YARATILIŞTA ÇİRKİNLİK YOKTUR
İnsan, dünyaya gönderildiği ilk andan itibaren etrafında olup biten hadiseleri araştırmaya ve onlara bir anlam vermeye çalışmıştır. Evrende olup biten olayları inceledikçe bunların ne kadar mükemmel olduğunu görmüş, araştırdığı her bir saha ile ilgili bir bilim dalı ortaya çıkmış ve bunlar zamanla gelişmiştir. Astronomi gökyüzünü, coğrafya yer şekillerini ve yerin hareketlerini, tıp insan bedenini, biyoloji canlıları, kimya maddelerin ana yapılarını ve bileşimlerini, ekoloji çevreyi incelemiş ve incelemeye devam etmektedir. Bu ve benzeri bilim dallarının hepsi kendi sahalarıyla ilgili araştırmalar yaptıkça, hiçbir şeyin göründüğü gibi basit ve yüzeysel olmadığını görmüştür. Bunun için her bir bilim dalıyla ilgili alt bilim dalları da gün geçtikçe çoğalmıştır. Bütün bu inceden inceye araştırma ve çalışmalar, yaratılan her bir şeyin mükemmel olduğunu ve kâinatta en ufak bir kusurun, noksanlığın, çirkinliğin olmadığını ortaya koymaktadır. Bu mükemmellik ve kusursuzluk ise hikmet ve irade sahibi olan Allah’ın her şeyi güzel yarattığını göstermektedir.
Bu bilim dallarından birisi ekolojidir. Ekoloji bilimi; tüm canlıların birbirleri ve çevresi ile olan ilişkilerini inceler. Ekoloji biliminin bu incelemeleri yeryüzünde hiçbir şeyin gereksiz olmadığını ortaya koyar. Bu durum Allah’ın her şeyi yerli yerince, olması gerektiği miktarda yarattığının ve kâinatta en ufak bir gereksizliğin ve çirkinliğin olmadığının göstergesidir. Mesela; denizanası, denizdeki atıkları yerken denizi temizler. Ağaç yapraklarının dökülmesi ve çürümesi mantarın oluşmasına, toprağa karışıp verimliliğinin artmasına sebep olur. İnsanlar ve hayvanlar oluşan bu mantarla beslenir. İnsanlar verimliliği artan toprakta tarım yapar. Kurtçuklar, karıncalar, bir kısım böcek ve sinekler ile akbaba ve karga gibi bazı kuşlar ve benzeri hayvanlar, döküntüleri, artıkları ve leşleri yiyerek bir nevi temizlik memuru olarak çalışırlar. İşte evrende bu şekilde meydana gelen müthiş düzene “ekolojik denge” denir. Bu dengeyi sağlayan varlıklardan herhangi birinin eksilmesi doğadaki hassas düzenin bozulmasına sebep olur.
EKOLOJİK DENGEYE BİRKAÇ ÖRNEK
YARATILIŞTA ÇİRKİNLİĞİN OLMADIĞININ DELİLLERİ
Allah (c.c) şu kâinatı bir kitap gibi yaratmıştır. Birer harf hükmündeki en ufak parçasına ibret alacak insanlar için nice faydalar yüklemiştir. Düşünen her bir insan, her tarafı kuşatan; bu hikmetten, israfsız yaratılıştan, mükemmel düzenden, sonsuz rahmetten, ince ve hassas adaletten kâinatta en ufak bir çirkinliğin olmadığını anlar. Bu alemde en ufak bir çirkinliğin olmadığını anlayan insan başına gelen belâ ve musibetlerde de en ufak bir adaletsizliğin, zulmün ve haksızlığın olmadığını idrak etmelidir. Kâinatta bu kadar şefkat ve merhametle hükmeden Allah (c.c), elbette en çok değer verdiği ve mahlukatın en şereflisi olarak yarattığı insana zulmetmez.
Yüce Rabbimiz yarattığı her şeyi pek çok fayda verecek şekilde yaratır. Her şeyde birçok fayda ve hikmetin olması çirkinliğin ve abesiyetin olmadığını gösterir. Çünkü hikmetsizlik ve abesiyet bir çirkinliktir. Ağaçların onlarca belki yüzlerce faydalarından bahsedilebilir. Örneğin ağaçlar, havayı temizlemeye, oksijen üretmeye, toprağın verimliliğini artırmaya, meyve vermeye, su tasarrufu yapmaya, ısınmaya vesile olur. Ayrıca ağaçlar ultraviyole ışınlarının zararlarından korumaya, iklim değişikliği, enerji kaybı, toprak erozyonu gibi şeyleri engellemeye yardımcı olur. Hastaların iyileşmesine vesile olur. Kereste sağlayarak pek çok ahşap malzeme yapımına kaynaklık teşkil eder. Kâğıda dönüştürülerek kitap ve defter yapımında kullanılır… Ağaçların daha pek çok faydaları sıralanabilir. Bunun gibi Kâinatta yaratılan her bir şeyin bilinen veya keşfedilmeyi bekleyen pek çok hikmetleri vardır. Bilim ilerledikçe bu faydalar da gün yüzüne çıkmaktadır.
Toprak gibi basit bir maddeden tadı, kokusu, rengi birbirinden farklı olan meyvelerin; her biri harika görüntü ve desenlere sahip olan bitkilerin; hem çürümüş, kokuşmuş atıklardan hayat sahibi, duyuları ve farklı kabiliyetleri olan sinek, böcek, solucan ve kurtçuk gibi sanat harikası olan canlıların; hem “atılan bir sudan insanların yaratılması”[4] israfın ve çirkinliğin olmadığını gösterir. İşte bu basit ve değersiz maddelerden gayet mükemmel sanat harikası olan varlıkların yaratılması, yaratılışta israfın olmadığının delilidir.
Yer altından yer üstüne, karalardan denizlere, insanın vücudundaki hücrelerden en büyük yıldızlara kadar evrenin her yerinde mükemmel bir düzenin ve ölçünün hâkim olduğunu görüyoruz. “Göğü yükseltti, ölçüyü koydu.”[5] “Gerçekten Biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık”[6] gibi Kur’an ayetleri de bizi kâinattaki bu ölçü ve düzeni düşünmeye davet etmektedir.
Bilim dünyası evrendeki bu düzeni “İnsani İlke” (Anthropic Principle)[7] ifadesiyle ortaya koymaktadır. Bu ilkeye göre evren amaçsız bir şekilde tesadüfen oluşamayacak kadar mükemmel özelliklere sahiptir.
Evrendeki düzenin ne kadar mükemmel olduğuna birkaç örnek verelim.
