
3. İddianın Delili: Riyâzî İşaretlerin Toplanması
Paragraf, bu yüksek makamı sadece bir iddia olarak bırakmaz, aynı zamanda bir "delil" sunar. Bu delil, "Kur’ânî ve hadîsî olan işârât-ı riyâziyenin kendisinde müntehî olması" (Kur'an ve Hadislerdeki matematiksel/sayısal işaretlerin onda son bulması) ifadesidir.
Bu, Risale-i Nur'un belirgin özelliklerinden biri olan "Ebced" ve "Cifir" ilmine, yani harflere sayısal değerler vererek metinlerden gizli işaretler çıkarma yöntemine atıfta bulunur. Risale-i Nur'un Sikke-i Tasdik-i Gaybî mecmuası gibi bölümlerinde, Kur'ân ve hadislerdeki bazı ifadelerin ebcedî/sayısal değerlerinin, Bediüzzaman Hazretleri’nin yaşadığı döneme, Risale-i Nur'un telifine ve iman hizmetinin bir kısım detaylarına tam olarak "tevâfuk ettiği" (denk geldiği) açıklanmıştır.
Paragraf, bu "riyâzî beyânların" (matematiksel açıklamaların) tesadüfî olmadığını, aksine hepsinin "kendi üzerinde toplanması" ile bu zâtın (Bediüzzaman) ve onun eserinin (Risale-i Nur) bu son iman hizmeti için İlâhî bir seçim ve görevlendirme (tavzif) ile vazifelendirildiğini ispat eder.
Sonuç: "Son Meyve" ve "Son Hâmil"
Sonuç olarak bu paragraf, Bediüzzaman Said Nursi ve onun Risale-i Nur eserini, İslamiyet'in ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) manevî mirasının zirve noktası olarak konumlandırır. O, "şecere-i risâletin bir son meyve-i münevveri" (peygamberlik ağacının son nurlu meyvesi) ve "lisân-ı risâletin irsiyet noktasında son dehân-ı hakîkati" (peygamberlik dilinin miras yoluyla gelen son hakikat ağzı) olarak tanımlanır.
Bu "son" olma durumu, peygamberliğin değil, "hizmet-i îmâniye cihetinde" yani iman hizmeti noktasında bir sonluluktur. Metne göre, imanın en zorlu, en dehşetli saldırılara maruz kaldığı bu son dönemde, "şem‘-i İlâhî"yi (İlâhî mumu/ışığı) taşıyacak "son hâmil-i zîsaadet" (son saadetli taşıyıcı) odur. Bu nedenle, metne göre, onun şahsında ve eserinde şüpheye yer yoktur; çünkü onun varlığı ve misyonu, bizzat Kur'ân ve hadislerin işaretleriyle tasdik edilmiştir.

