Gelişi ile müşerref ve mesrur olduğumuz Ramazan ayı, adeta on bir ayın sultanı hükmünde olan; en kıymetli, en faziletli, en çok sevap kazandıran ve âhirete manevî mahsuller yetiştirmek için en bereketli bir zamandır.
O kadar münbit bir zemindir ki her bir iyilik ve haseneye ya da her bir Kur’ân harfine sair vakitlerde on sevap yazılırken Ramazan’ın gündüz ve gecelerinde en az bire bin sevap verilmekte, hususen Kadir Gecesi olan yirmi yedinci gecesinde bire otuz bine kadar çıkmaktadır.
Kadir Gecesinin bin aydan yani 83 seneden daha hayırlı olduğunu bize Kur’ân bildirmektedir.(1) Ramazan ayını diğer aylardan bu derece üstün ve faziletli kılan, Rabbimizin ezelî kelâmı olan Kur’ân-ı Azim-üşşan’ın o ayda nazil olmasıdır. Kur’ân-ı Kerîm bize Ramazan ayını tarif ederken, “Ramazan ayı ki Kur’ân o ayda nazil olmuştur”(2) buyurmaktadır.
Tefsirlerin beyanına göre; Kur’ân-ı Muciz’ül Beyan, Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi olan Kadir Gecesinde, dünya semasındaki Beyt-ül İzzet’e Cebrail (as) tarafından, toptan indirilerek Sefere adındaki meleklere yazdırılmıştır. Daha sonra oradan, peyderpey, ihtiyaca göre indirilmiştir. Birinci, toptan indirilişe inzal; sonraki âyet âyet inişlere de tenzil adı verilmektedir. Ayrıca Kur’ân âyetlerinin en çok nazil olduğu ay da Ramazan ayı olmuş ve her Ramazanda, Peygamber Efendimiz (sav) o zamana kadar nâzil olan âyetleri Cebrail (asm)’a arz ederek okumuş ve son Ramazan’da da tamamını iki defa arz etmiştir.
Cenab-ı Hakk’ın Kelâm sıfatının en büyük tecellisi olan ve ism-i a’zamdan ve her ismin en azami mertebesinin tecellisi olarak gelen ve Âlemlerin Rabbi ismiyle konuştuğu yüce Kur’ân’ın, kâinatın ve âhiret âlemlerinin mukaddes bir haritası olmak, Rabbimizi bize tanıtan en büyük ve emsalsiz bir mârifetullah kitabı olmak, kainatın bütün gizli sırlarını açmak, eşref-i mahlukat olan insana iki cihan saadetinin yollarını göstermek ve İslâm dininin esaslarını beyan etmek gibi çok yüce ve çok seçkin sıfatları vardır.
Elbette böyle bir kelâmın nüzul zamanı olan Ramazan ayı da onunla şereflenmiş, diğer aylardan üstün bir mevki kazanarak Cenâb-ı Hak o ayı manevî bir bayram ilan etmiş, insanlara orucu emretmiş ve o ayda yapılan hayırlara bin kat sevap vermiştir. Mesela Ramazan boyunca bir Kur’ân hatimi okuyan kişi bin hatim yapmış gibi sevap kazanır. Acaba ömrü boyunca bin defa Kur’ân hatmetmeye kaç insan muvafık olabilir? Bu elbette, Kur’ân okumayı bilen hiçbir müslümanın kaçırmaması gereken en büyük ve en azametli bir kazançtır.