1) Kâinatı yaratılmasındaki ilk patlama biraz daha şiddetli olsaydı, kâinattaki tüm madde dağılırdı; eğer patlama biraz daha yavaş olsaydı, bütün madde hemen kapanırdı. Her iki durumda da ne galaksiler ne yıldızlar ne Dünya’mız ne de canlılar oluşurdu. Patlamanın galaksileri, yıldızları, Dünya’mızı ve canlıları oluşturacak şekilde olmasının olasılığı, havaya atılan bir kurşun kalemin sivri ucu üstünde durması kadar bile değildir.[8]
2) Canlılığın oluşabilmesi için yıldızlar arası mesafe belli bir ölçüde olmalıdır. Eğer yıldızlar birbirlerine daha yakın olsaydı çekim gücünün fazlalığı gezegenlerin yörüngelerini bozacaktı. Eğer yıldızlar birbirlerine daha uzak olsaydı süpernovalar (büyük yıldızların şiddetle patlaması) tarafından evrene saçılan ağır atomlar çok geniş bir alana yayılacaktı ve yaşam için gerekli atomlar yeterli düzeyde olamayacaktı.[9]
3) Hayat için gerekli atomlardan en önemlilerden ikisi karbon ve oksijendir. Bu atomlardan karbonun oksijen atomunun enerji seviyesine olan oranı daha yüksek olsaydı canlılık için gerekli oksijen yetersiz olurdu. Eğer mevcut oran daha düşük olsaydı canlılık için gerekli karbon yetersiz olurdu. O zaman da hayat olmazdı.[10]
4) Süpernova patlamalarının (enerjisi biten büyük yıldızların şiddetle patlaması) uzaklığı, yakınlığı ve sıklık derecesi de canlılık için çok önemlidir. Örneğin bu patlamalar çok yakın olsaydı, oluşacak radyasyon canlılığı yok edebilirdi. Eğer bu patlamalar çok uzak olsaydı canlılık için gerekli ağır atomlar yeterli seviyede olmayacaktı.[11]
5) Dünya’mızda canlılığın oluşabilmesi için galaksimizin belli oranda maddeye sahip olması gerekmektedir. Eğer madde oranı fazla olsaydı Güneş’in yörüngesi değişecekti. Eğer daha az madde olsaydı, Güneş’imiz gibi bir yıldızın var olması mümkün olmayacaktı. Ayrıca galaksimizin büyüklüğü, şekli ve başka galaksilere uzaklığı da canlılığın oluşması için çok önemlidir.[12]
6) Dünya, Güneş’e yörüngenin eliptik olması nedeniyle yıl içinde yakınlaşıp uzaklaşarak düzenli bir değişim gösterir. Kış yaşandığı dönemlerde Güneş’e uzaklığımız 147,5 milyon kilometre iken, yaz başlarken 152,5 milyon kilometre uzakta yer alırız. Dünya, her yıl yaklaşık olarak 15 cm kadar Güneş’ten uzaklaşır. Yani, yukarıda verdiğimiz ortalama uzaklık değeri her yıl 15 cm artar. Bu bilgilerden hareketle Dünya ile Güneş arasındaki mesafenin periyodik olarak değişmesi ve her yıl belirli bir oranda uzaklaşması söz konusudur. Lakin düzenli bir döngü içerisinde bulunan bu mesafe takibinde anormal bir artış veya düşüş olsaydı, yani Dünya’nın yörüngesinde bir değişiklik olmuş ve bu nedenle Güneş’ten daha uzak olsaydı, yaşamaya imkân tanımayan soğuk ve buzullarla karşı karşıya kalırdık. Benzer şekilde, eğer Güneş’e daha yakın olsaydık yeryüzündeki su buharlaşır ve yaşam mümkün olmazdı.[13]
7) Dünya’mızın çekimi daha fazla olsaydı, amonyak ve metan oranının artması gibi durumlar yeryüzünün canlılığa elverişli bir ortam olmasını engellerdi. Eğer Dünya’mızın çekimi daha az olsaydı atmosfer çok su kaybeder ve canlılık için elverişli ortam kalmazdı.[14]
8) Dünya’mızın çevresindeki manyetik alan da çok özel olarak ayarlanmıştır. Eğer bu manyetik alan daha güçlü olsaydı, Güneş’ten gelen canlılık için yararlı ışınları da engelleyebilirdi. Eğer bu manyetik alan daha zayıf olsaydı, Güneş’ten gelen zararlı ışınlar dolayısıyla yaşamın oluşması mümkün olmazdı.[15]
9) Yeryüzünden yansıtılan ışık ile yeryüzüne çarpan ışık da belli bir oranda olmalıdır. Eğer bu oran daha büyük olsaydı yeryüzü buzullarla kaplanırdı. Eğer bu oran daha küçük olsaydı sera etkisiyle aşırı ısınan yeryüzü yaşama elverişli olmazdı.[16]
10) Yaşam için yer kabuğunun kalınlığı da önemlidir. Yer kabuğu daha kalın olsaydı, atmosferden yer kabuğuna oksijen transferiyle oksijen dengesi bozulurdu. Yer kabuğu daha ince olsaydı yer kabuğunun her yerinden sürekli volkanlar fışkırırdı. Bu ise hem iklimi değiştirir hem de canlılığı yok ederdi.[17]
11) Atmosferdeki oksijen miktarı da yaşam için kritik bir değerde yaratılmıştır. Bu değer eğer yüksek olsaydı, yeryüzünde sürekli yangınlar çıkardı. Bu değer eğer alçak olsaydı solunum yapmak imkânsız olurdu.[18]
12) Atmosferdeki karbondioksit yaşamı mümkün kılacak bir orandadır. Karbondioksit daha fazla olsaydı sera etkisi oluşacaktı. Eğer daha az olsaydı bitkilerin fotosentez yapması mümkün olmayacaktı.[19]
13) Dünya’mızdaki ozon miktarı da çok kritik bir değerde yaratılmıştır. Eğer bu değer daha yüksek olsaydı yüzey sıcaklığı çok düşerdi. Eğer bu değer daha düşük olsaydı hem yüzey sıcaklığı çok yükselirdi hem de yaşamı yok edecek şekilde zararlı ultraviyole ışınları artardı.[20]
14) Atmosferdeki havanın solunabilmesi için belli bir basınçta, akışkanlıkta ve yoğunlukta olması lazımdır. Atmosferin yoğunluğunda ve akışkanlığındaki ufak bir değişiklik nefes almamızın imkânsız olmasına sebep olurdu.[21]
15) Canlılığın mümkün olabilmesinin şartlarından biri de suyun belirli bir yüzey gerilimine sahip olmasıdır. Bitkilerin suyu topraktan emmeleri ve en üst noktalarına kadar iletebilmeleri bu gerilimin tasarlanmış olması sayesindedir. Bu gerilim daha farklı olsaydı ne bitkilerden ne de diğer canlılardan söz edebilirdik. [22]
Yunus Emre’nin şu dizeleri evrendeki bu düzeni ne güzel ifade eder.
“Yerden göğe küp dizseler.
Birbirine bend etseler.
Aradan birin çekseler.
Seyreyle sen gümbürtüyü.”
Elbette düzenin ve ölçünün hâkim olduğu böyle bir evrende çirkinlikten bahsetmek mümkün değildir. Evrendeki her bir varlık adeta Kur’an’daki “O ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı.”[23] “O ki, yedi göğü tabaka tabaka (birbiriyle ahenkli) olarak yarattı. Rahman (olan Allah (c.c))’ın yarattığında hiçbir düzensizlik göremezsin. Haydi, gözü(nü) çevir(de) bir bak, hiçbir çatlak görecek misin? Sonra gözü(nü) tekrar tekrar çevir (ve yine bak); o göz (aradığı kusuru bulamadan) zelil ve bitkin halde sana geri dönecektir.”[24] ayetlerini okumaktadır.
Kâinata baktığımızda her tarafta umumi bir rahmetin hâkim olduğunu görmekteyiz. Evreni, (Güneş’i, Ay’ı, Dünya’yı ve içindeki bütün bitkileri, ağaçları, hayvanları ve madenleri vb.) bize hizmetkâr yapan Allah’ın (c.c) rahmeti değil midir? En küçüğünden en büyüğüne kadar bütün canlıların yiyeceğini, giyeceğini ve hayatına lazım olan her ihtiyacını en güzel bir şekilde, ihtiyaç hissettiği anda, tam da ona uygun olarak veren Allah’ın (c.c) rahmeti değil midir? O rahmettir ki; her bahar mevsiminde bütün ağaçları ve meyveli bitkileri cennet hurileri gibi giydirip, süsleyip, ellerine her çeşit meyveleri verip bizlere uzatıyor. Adeta haydi alınız yiyiniz diyor. Zehirli bir sinek olan arının eliyle bizlere şifalı, tatlı balı yediriyor. Elsiz bir böcek olan ipek böceğinin eliyle en yumuşak ipeği bizlere giydiriyor. Nokta kadar küçücük çekirdeklerde, tohumlarda tonlarca meyve ve sebzeleri bizim için ihtiyat erzakı olarak saklıyor.[25] Elbette her yeri kuşatan böyle rahmet sahibi bir Allah’ın (c.c) yaratmasında, fiillerinde herhangi bir çirkinliğin olması mümkün değildir. Demek ki O’nun yarattığı her şeyde ve yaptığı her icraatta bilelim veya bilmeyelim nice güzellikler vardır.
