TEVEKKÜL-TEMBELLİK
KUR’AN VE SÜNNETTE TEVEKKÜL
Sözlükte; “Allah’a güvenmek” anlamındaki “vekl” kökünden türeyen tevekkül; “birinin işini üstüne alma, birine güvence verme; birine işini havale etme, ona güvenme” manasına gelir. Birine güvenip dayanan kimseye mütevekkil, güvenilene vekîl denir.[1] Tevekkül ıstılahta ise; “bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi, rızkında ve işlerinde Allah’ı kefil bilip sadece O’na güvenmesi” şeklinde tanımlanmaktadır.[2] Tevekkül, imanın ve Müslümanlığın olgunluğunu gösteren alametler arasında en önemli maddelerdendir. Güçlü bir tevekkül anlayışı sağlam iman ile doğru orantılıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde tevekkül, müminlere ait temel bir sıfat şeklinde ele alınıp mütevekkillerden övgüyle söz edildiğinden İslâm’ın ana ilkeleri arasında kabul edilmiştir. Örneğin; Mûsâ asm’ın kavmine; “Ey kavmim! Eğer hakikaten Allah’a ﷻ iman ettiyseniz ve gerçekten O’na teslim olduysanız, o halde yalnızca O’na dayanıp güvenin” diye öğüt vermesi söylenmiştir.[3] Anlaşılacağı üzere Allah ﷻ tevekkülü, hakikaten iman eden ve ona teslim olan kimselerin yapması gereken bir ahlak olarak vasıflandırmıştır. Cenab-ı Hak ﷻ müminlerin özelliklerini sayarken “Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.”[4] diyerek tevekkülün müminin vasıflarından birisi olduğunu açıkça ifade etmektedir.
Cenab-ı Hak ﷻ diğer bazı ayetlerde de şöyle buyurmuştur; “İşte Allah'dan bir rahmet iledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Hâlbuki kaba, katı kalpli olsaydın, elbette (onlar) etrafından dağılırlardı. Artık onları affet, onlar için mağfiret dile ve (hakkında vahiy gelmeyen bir) iş husûsunda onlarla istişâre et! Fakat (bir görüşte)karar kıldığında, artık (işe giriş ve) Allah'a tevekkül et! Muhakkak ki Allah, tevekkül edenleri sever.”[5] ve “Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa (Allah) o kimseye bir kurtuluş yolu sağlar, onu ummadığı bir yerden rızıklandırır. Kim Allah'a tevekkül ederse, Allah ona yeter...[6]
“Bir adam, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Devemi bağlayıp da mı Allah’a tevekkül edeyim, yoksa bağlamadan mı tevekkül edeyim?’ diye sordu. Resûlullah ﷺ, ‘Önce onu bağla, sonra Allah’a tevekkül et!’ buyurdu.”[7] Başka bir hadise ise şöyledir; Bir defasında Peygamber ﷺ, iki kişi arasında hüküm vermişti de bunlardan aleyhine hüküm verilen adam dönüp giderken, “Allah bana yeter. O, ne güzel bir vekildir.” dedi. (Bunu duyan) Hz. Peygamberimiz ﷺ de ona, “Allah, ihmalkârlık ve gevşeklikten hoşlanmaz. Senin akıllı davranman gerekir. Artık yapabileceğin bir şey kalmadığı zaman, "Bana Allah yeter. O, ne güzel bir vekildir." de!” şeklinde tavsiyede bulunmuştu.[8]
BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNE GÖRE TEVEKKÜL VE TEMBELLİK