RAMAZAN AYI VE ORUÇ
Ramazan ayının Kur’ân ayı olması yanında çok önemli bir hususiyeti de insan nefsinin en mühim bir terbiye vasıtası olan orucun bu ayda farz kılınmış olmasıdır. Yani Ramazan, hem Kur’ân, hem oruç ayıdır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, orucun diğer aylarda değil de Ramazanda farz kılınmasının hikmetini şu mealde izah eder: Kur’ân’ın en mühim nüzul zamanı olan Ramazan’da, Kur’ânı yeni nâzil oluyormuş gibi dinlemeye hazır bir hale gelmek için yemek içmek gibi hayvanî iştahlardan sıyrılıp bir nevi melekleşerek o ayı en güzel bir şekilde ve en iyi bir ruh hali ile yaşamak ve böylelikle Kur’ân’dan en güzel bir şekilde istifade etmek için oruç emredilmiştir. Hadis-i Şerifte beyan edilen; Kur’ân’ı, ya Cenab-ı Hak’tan dinler gibi veya Cebrail (asm)’dan veya Hazreti Peygamber (sav)’den dinler gibi en kudsi duygular içerisinde dinlemeyi temin etmektir.
Kur’ân-ı Kerim’de, “Oruç sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.”(3) buyurulmaktadır. Namaz gibi bütün ümmetlere farz kılınan oruç ibadetinin elbette çok büyük hikmet ve faydaları ve faziletleri vardır. Pek çok hadis-i şeriflerle bunlara işaret edilmiştir. İmam-ı Gazali Hazretleri (ra) İhya isimli eserinde, Peygamber Efendimiz (sav)’in “Oruç sabrın yarısıdır.” Ve “Sabır imanın yarısıdır.” hadis-i şeriflerinden yola çıkarak “Oruç imanın dörtte biridir.”(4) demekle orucun pek büyük ehemmiyetine işaret eder. Meşhur bir hadis-i şerifte “İman kırk küsur şubedir.” buyurulduğunu hatırlarsak orucun dinimizdeki pek mühim mevkiini görürüz.
RAMAZAN ORUCUNUN HİKMETLERİ
İslâmiyetin en büyük şeairlerinden yani alâmetlerinden biri olan Ramazan orucunun pek çok hikmetlerinden dokuzunu Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Ramazan Risalesinde izah eder. Makam münasebetiyle orada zikredilen dokuz hikmeti kısaca özetleyerek buraya alıyoruz.
1- Rabbimizi ve o’nun kulu olduğumuzu hatırlatması: Gaflet sebebiyle hadsiz nimetlerle rızıklandırıldığını ve Rabbi tarafından terbiye olunduğunu unutan insan, iftar sofrasında beklerken ezan ile gelen “Buyurunuz!” ilahi emriyle o nimetlerin kimin olduğunu ve kendisini nimetlerle terbiye eden Rabbini ve O’nun kulu olduğunu o halin ikazıyla hatırlar.
2- Nimetlere şükretmeyi öğretmesi: İnsanda şükür ve minnetdarlık duygularını ortaya çıkaran üç şeydir. Birincisi nimetin kıymetini; ikincisi o nimete olan ihtiyacını bilmek; üçüncüsü o nimetlerin başkası tarafından verildiğini görmektir. Orucun verdiği açlık ile kuru bir ekmeğin dahi ne kadar kıymetli olduğunu ve ona ne kadar muhtaç olduğunu ve yemesinin yasaklanıp izne tabi olması ile de o nimetler kendisinin değil Allah’tan birer ihsan olduğunu hissederek hakiki şükrün anahtarını elde eder.
3- Fakir ve aç insanlara karşı şefkat ve yardımı öğretmesi: Açlık ve fakirlik bilmeyen insanlar, açlığın ne demek olduğunu tatmazlarsa fakirlere gereği gibi şefkat ve yardım edemezler. Ramazan ayında en zengin insanların bile tatmak zorunda kaldıkları açlık, fakirlerin acınacak acı hallerini bizzat anlamalarını sağlar. Bu da zengin tabakanın fakirlerin imdadına daha bir şefkatle koşmalarını temin eder.
4- Nefsin serbestlik duygularını kırması: Nefis daima Allah’ın yardımına ve ihsanına yani O’na bağlı bir kul olmaya muhtaç olduğu halde bağımsız ve hür olmayı ister ve O’nun kulu olduğunu hatırlamak istemez. Oruç vasıtasıyla anlar ki kendisi hiçbir şeyin hiçbir nimetin hatta kendinin dahi maliki değildir. Bilakis Allah’ın mülküdür ve kuludur. Allah izin vermezse ne yiyebilir, ne içebilir. En sıradan bir işi bile müsaadesiz yapamaz, elini suya uzatamaz.