Allah’ın (c.c) kullarına zulmetmeyeceğini gösteren bir diğer husus da Allah’ın (c.c) kâinatı kaplamış olan adaletidir. Adalet; hak ve hukuka uyma, herkesin hakkını gözetme anlamına gelmektedir. Bir şeyi yerli yerince ve olması gerektiği miktarda yapmak da adalet kapsamındadır. İnsanlar ve hayvanlar arasında adalet olduğu gibi eşyanın yaratılışında da adalet söz konusudur. Yaratılan bütün varlıkların gerektiği ölçüde ve miktarda büyümesi ve yayılması da adalettir. Bu yönüyle değerlendirildiğinde, bütün evrende her şeyin yerli yerince ve ihtiyaç nispetinde yaratılması adaletin varlığını gösterir. Örneğin haşhaş kozalağının veya incir meyvesinin içinde yüzlerce tohum vardır. Bu tohumların her biri yeşerip meyve verebilecek ve her tarafı kaplayacak bir kabiliyete sahiptir. O tohumlar bu kabiliyet ve istidatlarıyla bir nevi dua ederler. “Ya Rabbi bize fırsat ver ki yeşerip meyve vererek yeryüzünün her yerinde Senin varlığını, isim ve sıfatlarını ilan edelim” derler. Bu tohumların her birinin istidadıyla yaptığı bu duayı Allah (c.c) kabul edecek olsa diğer bitki ve ağaçların yeşermesine yer kalmayacaktı. Fakat Allah (c.c) adaleti gereği diğer ağaç ve bitkilerin; tohumların ve çekirdeklerin hukukunu muhafaza eder. Her birinin gerektiği ölçüde ve miktarda yeşermesine müsaade eder.
Yine mesela insan uzuvları arasındaki uyum; bir ağacın gövde, dal ve yaprakları arasındaki ölçü; her bir eşyayı meydana getiren parçaları arasındaki harika oran ve orantı da adaletin gözetildiğini gösterir. “Her şeye hassas ve ona özel ölçülerle vücut vermek, suret giydirmek, yerli yerine koymak; nihayetsiz bir adalet ve ölçüyle iş görüldüğünün delilidir. Hem her hak sahibine kabiliyeti nispetinde hakkını vermek, yani vücudunun bütün gereklerini, varlığının devamı için gerekli olan bütün cihazlarını en münasip bir tarzda vermek; sonsuz bir adaletin varlığını ispat eder.”[26]
Elbette her şeyi kuşatmış böyle bir rahmet, şefkat ve adalet bu kadar değer verdiği insana zulmetmez. İnsanın başına gelen belâ ve musibetlerde Allah (c.c)’ın zulmettiğini düşünmek kâinatı kaplamış olan o rahmeti, şefkati ve adaleti inkâr etmek anlamına gelir. Nitekim bir ayet-i kerimede Rabbimiz, “Şüphesiz ki Allah (c.c), insanlara hiçbir şekilde zulmetmez.”[27] buyurmaktadır. Atomlardan güneşlere kadar her yerde adaletini, merhametini, hikmetini gösteren Allah (c.c) kulların başlarına gelen olaylarda adaletsizlik yapması elbette mümkün değildir.
Kâinatta hiçbir çirkinliğin olmadığını, her şeyin yerli yerince olduğunu İmam-ı Gazali hazretleri şöyle anlatır: “Allah (c.c) bütün insanları en akıllı ve en bilgili olarak yaratsaydı. Onlara kaldırabilecekleri genişlikte bilgiler verseydi, üzerlerine anlatılamayacak bollukta hikmetler yağdırsaydı, sonra onlardan her birine hepsinin sahip olduğu bilgi, hikmet ve aklı da verseydi, ayrıca onlara varlık ve olayların iç yüzünü apaçık bildirse ve görünmeyen âlemin sırlarından hepsini haberdar kılsaydı, Allah’tan (c.c) gelen iyiliklerin derin anlamlarını, cezaların gizli sebeplerini öğretip bu sayede hayır ve şerrin, fayda ve zararın ne olduğunu kavramalarını sağlasaydı, sonra da onlardan bir araya gelip bütün bu bilgi ve hikmetler yardımıyla dünyaya ve gayb âlemine yeniden düzen vermelerini isteseydi, Allah’ın (c.c) dünyaya ve ahirete verdiği düzene ne en küçük bir şey ilâve edebilir ne de eksiltebilirlerdi. Bir kimsenin yakalandığı bir hastalık, kusur, ayıp, yoksulluk ve zarar asla ortadan kalkmazdı. Sonuç itibariyle Allah’ın (c.c) bu dünyada hayır ve şer; nimet ve sıkıntı şeklinde kulları arasında taksim ettiği her şey tamamen adalete uygun olup haksızlık söz konusu değildir. Allah’ın (c.c) âleme verdiği düzenden daha güzeli, daha tamı ve daha mükemmeli yoktur.”[28]
GÜZELLİKLER İKİYE AYRILIR
Allah’ın (c.c) yaratmasında en ufak bir çirkinlik yoktur. Her şey güzeldir. Ancak güzellikler ikiye ayrılır.
1- Hüsn-ü Bizzat (Her yönüyle güzel olan şeyler)
Bazı şeyler vardır ki bizzat kendisi güzeldir. Görüldüğünde veya sahip olunduğunda hemen sevilirler. Bunlara hüsn-ü bizzat denilir. Mesela bahar mevsimi, güzel bir manzara, hayat, nimet, sağlık, bolluk, bereket, sevgi, şefkat, merhamet, hürmet, saygı vb. gibi şeylerdir.
Hayat gibi nimetlerden şikâyet edenler, Allah (c.c) beni ne için yarattı diye isyan edenler bile hayatın kendisine değil, elden gitmesine neden olan, hayatı sıkıntıya sokan sebeplere küserler. Yaşamak istemediğini söyleyen insanların şikâyet ettiği bütün şeyler kaldırılsa, istedikleri ve arzu ettikleri her şey kendilerine verilecek olsa yaşamaktan hiç şikâyet ederler mi? Elbette etmezler. Demek onların şikâyetleri hayatın kendisine değil, hayatlarını sıkıntıya sokan sebepleredir.
2-Hüsn-ü Bil Gayr (neticeleri itibariyle güzel olan şeyler)
Bazı şeyler de vardır ki; görünüşte hoşumuza gitmez veya bize çirkin gibi görünür. Fakat çok büyük güzellik ve hayırlara vesile oldukları için onlara da neticeleri itibariyle güzel denilir. Mesela bazen yağmur ve kar üşümemize, bazı zorlukları ve sıkıntıları yaşamamıza sebep olur. Bu durum hoşumuza gitmez. Hoşumuza gitmeyen bu durumların aslında yeryüzü ve insanlık için çok büyük faydaları vardır. Eğer ihmallerden kaynaklanan bazı sıkıntılar yaşanmasın diye yağmur ve kar yağmasaydı; ekinler yeşermeyecek, ağaçlar meyve vermeyecek, otlar büyümeyecek, yeryüzünde sular tükenecek, daha pek çok faydasını sayamadığımız ve bilmediğimiz pek çok güzellikler de yok olacaktı. İnsanların, hayvanların ve bütün bitkilerin hayatı son bulacaktı. Bunun içindir ki yağmur ve kar az yağdığı veya yağmadığı zaman, kuraklık ve kıtlık yaşanmasın, hayatlar son bulmasın diye yağmur duasına çıkılır. Demek ki kışın şiddeti, yağmurun ve çamurun arkasında hayatın devamına sebep olan baharın ve yazın güzellikleri, çiçekleri ve meyveleri saklıdır.