Bediüzzaman Hazretlerine göre tevekkül, sebepleri bütün bütün reddetmek değildir. Bilakis tevekkül, sebepleri Allah’ın kudretinin bir perdesi olarak kabul edip riayet etmek ile gerçekleşmelidir. Zira sebeplere başvurmak bir çeşit fiili dua hükmüne geçmektedir. Müsebbebatı yani sebeplerin neticesini ise sadece Allah’tan istemek, neticeleri ondan bilmek ve ona minnetdar olmak gerekmektedir.[9]
Sebepleri yok saymak ve riayet etmemek doğru değildir. Gereken sebeplere ve tedbirlere uymamak Allah’ın ﷻ hikmet ve iradesiyle kâinatta koyduğu adetullah kanunlarına karşı çıkmak anlamına gelmektedir. Sebepler dairesinde yapılan tevekkül ise bir çeşit tembellik ve atalettir.[10] Bir diğer cümle ile herhangi bir işin neticeye ulaşması için gereken ön şartlarda tevekkül etmek tembelliktir. Bu ön şartları yerine getirdikten sonra neticeler noktasında yapılan tevekkül ise hakiki tevekküldür.[11]
Fahreddin Razi yukarıda zikredilen ayette istişare ve tevekkülün beraber emredilmesinin tevekkülde sebeplere uymak gerektiğine delalet ettiğini ifade etmiştir. Eğer Allah ﷻ bazı cahillerin söylediği gibi insanların yaptığı ihmalleri, tembellikleri tevekkül olarak kastetmiş olsaydı istişareyi emrettikten sonra tevekkülü emretmesi ters bir hal olurdu. Çünkü kişi tevekkül edecekse neden istişare etmeye gerek duymalıdır ki. Buradan hareketle Razi tevekkülü şöyle tanımlamıştır; “Bilâkis tevekkül, insanın zahirî sebepleri görüp gözetmesi; ve fakat bununla beraber o sebeplere kalbiyle istinâd etmeyip, aksine Hakk'ın hıfz u emânına, himayesine dayanmasıdır.”[12]
Bediüzzaman Said Nursi’ye göre eskiden zengin olan İslam devletinin ve Müslüman halklarının fakirleşmesinin en temel sebeplerinden birisi yukarıda ifade edilen yanlış tevekkül anlayışıdır.[13] Yanlış Tevekkül telakkisi çalışma ve gayret etmeye engel olmuştur. Tevekkül ve çalışmak arasındaki sıkı irtibatın doğru anlaşılamaması İslam dünyası için çeşitli sorunlara sebep olmuştur ve günümüzdeki fakirliğin bir sebebi de budur. Kenara çekilerek çalışmayı, gayret etmeyi, koşuşturmayı, sebeplere uymayı terk edip “Allah bana yeter” demek eksik bir söylemdir.
DOĞRU TEVEKKÜL ANLAYIŞINA BİR ÖRNEK; HİCRET
Muhakkak ki her konuda olduğu gibi tevekkül hasletinde de bize en iyi örnek olacak Hz. Muhammed’in ﷺ şu kıssası yukarıdaki anlatılan doğru tevekkülü bize tefsir etmektedir.
