Nasıl Takva Sahibi Olunur?

İmam Gazali (ra) Mükaşefetü'l-Kulub adlı eserinde, büyük ahlâk ve fıkıh âlimi Ebu Leys es-Semerkandî'den rivayetle takva (Allah korkusu ile günahlardan sakınmak) hakkında şunları anlatır:

Allah korkusunun, yedi alâmeti vardır:

1- Birinci alâmet dil'de belirir: Allah korkusu taşıyan kul dilini yalandan, dedikodudan, koğuculuktan, iftiradan ve boş konuşmaktan alıkor, bunlar yerine onu zikirle, Kur'an okumakla ve ilmî konuşmalarla meşgûl eder.

2- İkinci alâmet kalbde belirir: Allah korkusu taşıyan kul başkalarına karşı kalbinde düşmanlık, iftira ve kıskançlık barındırmaz. Çünkü kıskançlık iyilikleri mahveder. Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyurur:

"Ateş odunu nasıl yerse (yakarsa) kıskançlık da iyilikleri öyle yer."

Bilesin ki, kıskançlık, kalb hastalıklarının başlıcalarından biridir ve bu hastalıklar da ancak ilimle ve iyi ameller işleyerek tedavi edilebilir.

3- Üçüncü alâmet göz'de belirir: Allah korkusu taşıyan kul, haram olan hiç bir şeye bakmaz. Dünyaya aç ve muhteris gözlerle değil, ibret almak amacı ile bakar. Helâl olmayan şeylerden bakışlarını uzak tutar.

Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyurur: "Kim gözünü haramla doldurursa Allah da onun gözünü kıyamet günü ateşle doldurur."

4- Dördüncü alâmet karın'da belirir: Allah korkusu taşıyan kul, karnına haram lokma sokmaz, çünkü haram lokma yemek ağır günahlardan biridir.

5- Beşinci alâmet eller'de belirir: Allah korkusu taşıyan kimse, ellerini harama değil. Allah'ın rızasına uygun şeylere doğru uzatır. Nitekim Kâ'b'ul Ahbar'ın (R.A.) şöyle dediği rivayet edilir:

"Allahu Teala, her bir bölümü yetmiş bin gözlü yetmiş bin bölümü olan yakuttan yapılma bir köşk yaratmıştır. Kıyamet günü bu köşke ancak önlerine çıkan haram şeylerden Allah korkusu ile uzak duranlar girebileceklerdir."

6- Altıncı alâmet ayaklarda belirir: Allah korkusu taşıyan kimse, günah işlemeye değil, Allah'ın emrine uygun ve O'nun rızasını kazandıracak işlere doğru yürür, alimlerle ve iyi amel işleyenlerle buluşmak gayesi ile adım atar.

7- Yedinci alâmet Amel'de belirir: Allah korkusu taşıyan kimse ibadetini sırf Allah rızası için yapar, riyadan ve münafıklıktan kaçınır, böylelikle Allah'ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerden biri olur:

"Rabb'ının katında Ahiret, günahlardan korkanlar İçindir (Zuhruf, 35). Böyleleri için Allah (cc) başka bir ayette şöyle buyurur:

"Günahlardan sakınanlar, hiç şüphesiz, cennetlerde ve pınarlar(ın başların) dadırlar." (Zariyat, 15)

Başka bir âyette de şöyle buyuruluyor:

"Günahlardan sakınanlar cennet ve nimetler içindedirler." (Tur, 17)

Diğer bir âyette de şöyle buyurulur;

"Günahlardan sakınanlar emin bir makamdadırlar." (Duhan, 51)

Bu âyetlere bakınca Allahu Teala'nın neredeyse, "bu kimseler Kıyamet günü cehennemden kurtulurlar" diye buyurduğu görülür.

Müminin korku ile ümit arasında bulunması gerekir. Buna göre bir yandan ümit kesmeksizin Allah'ın rahmetini beklerken diğer yandan ibadet hali içinde çirkin hareketlerden vazgeçerek Allah'a tevbe eder.

Nitekim Allah (C.C.) şöyle buyurur:

"Sakın Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin." (Zümer, 53)

 

Şâmil İslam Ansiklopedisinden:

Takva, korkma, sakınma, Allah korkusuyla günahtan kaçınmakta, Allah'ın emir ve yasaklarına uymakta titizlik gösterme. Allah'ın himâyesine girmek, emrini tutup azabından korunma anlamında Kur'anî bir terimdir. Bu şekilde titiz davranan insana, "muttaki" denir. (Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât)

Kur'an'da takva üç mertebede ifade buyrulmuştur:

1- Ebedî olarak Cehennem azabında kalmamak için, imân edip şirkten korunmak. Bu hususla ilgili bir ayetin meâli şöyledir: "O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, câhilliyet taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi. Onları takvâ sözü üzerinde durdurdu. Zâten onlar buna pek lâyık kimselerdi. Allah her şeyi bilendir" (el-Fetih, 48/26).

2- Büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahları tekrar tekrar işlemekten uzak durmak ve farzları edâ etmek. Bu husustaki bir ayetin meâli de şöyledir: "O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve takva ile hareket edip (Allah'ın azabından) korunsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket (ve bolluk kapılarını) açardık. Fakat yalanladılar. Biz de kazanmakta oldukları kötülükler yüzünden onları yakalayıverdik" (el-A'raf, 7/96).