Hem atmaca kuşunun serçelere musallat olması görünüşte rahmete uygun düşmez. Hâlbuki bu durum serçe kuşunun uçma kabiliyetinin gelişmesine vesile olur.
Bize çok ürkütücü ve çirkin gelen ölümü, neticeleri itibariyle düşündüğümüzde, içinde pek çok güzellikleri barındırdığını görürüz. Onun azap değil, ne kadar büyük rahmet olduğunu anlarız. Ahirete iman etmiş bir insan için ölüm; yokluk, dağılmak, parçalanmak, çürümek, lezzetleri ve sevdiklerini ebediyen kaybetmek değildir. Bilakis ölüm bütün istek ve arzulara, herkesin arzuladığı elemsiz, sıkıntısız bir hayata ve sevdiklerine ebediyen kavuşmaya vesiledir.
Herhangi bir insana sıkıntıların var mı? Hayatın meşakkat ve zahmetleri çok mu? Sendeki (belki hayattan bıkmana sebep olan) hastalıklardan kurtulmak ister misin? diye sorulsa; elbette isterim diyecektir.
Yine mesela bütün sevdiklerimizle beraber olduğumuzu düşünelim. Dedelerimiz, ninelerimiz ve onların anne, baba, dede ve nineleri gibi birbirini takip eden onlarca belki yüzlerce dede ve nineler… O yaşlı, hastalıklı, sıkıntılı halleriyle beraber şu an hayatta olsalardı hem onlar hem bizim için hayatın ne kadar zor, ölümün ne kadar rahmet olduğu anlaşılırdı. Daha bunun gibi bize çirkin gibi görünen fırtına, deprem, salgın ve hastalıklar gibi hâdiselerin perde arkasında pek çok güzellikler vardır. Fakat hadiselerin sadece görünen yönüne bakıp iç yüzünü ve neticelerini düşün(e)mediğimizden, onlardaki güzellikleri göremeyiz.
Netice itibariyle; kâinattaki her şey, her hâdise ya doğrudan veya sebep oldukları sonuçları itibariyle güzeldir. Bir kısım hâdiseler de var ki, görünüşte çirkindir, karışıktır. Fakat görünen perdenin altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar vardır.[29]
Madem insanların başlarına gelen olaylarda merhametsizlikler, adaletsizlikler ve Allah’ın (c.c) yaratması yönünden şer ve çirkinlik yoktur. Her şey güzeldir. O zaman şer veya çirkin gördüğümüz şeyler niçin var? Bunların sebepleri nedir. Bunun nedenlerini birkaç farklı başlık altında ele alalım.
Bir şeyin şer veya çirkin olduğuna neye ve kime göre karar vereceğiz? Bu hükümler kişiye, olaya, yere ve zamana göre farklılık arz edebilir. Birine göre şer olan diğerine göre hayır, birine çirkin olan diğerine güzel olabilir. Bir zaman şer ve çirkin görünen, daha sonra hayır ve güzel görünebilir. Kişinin bunları kullanma amacına ve bakış açısına göre, iyi veya kötü gibi değişik hükümler alabilir. Mesela birinin eline aldığı neşterle birini parçalaması, göğsünü yarıp bağırsak, kalp ve diğer organlarını çıkarması insanlığın kabul etmeyeceği canice bir hadisedir. Fakat bir doktorun, ameliyat olması gereken bir hastanın göğsünü yarıp kalbini çıkarması, organlarını çıkarıp kesmesi çok hayırlı bir iş olarak kabul edilir. Hatta bu işlemi yapan doktora kesip biçtiğinden dolayı teşekkür edilir.
Öyle de, çirkin ve şer gibi görünen hastalık ve musibetler, kimisine göre birilerinin gafletten uyanmasına, kişinin kendisine çeki düzen vermesine, acizliğini anlayıp Allah’a (c.c) yönelip ibadet etmesine vesile olduğu için hayır olur. Başka birine göre elindeki nimetin gittiğini düşünmesi ve daha çok isyanına sebep olmasından dolayı şer olur. Bu örnekleri çoğaltmak elbette mümkündür. Ayet-i kerimede “Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah (c.c) bilir, siz bilmezsiniz.”[30] buyurulur. Bu ve benzeri ayetlerde hayır ve şerrin insanlarca tamamıyla bilinemeyeceği, kişinin sevmediği bir şeyin hayır, sevdiği şeyin de şer olabileceği belirtilir.
O zaman insan olaylara hangi ölçüyle bakmalıdır? Madem her şeyi yaratan Allah’tır (c.c). O zaman hayır ve şerrin, güzellik ve çirkinliğin ölçüsü Allah’ın (c.c) emir ve yasaklarıdır. Allah (c.c) neyin hayır, neyin şer olduğunu gönderdiği vahiylerle insanlara bildirmiştir. Allah’ın (c.c) yapılmasını emrettikleri hayır, yapılmasını yasakladığı şeyler de şerdir.[31]
Yaratılışta asıl maksat güzellikler ve hayırlardır. Şerler, çirkinlikler ve noksanlıklar hayırların ve mükemmelliklerin arasında görünmeyecek derecede azdır. Şerlerin yaratılmasının sebebi hayırlara vesile olmaları, güzellik ve mükemmelliklerdeki farklı derecelerin ortaya çıkması içindir. Çünkü insan çoğu şeyi zıtlarıyla karşılaştırarak anlar. Mesela karanlık olmazsa ışık bilinmez, değeri anlaşılmaz. Karanlığa mukayese edilerek aydınlığın dereceleri ortaya çıkar. Karanlığın hiç olmadığı, daimî bir aydınlığın olduğu yerde, aydınlık kavramından da bahsetmek mümkün değildir. Çünkü aydınlık kavramı karanlığa mukayese edilerek söylenir.
Yine yemeklerden lezzet almamıza sebep olan şey açlıktır. İnsanlar hiç acıkmasaydı tokluk ve lezzet kavramlarından da bahsetmemiz mümkün olmazdı. Yemeklerdeki lezzetler de açlığın derecesine göre fark edilir. Çok acıkan bir insan kuru bir ekmeği en mükemmel yemek gibi zevkle ve iştihla yer. Fakat sürekli tok olan bir insan, en lezzetli yemeği bile iştahsız yer. Tok olan kişi o yemekten, aç olan birinin kuru ekmekten aldığı lezzet kadar bile lezzet alamaz. Bunun içindir ki ‘her şey zıddıyla bilinir’ genel bir kaide olmuştur.
Demek kıyaslama yapılabilecek bu zıtlar olmazsa güzellik, mükemmellik, nimet ve afiyet hakkıyla anlaşılmaz. Bunlardaki sayısız dereceler de bu karşılaştırmalar sayesinde ortaya çıkar. Örneğin parklar ve bahçeler güzel ağaçlarla, bitki ve çiçeklerle donatılır. Fakat bazen aralara biçimsiz taşlar veya eski kağnı arabaları ve tekerlekleri konur. Hâlbuki bu biçimsiz ve çirkin gibi görünen şeyler diğer güzelliklere göre görünmeyecek kadar azdır. Bunların konmasının bir nedeni nostalji iken diğer bir nedeni de oradaki güzelliklerin bunlarla karşılaştırılarak daha iyi fark edilmesi içindir.