Sevgili Peygamberimiz ﷺ, hicret emrini aldıktan sonra en sadık dostu Hz. Ebubekir-i Sıddık’ın (r.a) yanına gitmiş ve beraberce yola koyulmuşlardı. Bu esnada müşrikler, onların yokluğunu fark etmiş, derhal onları aramaya başlamışlardı. Sevgili Peygamberimiz ﷺ tehlikeyi tahmin etmiş olmalı ki tedbir amacıyla gece yolculuğunu tercih etmişti. Buna ek olarak müşrikleri şaşırtmak ve yakalanmamak için bilinen ve sıkça kullanılan bir yola bedel Medine’nin tam ters istikametinde bulunan Sevr Dağı üzerinden yola koyulmuşlardı. Sevgili Peygamberimiz ﷺ üçüncü bir tedbir olarak ise müşriklerden saklanmak gayesiyle Sevr Dağı’nda bir mağarada birkaç gün konaklamışlardı. Bu gibi tedbirlerin yanında Peygamberimiz, Abdullah b. Ebubekir’den, sabah halk arasında dolaşıp akşam haberleri mağaraya getirmesini istemesi, bir kadın olduğu için dikkat çekmesi hayli zor olan Hz. Esma’nın akşam yemek getirmesi için görevlendirilmesi, sabah namazından sonrada Ebubekir r.a'ın azatlı kölesinin ayak izlerin silinmesi içi koyunları oradan geçirilmesi gibi tedbirler almıştı. Buna rağmen kafirler onların izini bulmuş, mağaranın önüne kadar gelmişlerdi. Hz. Ebubekir (r.a) bu esnada onların ayaklarını görmüş ve “Ayaklarının dibine bakacak olsalar kesin bizi görecekler” diyerek içinde bulunduğu endişeyi dile getirmişti. Bunun üzerine Rasul-ü Ekrem ﷺ, bundan sonra “yar-ı ğar” olarak da anılacak olan sevgili arkadaşı Hz. Ebubekir’e (r.a); “Üçüncüsü Allah olan iki kişiye sen ne olacağını zannediyorsun” [14] ve “Üzülme! Çünkü Allah bizimle beraberdir”[15] diyerek hem onu teselli etmiş hem de sarsılmaz, kuvvetli imanı ile tevekkülünü göstermişti. Bunun üzerine “Resul-i Ekrem’in ﷺ, Ebu Bekri's-Sıddık (r.a) ile, küffârın takibinden kurtulmak için sığındıkları mağaranın kapısında, iki nöbetçi gibi, iki güvercin gelip beklemiş ve örümcek dahi, perdedar gibi, harika bir tarzda, kalın bir ağla mağara kapısını örtmüştür. Hatta Kureyş’in reislerinden Resul-i Ekrem’in ﷺ eliyle Bedir Savaşı’nda öldürülen Übeyy b. Halef mağaraya bakmış. Arkadaşları demişler: "Mağaraya girelim." O da "Nasıl girelim? Burada bir ağ görüyorum ki, Hazret-i Muhammed henüz doğmadan bu ağ yapılmış gibidir. Bu iki güvercin işte orada duruyor. Mağarada bir kimse olsa orada dururlar mı?"[16] cevabını vermiştir. Yüce Allah ﷻ, bu hadise de Habibi’nin üzerine bir güven, huzur ve itmi’nan indirdiğini ve görünmez ordularıyla onlara yardım ettiğini bizlere bildirmektedir.[17]
Göründüğü gibi Sevgili Peygamberimiz ﷺ gece yolculuğunu tercih etmesi, Medine’ye tam ters bir istikametten yola koyulması ve Hira Mağara’sında birkaç gün konaklayarak müşrikleri şaşırtması, koyunlara ayak izlerini sildirmesi, halkın içerisinden haber alması, yemek getirmesi için Hz. Esma’yı seçmesi gibi tüm tedbirleri almış daha sonra Rabbine kuvvetli bir inanç ile tevekkül etmiştir. Kendisi bir peygamber olmasına rağmen ve وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۜ yani “Allah , seni insanlardan muhâfaza edecektir.” ayetinde ifade edildiği gibi İlahi bir koruma altında olmasına rağmen tedbirlerde gevşeklik göstermemiş, sebepler dairesinde hareket ederek tevekkül etmiştir.