3- Bütün benliği ile Allah'a dönmek ve insanı Allah'tan alıkoyan her şeyden uzak durmak. Hakiki takva budur ve Kur'an'da, inanan insanlardan bu takvaya sahip olmaları istenmektedir: "Ey imân edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilden korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin" (Âli İmran, 3/102). Bu ayetin açıklaması mahiyetinde olan diğer bir ayetin meâli şöyledir: "O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun. Dinleyin, itâat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden kurtulursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir" (et-Teğabun, 64/16), (el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl ve Esrânu't-Te'vîl, Mısır, 1955, 1, 6).

Kur'an'da takvayı över mahiyette daha çok ayet vardır. Bunlardan bazılarının meâli şöyledir:

"Kim takva sahibi olur (Allah'tan korkar)sa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O kendisine yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur" (et-Talak, 65/2,3).

Hz. Muhammed (s.a.s) dualarında Yüce Allah'tan çeşitli nimetleri talep ederken, takvayı da istemiştir ve bu şekilde dua etmesiyle, takvanın önemine ifade etmiştir. (Muhammed b. Allan es-Sıddîkî, Delilu'l-Falihin li turuki Riyazi's-Salihin, Mısır 1971, I, 252).

İnsanlar, Hz. Âdem ve Havva'dan çoğalmaları veya her biri bir anne ve babadan doğmaları itibariyle yaratılışta eşittirler. Bu açıdan soy ve soplarıyla övünmeleri yersizdir. Çünkü gerçek ve yegâne üstünlük takva üstünlüğüdür. Kur'an bu takva üstünlüğünü şöyle ifade eder:

"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, takva bakımından en üstün olanınız (Allah'tan en çok korkanınız)dır. Şüphesiz Allah bilendir. her şeyden haberi olandır" (el-Hucurât, 49/13).

Hz. Muhammed (s.a.s) de veda hutbesinde aynı durumu şöyle izah etmiştir: "Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız birdir. Hepiniz Âdemdensiniz ve Âdem de topraktandır. Allah'ın yanında en üstün olanınız takvası en fazla olanınızdır. Araplarla Arap olmayanların birbirine karşı üstünlüğü ancak takva iledir" (Ahmed Zeki Safve, Cemheretu Hutebi'l-Arab, Mısır 1962, I, 157).

Başka bir hadiste de Resulullah (s.a.s): "Arabın Arab olmayana hiç bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir" (Ahmed b. Hanbel, V, 411) diyerek, bu hususu te'yid etmiştir.

Hz. Muhammed (s.a.s)'in takva hakkında söylediği diğer bazı hadisler de şöyledir:

"Allah'a karşı takva sahibi olmanızı tavsiye ederim" (Ebu Davûd, Sünen, 5; Tirmiz, İlim, 16; Ahmed b. Hanbel, II, 325).

"İnsanın Cennete girmesine en çok sebep olan şey, onun Allah'a karşı duyduğu takvasıdır" (Ahmed b. Hanbel, II, 392, 442).

Ebu Hureyre'nin naklettiğine göre Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: Birbirinize hased etmeyin. Kendiniz almak istemediğiniz halde diğerini zarara sokmak için bir malı medh edip fiyatını artırma yarışına kalkışmayın. Birbirinize buğz etmeyin. Birbirinize yüz çevirip arka dönmeyin. Sizden bazınız diğer bazınızın alış verişi üzerine alış verişe girişmesin. Ey Allah'ın kullan! Birbirinizle kardeşler olunuz. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Müslüman Müslüman'a zulmetmez. Yardıma muhtaç olduğu zaman da onu yalnız ve yardımcısız bırakmaz. Onu hor ve hakir görmez. Takva işte budur. "Resulullah (s.a.s) "takva işte budur." sözünü üç defâ tekrarlamış ve her seferinde de eli ile göğsüne işaret etmiştir (Müslim, Birr, 32; Tirmiz, Birr, 18; Ahmed b. Hanbel, II, 325).

Hz. Muhammed (s.a.s) burada takvanın çok geniş bir mana ifâde ettiğini ve bunun da kalbe dayanan manevî bir duygu ile olduğunu ifâde etmiştir.

Hz. Ömer (r.a) de takva için şöyle buyurmuştur: "Müminin keremi, takvasıdır" (Muvatta, Cihâd, 35).

Takva, Yüce Allah'ın inanan kulları için işâret buyurduğu bir toplanma ve yardımlaşma noktasıdır. Kur'an'da: İyilik ve takvada yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın" (el-Mâide, 5/2) diyerek, takvanın İslâm'daki yerini göstermiştir.

 

Risale-i Nur'dan:

Bugünlerde Kur'an-ı Hakîm'in nazarında imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i sâlih esaslarını düşündüm. Takva, menhiyattan (yasaklardan) ve günahlardan içtinab etmek (sakınmak); ve amel-i sâlih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def'-i şer, celb-i nef'a racih (şerleri def etmek, hayır işlemekten öncelikli) olmakla beraber; bu tahribat (manevi yıkım) ve sefahet (günahlar) ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan def'-i mefasid ve terk-i kebair (bozucu şeyleri def ve büyük günahları terk) üss-ül esas (ana temel) olup, büyük bir rüchaniyet kesbetmiş (üstünlük).

Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri (büyük günahları) işlemeyen, kurtulur.

Böyle kebair-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır. Hem az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait (şartlar) içinde çok hükmündedir.

Hem takva içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünki bir haramın terki vâcibdir (burada farz manasındadır). Bir vâcibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva, böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde (saldırısında) bir tek içtinab (sakınma), az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî ibadetten (yapmamakla işlenen ibadet) gelen ehemmiyetli a'mal-i sâlihadır (takva).

Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i sâlih işlemiş hükmündedir.