Bu örneklerde olduğu gibi soğuk olmasa sıcağın, çirkinlik olmasa güzelliğin, hastalıklar olmasa sağlığın, açlık olmasa nimetin kıymeti anlaşılmayacaktı. Sıcağın, güzelliğin, sağlığın ve nimetin sayısız derecelerinin ortaya çıkması da bu kıyaslamalar sayesindedir. Bu güzelliklerin farklı derecelerinin ortaya çıkmasına sebep olan çirkinlikler de güzel olur. Bu güzelliklere hizmet etmeleri dolayısıyla onlar da güzel kabul edilir. Bunlara hakaik-i nisbiye denir. Bu yönüyle bakıldığında kâinatta zahiren şer gibi görünen şeyler de güzellik, iyilik ve hayırların anlaşılmasına vesile olduğu için onlar da güzeldir, çirkin değildir.
3- Şerri Yaratmak Şer Değildir Şerri İşlemek Şerdir
Allah’ın (c.c) şerri yaratması şer değildir, şerri işlemek şerdir. İnsan tercih etmediği müddetçe şerler yaratılmaz. Ne zaman insan şerri tercih eder, Allah (c.c) da o zaman o insan için şer olan şeyi yaratır. Mesela insan birisini öldürmeyi tercih etmediği halde Allah (c.c) insana zorla birini öldürtmez. İnsanın tercihi ile ortaya çıkan bu şerler, yine birçok hikmete binaen yaratılır. Mesela, ateşin yaratılışında çok faydalar vardır. Madenleri eritip istifade etmemize, soğuktan korunup ısınmamıza, yemeklerimizi pişirmemize vesile olur. Bunların hepsi de güzeldir. Fakat bazıları bu ve benzeri faydalar için yaratılan ateşi hür iradesini kötüye kullanarak kendini veya evini yaksa, ateşin yaratılması şerdir diyemez. Çünkü ateş onu yakmak için yaratılmamış. Belki insan, kendisine hizmet için yaratılan ateşteki potansiyel yakma özelliğini, kendi hür iradesi ile kötüye kullanarak kendisine zarar verecek hale dönüştürmüştür.[32]
Demire sertlik özelliği verilmiştir. Bu özelliğin demire verilmesinin asıl sebebi; insanların onun sertliğinden istifade etmeleri, hayatlarını kolaylaştıracak, medeniyetin gelişimine katkı sağlayacak yeni teknolojik gelişmeleri ortaya koymaları içindir. Evler, arabalar, uçaklar, makinalar, motorlar vb. yapılsın diyedir. Bu faydalar göz önünde bulundurulduğunda demir olmazsa modern gelişmelerin hiçbiri olmazdı. İnsanlar ilkel kabileler gibi yaşardı. Fakat birileri kendi özgür iradesini kötüye kullanarak kendisine hizmet için yaratılan demiri, birilerinin kafasına vurup öldürse veya yaptığı bıçağı birilerini öldürmek için kullansa demirin yaratılması şerdir diyemez. Belki hayatı için milyonlarca faydası olan, ona hizmet için yaratılan bu demiri, kişi kendi hür iradesiyle kötüye kullanarak şerre çevirmiştir. Demek ki şerler, kulun kendi hür iradesini yanlış kullanmasından meydana gelir.
İnsanın iradesini yanlış kullanmasından dolayı bazı şerler meydana gelmektedir. Fakat bu şer insan bakan yöndedir. Yoksa Allah (c.c)’ın yaratmasında hiçbir cihette şer ve çirkinlik yoktur. Sırf bu şerlerin meydana gelmemesi için çok büyük faydaları ve hayırları olan bazı şeylerin yaratılmaması daha büyük bir şer ve çirkinliktir.
4- Şer Gibi Görünen Bazı Hadiseler Çok Daha Büyük Hayırlara Vesiledir
Şer gibi görünen bazı hadiselerin çirkinliği sadece görünen yönüyledir. Manevi veya ahiretteki mükâfatları yönüne bakıldığında onlar da şer ve çirkin değildir. Bazı şerlerin meydana gelmemesi için çirkin gibi görünen bazı şeyler terk edilse daha büyük şerlerin meydana gelmesine sebep olur. Mesela insanın parmağını kesmek şerdir. Fakat kangren olmuş bir parmağı kesmek şer değildir. Eğer bu parmak kesilmezse daha büyük şerleri beraberinde getirir. Bu sefer kol kesilir. O da kesilmezse kişinin hayatına mal olur. Kangren olmuş bir parmağı kesmek kolu ve hayatı kurtarıp, külli bir hayra sebep olduğundan şer değil hayırdır. Demek şer gibi görünen bazı şeyler çok büyük hayırlara vesile olduğundan onlar da hayır hükmüne geçer.
Hem mesela düşmanla cihad etmesi için asker savaşa gönderilir. Askerin savaşa gönderilmesinde; yapılacak masraflar, açlık, susuzluk, uykusuzluk, yaralanmak, ölmek gibi zahiren şer olan durumlar meydana gelebilir. Fakat bu olumsuzlukların neticesinde vatan düşman işgalinden kurtulur. İnsanların can, mal, ırz ve namusları korunmuş olur. İnsanlar dini vecibelerini rahat bir şekilde yerine getirirler. Üstelik can kaybına uğrayan şahısların şehitlik gibi bir mertebeye ulaşması onlar için de büyük bir hayırdır.
Neticeleri itibariyle bakıldığında küçük şerler çok daha büyük hayırlara vesile olduğundan, onlar da hayır hükmüne geçer. Küçük bazı şerlerin veya çirkin gibi görünen hadiselerin meydana gelmemesi için asker, düşmanla savaşmaya gönderilmezse; insanların dinini yaşayamamasına, düşman tarafından vatanın istila edilip yağmalanmasına, pek çok masumun katledilmesine, ırz ve namusların çiğnenmesine sebep olur.
5- Şeytanların Yaratılması Şer Midir
“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”[33] Bu ayetin manasından anlaşıldığı üzere, şeytan da Allah'a (c.c) ibadet için yaratılmış ve kendisine hür irade verilmiş cinnilerden bir varlıktır. Yoksa Allah (c.c) şeytanı şeytanlık yapsın diye yaratmamıştır. Şeytan, önceleri iradesini hayra kullandığından manevi derecesi yükselmiş, meleklerle beraber ibadet edebilecek bir seviyeye çıkmıştır.