5- İnsana güzel ahlâklar kazandırması: Gafletle aczini ve fakrını unutan, hata ve kusurlarını görmek istemeyen her an ölüp dağılıverecek bir vücudu olduğunu fark edemeyen insan, Rabbini de âhiretini de gereği gibi düşünemez ve bu sebeble kötü ahlâklar içerisine yuvarlanır. Fakat açlık vasıtasıyla âcizliğini ve fakirliğini fark ederek bütün bu gafletlerden sıyrılan insan, Rabbini hatırlar ve âhiretini düşünür ve onu kazanabilmek için kötü ahlâklardan kaçar ve güzel ahlâkları elde eder.
6- İnsanı Kur’ân’dan azamî istifâdeye hazırlaması: Ramazan, Kur’ân ayı olduğu için ve Kur’ân’ın en mühim nüzul zamanı olduğundan, oruç vasıtasıyla o aya en uygun melek gibi bir vaziyet alarak Kur’ân’dan en fazla istifade etmenin kapılarını açar.
7- Çok büyük uhrevi kârlar kazandırması: Ramazan Kur’ân ayı olduğundan adeta ilâhî bir bayram hükmünde olması sebebiyle, rahmet-i ilâhiye tarafından her bir iyilik ve haseneye pek çok sevaplar verilir. Amellerin sevapları ondan bine; Kadir Gecesinde otuz bine kadar çıkar. Böyle büyük âhiret ticaretlerinin yapıldığı bir ayda, insan için en güzel vaziyet, oruçla nefsani zevklerden uzaklaşarak bir cihette melekleşip uhrevi bir adam halini almaktır. Orucun kazandırdığı ulvî, kudsî duygularla en büyük ve ebedî kazançlar bu ayda elde edilebilir.
8- İnsan sağlığına hizmet etmesi: Nefsani arzulara tabi olarak rast gele yiyip içmek ve midesini gâyet düzensiz ve sık aralıklarla çalıştırmak tıbben pek çok hastalıkların sebebidir. Bir ay boyunca tutulan bir perhiz hükmünde olan oruçla midesini dinlendiren insan, beden sağlığı için mühim bir tedavi dönemine girmiş olur. Oruçla nefsini kontrol etmeye ve onun hevâî arzularını dinlememeye alışan bir kimse, başka zamanlarda da midesini sıhhate daha elverişli şekillerde kullanmaya muvaffak olur. Abur cuburdan ve vakitli vakitsiz yemekten kurtulur.
9- Nefsin firavunluğunu kırması: Nefis adeta firavun gibi Rabbini tanımak istemez. Kendini müstakil bir Rab gibi görür. Açlıktan başka hiçbir ceza nefisteki bu firavunluk hissini kıramaz. Nefsin firavunluk damarını kıracak ve rablik davasından vaz geçirecek tek ilacın açlık olduğunu beyan eden bir hadis-i şerifte Resul-ü Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: “Cenab-ı Hak nefse demiş ki: "Ben neyim, sen nesin?" Nefis demiş: "Ben benim, sen sensin!" Azab vermiş, Cehennem'e atmış, yine sormuş. Yine demiş: "Ene ene, ente ente." Hangi nevi azabı vermiş, enaniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş, yani aç bırakmış. Yine sormuş: "Men ene vema ente?" Nefis demiş: “Ente Rabbî’r Rahîm ve ene abduke’l âciz” Yani: “Sen benim Rabb-i Rahîm’imsin, ben senin âciz bir abdinim.” (5)
(1)Kadir Sûresi, 3
(2)Bakara, 185
(3)Bakara, 183
(4)İhya cilt1, 660
(5)Osmanlıca Mektubat, 248