TEVEKKÜLÜN ÖNEMİ
Bediüzzaman Said Nursi’ye göre insan Cenâb-ı Hakk’ı ﷻ tanımazsa ve ona tevekkül etmezse gayet derecede âciz ve zayıf, sonsuz derecede muhtaç ve fakir, hadsiz musibetlere ma‘rûz, elemli ve kederli bir hale giriftar olur.[18] Eğer insan Allah’a dayanıp tevekkül etmezse vicdanı daima azap içinde kalır. Meşakkatler, elemler, hüzünler onu boğar. [19]
Bediüzzaman Hazretleri tevekkülün önemini, rahatlığını, bizi büyük sıkıntı ve kederlerden kurtardığını akıllarımıza yaklaştırmak amacıyla şöyle bir hikâye anlatmaktadır;
“Tevekkül eden ve etmeyenin misâlleri, şu hikâyeye benzer: Vaktiyle iki adam hem bellerine hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye (gemiye) bir bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup nezâret eder. Diğeri hem ahmak hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor. Ona denildi: “Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.” O dedi: “Yok, ben bırakmayacağım. Belki zâyi’ olur. Ben kuvvetliyim. Malımı belimde ve başımda muhafaza edeceğim.” Yine ona denildi: “Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefîne-i sultaniye daha kuvvetlidir. Daha ziyâde iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat (güç) getiremeyecek. Kaptan dahi eğer seni bu halde görse, ya ‘Dîvânedir’ diye seni tard edecek(kovacak). Ya ‘Hâindir, gemimizi itham ediyor. Bizimle istihzâ (alay) ediyor. Hapsedilsin diye emredecektir. Hem herkese maskara olursun. Çünkü ehl-i dikkat nazarında zaafı gösteren tekebbürün ile, aczi gösteren gururun ile, riyâyı ve zilleti gösteren tasannuun (yapmacık davranış) ile kendini halka mudhike (gülünç) yaptın. Herkes sana gülüyor” denildikten sonra, o bîçârenin aklı başına geldi. Yükünü yere koydu. Üstünde oturdu. “Oh! Allah senden râzı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum” dedi. İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinâtın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfurûşluktan (kendini beğendirme gayreti) ve maskaralıktan ve şekāvet-i uhreviyeden (ahiretteki mutsuzluk) ve tazyîkāt-ı dünyeviye (dünyadaki sıkıntılar) hapsinden kurtulasın.”[20]
ÖZETLE
Gerekli tedbirleri ve ön şartları yerine getirip sonucu Allah’a ﷻ havale etmek gerçek tevekküldür. Maddi ve manevi sebeplerin hepsine başvurduktan sonra Allah’a ﷻ güvenip, dayanmaktır tevekkül. Aksi takdirde şart ve sebeplere uymadan yapılan tevekkül bir tembelliktir. Örneğin bir kimsenin sınavlarına çalışmayıp iyi bir sonuç almak için Allah’a ﷻ güvenmesi; hiçbir iş yapmadan ev, araba sahibi olmak için Allah’a ﷻ dayanması; kişinin üzerine düşenleri yapmadan kadere rıza gösterdiğini ve teslimiyet içerisinde olduğunu ifade etmesi tembelliktir, sorumluluktan kaçmaktır. Bu ise adetullah kanunlarına uymamak ve neticede başarısız olmak demektir.
Bu konuyu Hz. Ömer’in şu ibretlik kıssası ile bitirelim;
Bir gün Hz. Ömer, Yemen halkından (boş gezen) bazı insanlarla karşılaştı. Onlara, “Siz kimsiniz?” diye sordu. Onlar da “Biz tevekkül edenler (mütevekkiller)iz.” dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer onlara, “Aksine siz hazır yiyiciler (müteekkiller)siniz. (Gerçek anlamda) Tevekkül eden, tohumunu yere atıp (sonra) Allah"a tevekkül edendir.” dedi.[21]
ABDULKADİR ERTAŞ
[1] Mustafa Çağrıcı, Tevekkül ,"DİA", İstanbul 2012, c.41, s.1-2
[2] İsfahanî, Râgıb, el-Müfredât fî ġarîbi’l-Kurʾân, Dâru'l Kalem, Beyrut 1992, s.
[3] Yunus,84
[4] Enfal,2
[5] Âl-i İmran, 159
[6] Talak, 3.
[7] Tirmizi, Sıfatü’l-kıyâme, 60
[8] Ebu Davud, Kada’, Akdiye, 28
[9] Said Nursi; Sözler, s.106
[10] Nursi; İşaret’ül İ’caz, s. 18
[11] Nursi; Mektubat-2, s.505
[12] Fahreddin Razi, Mefatih’ul Gayb,
[13] Nursi; Mektubat-2, s.398
[14] Buhari, Fedailü Ashâbi’n Nebî, 2 ; Müslim, Zühd, 75
[15] Tevbe,40
[16] Nursi, Zülfikar, s.281
[17] Tevbe,40
[18] Nursi; Şualar-1, s.174
[19] Nursi; Sözler, s.14
[20] Nursi; Sözler, s.106
[21] İbn Receb, Câmiu’l-ulûm, cilt, 1, s. 441