Yüce Rabbimiz Âdem’i (as) yarattığında insanın daha üstün bir varlık olduğunu göstermek için meleklere ve İblise Âdem’e (as) secde etmelerini emretmiştir. Melekler secde etmiş, Fakat İblis; ‘ben ateştenim o ise topraktandır’ diyerek kibirlenmiş, Allah (c.c)'ın bu emrine isyan etmiştir. Bu durum ayet-i kerimede mealen şöyle ifade edilmiştir. “O vakit meleklere: “Âdem'e secde edin!” demiştik; (cinlerden olan) İblis hâriç, hemen secde ettiler. (O) dayattı ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.”[34] “(Allah (c.c), ona) şöyle buyurdu: “Sana emrettiğimde, secde etmekten seni men' eden nedir?” (İblis) dedi ki: “Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın!”[35] “(Allah (c.c) şöyle) buyurdu: “Haydi hemen in oradan! Orada (Cennette) kibirlenmek haddine düşmez; haydi çık, çünkü sen alçaklardansın!”[36] Böylelikle şeytan bulunduğu makamdan kovulmuştur. Fakat yine kendisinin isteğiyle kıyamete kadar insanları yoldan çıkarmak için Allah (c.c)'tan izin ve mühlet istemiş, Allah (c.c) da bu mühleti şeytana vermiştir. “(İblis) dedi: Bana (insanların) diriltilecekleri güne kadar mühlet ver! (Allah (c.c) da) buyurdu ki: (Haydi) doğrusu sen (o vakte kadar) mühlet verilenlerdensin! (İblis) dedi: Öyle ise beni azdırmandan dolayı (ben de) mutlaka onlar(ı saptırmak) için, senin dosdoğru yoluna oturacağım! Sonra elbette onlara önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve (sen) onların çoğunu şükredici kimseler bulmayacaksın! (Allah (c.c), bunun üzerine:) Yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan (Cennetten) çık! And olsun ki onlardan kim sana uyarsa, Cehennemi sizin hepinizle mutlaka dolduracağım! buyurdu.”[37]
Allah (c.c) nihayetsiz kudret ve ilim sahibi olduğundan şer olarak görünen bu hadiseyi çok büyük hayır olan insanların istidat ve kabiliyetlerinin açığa çıkmasına ve gelişmesine sebep yapmıştır. İnsanlardaki yeteneklerin ortaya çıkması, gelişmesi ancak bir hareket, müsabaka ve mücadele ile mümkündür. Şeytanların varlığı bu mücadele ve müsabakaya vesile olmuştur. Yani insanın cevherinde bulunan elmas değerindeki kabiliyetlerin gelişmesine sebep olmuştur. Kömür ruhlular elmas ruhlu insanlardan bu mücadele ile ayrılmıştır. Aksi halde insanlar melekler gibi olacaktı. Meleklere ve hayvanlara şeytanlar musallat olmadıkları için makamları sabittir, değişmez.
İnsan istidatları, kabiliyetleri, yetenekleri sınırlandırılmamış bir varlıktır. Adeta bir çekirdek gibi bütün özellikleri içinde program halinde mevcuttur. Nasıl ki; çekirdek ve tohumlarda ağaç olup meyve verme ve pek çok faydaları ortaya koyma özelliği vardır. Bu özelliklerinin ortaya çıkması toprağa atılmalarıyla mümkündür. Toprak altında farklı maddelerle temasları ve mücadeleleri neticesinde filiz verip ağaç olur, onlardaki kabiliyetler ortaya çıkar. Toprak altına atılmamaları kabiliyetlerinin ortaya çıkmamasına sebeptir.
İnsan da varlıkların en şereflisi olarak yaratılmıştır.[38] Bundan dolayı insan Allah’ın (c.c) bütün isimlerine ayinedarlık yapabilecek, cenneti netice verebilecek, meleklerden daha üstün olabilecek bir özelliktedir. Ondaki bu özelliklerin ortaya çıkması ancak imtihana tabi tutulmasıyla mümkündür. Hür iradesini iyiye kullanacak insanlarla kötüye kullanacaklar da ancak bu imtihanla birbirinden ayrılabilir.
İnsan şeytanı dinlemeyip, ona uymadığı müddetçe manevi kabiliyetleri gelişir ve makamı yükselir. Fakat kendi hür iradesi ile şeytana uyan insan şeytanın varlığını kendisi için şerre çevirmiş olur. Bundan dolayı şeytanın yaratılması şer değildir, o na uymak şerdir.
6- Olayların Şer Görünmesinde Ben Merkezci Bakışın Etkisi
İnsanlar genellikle hadiseleri kendisini merkeze koyarak değerlendirir. Kendisi için iyiyse, güzelse onu hayır olarak görür. Fakat kendisi için iyi değilse onu da şer olarak değerlendirir. Hâlbuki Allah’ın (c.c) yaratmasında, birçok hikmetler, faydalar ve güzellikler vardır. Şahısların kendilerine bakan şerler, aslında kişilerin yine kendi ihmalleri veya tercihlerinden dolayıdır.
Ayrıca “eşyanın insana ait gayesi bir ise, onu yapan sanatkârına ait gayeleri binlerdir.”[39] Mesela yapılan bir saatin bize bakan faydası bellidir. O da zamanı bize bildirmesidir. Fakat aynı saat kendi sanatkârının onlarca özelliğinden haber verir. Saatin şekli onu yapan sanatkârının tasarımcı olduğunu; içindeki çalışma sistemi ve düzeni o işi yapabilecek ilme, onu yapabilecek güç ve kuvvete sahip olduğunu, saati görerek yaptığını gösterir.
Aynen öyle de Allah’ın (c.c) yarattığı varlıkların insana bakan yönü bir ise; Allah’a (c.c) bakan yönleri binlerdir. Meselâ dikenli otları ve ağaçları zararlı, manasız zannederiz. Hâlbuki onlar, otların ve ağaçların bir nevi silahlanmış kahramanlarıdır. Allah’ın (c.c) pek çok isim ve sıfatını gösterirler.[40] Allah’ın (c.c) o ağaç ve bitkinin kendisine has bir şekli vermesi; O’nun Musavvir (şekil ve suret veren), onu yapabilmesi Alîm (ilim sahibi), Kadîr (güç ve kuvvet sahibi), Basîr (gören), Mürebbî (terbiye edici), onu faydalı yaratması Hakîm (gereksiz bir şey yapmayan), ona canlılık vermesi Muhyî (hayat sahibi), ihtiyaç hissettiği rızkı ona göndermesi Rezzâk (rızık veren), Rahîm (merhamet eden), Kerîm gibi daha pek çok isim ve sıfatlara sahip olduğunu gösterir. [41]
Demek bize çirkin görünen varlıkların ve olayların görünen yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli yönleri vardır. Bu güzelliklerin pek çoğu onu yaratan Allah’a (c.c) ve bir kısmı da diğer varlıklara bakar.
7- Şerrin Bir Sebebi Cehaletimizdir
İnsan, hayatı için gerekli hiçbir şeyi bilmeyen bir varlık olarak dünyaya gelir. Doğduğu andan itibaren ölene kadar sürekli öğrenmeye muhtaç bir varlıktır. On beş yirmi yılda ancak iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etmeye başlar. Hayatı boyunca da öğrenmeye muhtaçtır. Öyle ki sadece kendi öğrendiklerine değil kendinden önceki bütün tecrübelere ve bilgilere ihtiyaç hisseder. Bütün bu öğrendikleri ile olayların, eşyanın hikmetini anlamaya çalışır. Gün geçtikçe de eşyanın ve olayların yeni hikmetlerini öğrenir. Geçmişte bilmediği için gereksiz olduğunu düşündüğü pek çok şeyin sonradan faydasını ve hikmetini öğrenir. Faydalarını öğrendikçe ne kadar gerekli olduğunu anlar.
Mesela önceleri insan vücudundaki apandisitin gereksiz olduğu düşünülmüştür. Daha sonra yapılan araştırmalara göre apandisit, bağırsaklarımızda yaşayan faydalı bakteriler için bir sığınak görevi gördüğü ve bu şekilde bedenimizi koruduğu anlaşılmıştır. 2012 yılında yapılan bir araştırmada, apandisiti alınmış insanların ishal, ateş, bulantı ve karın ağrısıyla gelişen hastalıklara karşı dört kat daha az dirençli olduğu görülmüştür.
ABD’de pumaların dağ keçilerini avlayarak azalttığını düşünen avcılar, pumaları öldürmeye başlamışlar. Pumaların çokça öldürülmesinden sonra keçiler arasında salgın hastalıklar çoğalmış ve onların hızla azalmasına sebep olmuştur. Kendisine bunun sebebi sorulan bir kızılderili ‘bir puma ancak hasta bir dağ keçisini avlayabilir’ diyerek aslında şer gibi görünen şeylerin hikmeti anlaşıldıkça ne kadar hayırlı olduğunu anlatmıştır.
Bu ve benzeri örneklerde görüldüğü gibi evrende olup biten pek çok şey vardır ki hikmetini bilmediğimiz için onun şer ve çirkin olduğunu düşünürüz. Fakat şer olarak gördüklerimizin zamanla faydalarını öğrendikçe ne kadar hayırlı olduğunu anlarız. Demek insanoğlunun şer olarak gördüğü pek çok şey vardır ki aslında çok hayırlıdır. Fakat cehaletinden dolayı insan bunu bilmez. Bundan da anlaşılıyor ki bir şeyin hikmetini bilmemek onun şer olduğunu göstermez.
8- Olayların Çirkin Görünmesinde Dünya Merkezli Bakışın Etkisi
İnsan gafletinden dolayı bütün hayatı bu dünya hayatından ibaret zanneder. Her ne kadar ahirete iman etse de olayları değerlendirirken genellikle dünya merkezli değerlendirir. Dünyası için faydalı gördüğü şeylere iyidir der. Ama dünyası için sıkıntılı görünüyorsa onu şer ve kötü olarak telakki eder. Hâlbuki olayları dünya merkezli değil ahiret merkezli değerlendirmelidir. Ahireti için faydalıysa hayırlı, zararlıysa şer olarak görmelidir. Ayet-i kerimede mealen “Fakat siz Dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa ahiret daha hayırlı ve süreklidir.”[42] buyrulmuştur. Bir Hadiste de Sevgili Peygamberimiz; “Asıl hayat ahiret hayatıdır.”[43] buyurmuştur. İnsan için cehenneme göre her musibet hafiftir. Cennete gitmeye vesile olacak her musibet de rahmettir. Kazanılacak mükâfat düşünüldükçe çekilen meşakkat hafifleşir. Hatta rahmet olarak görülür. Mesela bir tüccar çok büyük kar ve kazanç elde ediyorsa zor ve ağır işler ona zevkli ve eğlenceli gelmektedir. Sabahın erken saatinde işyerini açar, gece geç saatlere kadar çalışır. Kendine biraz zaman ayır, biraz dinlen dendiğinde ‘ben çalışırken dinleniyorum’ der. Ama yanında çalışan işçi cüzi bir maaş alıyorsa o yoğun tempodaki çalışmayı azap olarak görebilir.
Şimdi düşünelim, bir musibet ki insanı ebedi bir cehennemden kurtarıp, ona her türlü arzu ve isteğini ebediyen elde edebileceği cenneti ve cennettin bütün güzelliklerini kazanmayı sağlar. Hatta cennette Allah’ı (c.c) görme saadetini ve mükâfatını dahi ona kazandırır. Başına gelen musibet ve hastalıklar ne kadar büyük de olsa elde edilecek mükâfatlar düşünüldüğünde insana hafif gelir. İşte Rabbimiz bazı musibetleri ve hastalıkları bunun için bize verir. Ayet-i kerimede mealen “Siz geçici dünya menfaatini istiyorsunuz, hâlbuki Allah (c.c) ahireti (kazanmanızı) istiyor.”[44] buyrulur.
Başa gelen musibet ve hastalıkların ahiret cihetinde pek çok faydası vardır. Günahların affına, insanın acizliğini ve fakirliğini anlamasına; Allah’ın (c.c) kudret ve rahmetine muhtaç olduğunu farketmesine; samimane, riyasız bir şekilde ibadet etmesine vesile olur. Deprem, salgın hastalıklar gibi afetler de ölen iman sahibi insanların şehadet mertebesine erişerek cennete gitmesine, zayi olan mallarının Allah (c.c) katında sadaka olarak kabul edilmesine sebep olmaktadır. Musibet ve sıkıntıların kazandırdığı bu mükâfatları düşündüğümüzde Allah’ın (c.c) rahmetiyle gönderdiği nimetler olduğunu ve onların şer değil hayır olduğu anlaşılır.
9- Şerler Genellikle Bir Şey Yapmamakla Vücuda Gelir
Şerler çoğunlukla yapılması gereken bir fiili yapmamaktan, kişinin kendi tembelliğinden veya gerekli bir şartı terk etmesinden meydana gelir. Bazen de hayırlar yapılmadığından şerler vücuda gelir. Onun için şerler insana nispet edilir. Fakat hayırlar gerekli bütün şartların bir araya gelmesiyle meydana gelir. Onun için hayırlar Allah’a (c.c) nispet edilir. Mesela bir geminin yolcularını ve yükünü hedefe götürebilmesi bütün şartların oluşmasıyla mümkündür. Başta geminin yapılması, içindeki bütün mürettebatın vazifelerini layıkıyla yapması gerekmektedir. Fakat bütün şartlar yerine getirildiği ve herkes vazifesini hakkıyla yaptığı halde kaptan uyuyakalsa, geminin dümenini çevirmese, gemi buz dağına çarparak batsa, belki birçok kişinin ölümüne ve pek çok kıymetli malların zayi olmasına sebep olur. Kaptan hiçbir şey yapmayarak çok büyük tahribat meydana getirmiş olur.
Bir bahçenin vücudu için binlerce şart gereklidir. Başta toprağın, tohumun, suyun, bulutların, atmosferin, Dünya’nın ve Güneş’in yaratılmış olması lazımdır. Bütün gerekli bu şartlar oluştuktan sonra bahçe sahibinin tohum ekme, fidan dikme, çit çekme, su arklarını oluşturma, ağaç ilaçlama, budama gibi işleri yapması lazım gelir. Ancak bütün şartlar yerine getirildikten sonra o bahçe meyve verebilir. Fakat bahçe sahibi de bütün şartları yerine getirdikten sonra; birini ücret karşılığı tutsa ve ona dese ki: “Senin vazifen sadece bahçeye çektiğim su musluğunu belirlediğim zamanlarda açmak ve kapamaktır.” Vazifeli kişi tembelliğinden veya gafletinden musluğu açmasa bahçenin kurumasına ve onca emeğin boşa çıkmasına sebep olur. Aslında yapması gereken bir tek şartı yerine getirmeyerek çok büyük tahribat ve şerlerin meydana gelmesine sebep olmuştur. Yani hiçbir şey yapmayarak çok büyük tahribat ve şer yapmış olur.
Günahlarda da durum böyledir. Örneğin namaz kılmamak en büyük günahlardandır. Bir kişinin namaz kılmayarak günahkâr olması için tembellik göstermesi yeterlidir. Herhangi bir şey yapmasına gerek yoktur. Halbuki Rabbimiz insanın ibadet edip namaz kılabilmesi için Dünya’nın yaratılması yeryüzünün döşenmesi, insanın var edilmesi, hayatın verilmesi, yüzbinlerce peygamberin gönderilmesi, İslamiyet’in günümüze gelmesi için gayret gösterenlerin vb. gibi pek çok şartların olması lazımdır.
Netice itibariyle bir şeyin vücudu için binlerce şartın hepsinin eksiksiz yerine getirilmesi veya yaratılması gerekir. Fakat bir şeyin yokluğu veya şerrin meydana gelmesi için bir tek şartın olmaması yeterlidir. Bu şart da genellikle kişinin kendi cüzi iradesidir. Meydana gelen şerden sorumlu olan eşyanın vücudu için gerekli bütün şartları yerine getiren Allah (c.c) değil, cüzi iradesini yanlış kullanarak şerrin meydana gelmesine sebep olan kişinin kendisidir.
PEYGAMBERLERİN GÖNDERİLMESİ VEYA ŞEYTANLAR SEBEBİYLE ÇOKLARIN CEHENNEME GİTMESİ ŞER MİDİR
Akla şöyle bir soru geliyor. Peygamberlerin gönderilmesi ve insanların çoğunluğunun onlara tabi olmayarak küfre gitmesi şer gibi görünüyor. Hüküm çoğunluğa göre verilir. Bir şeyden çoğunluk zarar görüyorsa onun varlığı şerdir denilebilir mi?
Çokluğun, kalitenin yanında bir kıymeti yoktur. Genellikle kaliteye bakılır. Mesela yüz hurma çekirdeği ekilmediği takdirde beş para kıymetinde olur. Fakat toprağa ekilip su verildiği ve toprak altındaki maddelerle bileşime girip hayat mücadelesine girdiği zaman belki o çekirdeklerden sekseni kendi yapısının bozukluğundan dolayı çürüyüp, yirmi tanesi ağaç olsa bu çekirdekleri toprağa ekmemiz zarar oldu denilebilir mi? Elbette denemez. Çünkü o yirmi çekirdekten yirmi ağaç çıktı. Her bir ağaç binlerce çekirdek, meyve vermekle beraber pek çok faydaları beraberinde getirdi. Sekseni kaybedip yirmi bin çekirdeği ve meyveyi kazanan, zarar etmez. O seksen adedin kaybedilmesi şer olmaz.
Hem mesela tavus kuşunun on yumurtası bulunsa, o tavus kuşu kuluçkaya yatırılsa, yumurtaların sekizi bozulsa; iki tanesi tavus kuşu olsa, acaba bu kuluçkaya yatırmak “çok çirkin, şer oldu ve zarar edildi” denilebilir mi? Elbette denilemez. Çünkü o iki yumurtadan pek çok tavus kuşu ve yumurtaları meydana gelmiştir.
Yukardaki örneklerde geçtiği gibi, insanlara peygamberlerin gönderilmesi ile imtihan sahası açılmıştır. Bu imtihan neticesinde insanların güneşleri, ayları, yıldızları ortaya çıkmıştır. Milyonlarla evliya, asfiya ve salih insanlar yetişmiştir. Buna karşılık kendi iradesini yanlış kullanarak değer ve kıymeti yönünden çürümüş çekirdek veya bozulmuş yumurta hükmünde olan, insanı insan yapan bütün manevi değerleri kaybedip zararlı hayvanlardan daha aşağıya düşmüş olan kâfirlerin ve münafıkların çokluğu ve cehenneme gitmesi, peygamberlerin gönderilmesini şer yapmaz.[45]
Sonuç olarak; gerek evreni araştıran fen ilimlerinin ortaya koyduklarından gerek gözlemlerimizden gerekse vicdan muhasebemiz neticesinde Allah’ın (c.c) eşyayı yaratmasında ve başa gelen olaylarda şerrin ve çirkinliğin olmadığını anlamaktayız. Allah (c.c) cüzi şerleri de büyük hayırlara vesile olması için yaratmıştır. Fakat bazı şeyler vardır ki zatı itibariyle güzeldir. Bazıları da vardır ki neticeleri itibariyle güzeldir. İnsan kendi hür iradesiyle hayır olarak yaratılan bu şeyleri bazen hakkında şerre çevirir. Bize şer gibi görünen şeylerin temelinde şer veya çirkinin ne olduğunu bilmememiz, olayları sadece görünen yönüyle değerlendirmemiz, hadiselerin merkezine kendimizi koymamız, olayların hikmetleri hakkındaki cehaletimiz ve tembelliğimiz gibi sebepler yatmaktadır.
[1] Bahattin Dartma, “Kur’ân ve Sünnet Bağlamında Avın Ekolojik Dengeye Olumsuz Etkisi Üzerine”, FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 4 (2014), 13-26.
[2] Dartma, “Kur’ân ve Sünnet Bağlamında Avın Ekolojik Dengeye Olumsuz Etkisi Üzerine”, 13-26.
[3]Sad, 38/27.
[4] Târık, 86/6.
[5] Rahmân, 55/ 7.
[6] Kamer, 54/ 49.
[7] Fatih Özgökman, “Anthropic Princip”, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1/1 (2012), 89.
[9] Hugh Ross, “Cosmoc and the creator”, (1993), 112.
[10] İsmail Kocaçalışkan, “Oksijen Dengesi”, Zafer Dergisi, Sayı: 421 (Ocak 2012),
[11] NASA. “2012: Fear No Supernova”. Aug 7, 2017
[12] Michael S. Turner, “Dark Matter and Dark Energy in the Universe”. Particle Physics and the Universe, pp. (2001), 210-220.
[13] Yusuf Cem Durakcan, “Dünya'nın Yörüngesi Değişirse Ne Olur?”, Bilim Fili, (Mart 2016), ; Howell, Elizabeth, "How Mighty Jupiter Could Have Changed Earth's Habitability." Astrobiology Magazine. (April 2014), 10.
[14] Şahin, Hüseyin, “Anthropic Principle and Fine Tuning Argument of Modern Evidences about the Existence of God”, Artuklu Akademi, 2/1 (2014), 57-81.
[15] Zehra Deniz Yakıncı, “Elektromanyetik Alanın İnsan Sağlığı Üzerindeki Etkileri”, İnönü Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Dergisi, 4/2 (2016), 44-54.
[16] İsmail Kocaçalışkan, “Risale-i Nur’un Yaklaşımı ile Çevresel Farkındalık”, Katre Uluslararası İnsan Araştırmaları Dergisi, Sayı: 3 (2017), 113-125.
[17] Rebecca Boyle. “Why Earth’s Cracked Crust May Be Essential for Life”, Quanta Magazine. June 7, 2018
[18] Dev Lunawat. “What If We Had Twice The Amount Of Oxygen We Have Now?”, ScienceABC, January 2020.
[19] Tkemaladze, G.Sh.; Makhashvili, K.A. “Climate Changes and Photosynthesis”, Annals of Agrarian Science 14/2 (May 2016), 119-126.
[20] Ross, H. 1995, The Creator and the Cosmos. NavPress, Colorado Springs, CO, chapters 14 and 15.
[21] Arbuthnot, John. “An essay concerning the effects of air on human bodies: By John Arbuthnot”, London: printed for J. Tonson, 1733, 1667-1735.
[22] du Noüy, Pierre Lecomte, "An Interfacial Tensiometer for Universal Use", The Journal of General Physiology, 7/5 (1925), 625–633.
[23]Secde, 32/7.
[24] Mülk, 67/3-4.
[25]Bediüzzaman (Said Nursi), Şualar-1, (İstanbul: Altınbaşak Neşriyat Osmanlıca Nüsha, 2008), 206.
[26] Bediüzzaman (Said Nursi), Zülfikar, (İstanbul: Atınbaşak Neşriyat Osmanlıca Nüsha, 2011), 25.
[27] Yunus, 10/44.
[28] Mustafa Çağrıcı, "Felsefe ve Ahlak", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2010), 38: 542-544.
[29] Bediüzzaman (Said Nursi), Sözler, (İstanbul: Altınbaşak Neşriyat.(Osmanlıca Nüsha), 2010), 90.
[30]Bakara, 2/216.
[31]Bunun için bkz: Bakara, 2/168-169, ; Âl-i İmrân, 3/114.
[32]Bediüzzaman, (Said Nursi), Mektubat-1, (İstanbul: Altınbaşak Neşriyat Osmanlıca Nüsha, 2013), 31.
[33] Zariyat, 51/56.
[34] Bakara,2/34.
[35] Araf,7/12.
[36] Araf,7/13.
[37] Araf, 7/14,15,16,17,18.
[38] Bunun için Bkz: İsrâ, 17/70.
[39] Bediüzzaman (Said Nursi), Sözler, (İstanbul: Altınbaşak Neşriyat. (Osmanlıca Nüsha), 2010), 90.
[40] Bediüzzaman, Sözler, 91.
[41] Bediüzzaman, Sözler, 91.
[42] Ala, 87/16,17.
[43] Buhârî, “Cihad”, 110.
[44] Enfal, 8/67.
[45] Bediüzzaman, Mektubat-1, 32.