İNTİHAR, DİN VE İSLAM
Günümüz psikoloji incelemelerinde intihar bireyin duygusal, ruhsal ya da sosyal sebeplerin etkisiyle kendi hayatına son vermesi olarak tanımlanmaktadır.[1] Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her 40 saniyede bir kişi intihar etmekte, yılda ise ortalama 1 milyon insan intihar sebebiyle ölmektedir. İntihara yol açan sebeplerinin incelendiği araştırmalarda intihar sonucu ölenlerin %90 ında depresyon tespit edilmiştir. Depresyon sonucu intihar eden ve ölen vakalar arasında depresyon ilaç tedavisi görenlerin oranı %3 dür. Yani bu hastaların çoğu doktora başvurmamakta ve tedavi görmemektedir. [2]
Depresyon başlıca; yaşamı anlamsız görme, düşük sosyoekonomik düzey, duygusal ilişkiler, hastalıklara maruz kalma, ebeveyn- yakın akraba ve arkadaş ölümü, madde-alkol bağımlılığı, fiziksel ve cinsel istismara maruz kalma, gelecek kaygısı gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır.
Din, dindarlık, dini bağlılık gibi faktörlerin intihar davranışı üzerindeki etkileri konusunda, başta din psikolojisi ve din sosyolojisi alanlarında olmak üzere çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu çalışmalardan birisi S. Stack' aittir. Ona göre; Din, ahiret inancı gibi bazı dini inançlara bağlılık intihar riskini azaltabilir. Çünkü din insan hayatındaki gerilimleri ve sıkıntıları azaltan bir etkiye sahiptir. Ona göre dini bağlılığın kendi başına ve kendisinden dolayı ihtiharı engelleyici gücü bulunmaktadır.
Çok ilginç bir çalışmada B. Pescosolido tarafından yapılmıştır. Ona göre; Dini organizasyonlar, intihar eğilimlerini engelleyici birer sebeptir. "Bireyin yakın çevresinde ne kadar çok dindaşı bulunuyorsa, o kişi dini cemaatine o kadar çok dâhil olacak ve gördüğü cemaat desteği nedeniyle intihar riskine daha az maruz kalacaktır. Bu mekanizmaya cemaat-destek mekanizması denmektedir." Pescosolido'nun bu iddiaları, ABD verilerine dayanan birçok araştırmada test ve teyit edilmiştir.[3]
Hak din olan İslam'da ise bu oran çok daha düşük seviyelerdedir. Müslüman'lık ve intihar etme arasındaki ilişkinin ters yönlü bir seyir izlediği tespit edilmiştir. Müslüman nufüsün daha fazla olduğu ülkelerde intihar oranları daima Avrupa ülkelerinin ortalamasından düşüktür. Hatta çok dikkat çekicidir ki; eşit şartlar altında yaşayan aynı ülke vatandaşları arasında müslüman ve gayrimüslim halk arasında da oranlar, Müslümanlarda daha düşük çıkmıştır.[4]
Yapılan araştırmalar ve ortaya çıkan istatiksel veriler neticesinde dinin intiharı engellemesi noktasında bağımsız bir rol oynayabileceği İslamiyet örneği ile kanıtlamıştır. Buna örnek vermek gerekirse Avrupa İstatistik Kurumu’nun (Eurostat) 2016 yılı verilerine göre Avrupa'da en düşük intihar oranı Türkiye’dedir. 100 bin kişiye düşen intihar sayılarına bakıldığında Türkiye 34 ülke içinde 2,6 ile son sırada yer alıyor. Avrupa’da en yüksek intihar oranı 28,3 ile Litvanya’da. Bu ülkeyi Letonya (18,6) ve Slovenya (18,1) takip etmektedir. 100 bin kişiye düşen intihar sayısı Macaristan’da 17,1; Fransa’da 13,2; Almanya’da 11,3 ve İngiltere’de 7,2'dir Avrupa Birliği’ne üye 28 ülkenin ortalamasıise10,3'dür. Amerika Birleşik Devletlerinde ise intihar, 15-24 yaş grubu arasında kazalar ve cinayetlerin ardından üçüncü sırada ölüm nedeni olarak sayılmaktadır[5]
Müslüman depresyon hastaları üzerinde yapılan incelemeler, hastaların genel depresyon belirtilerinin batıda ki belirtiler ile benzer olmasına rağmen, intihar niyetleri ve düşünceleri gibi bulguların daha nadir olduğunu ortaya çıkartmaktadır.[6] Çünkü İslam Dini; yaşam motivasyonuna doğrudan katkı sağlamaktadır. Bunun diğer adı kuvve-i maneviyedir. İntiharla neticelenen depresyon hastalığına sebep olan temel bazı nedenlere karşı İslam İnanç ve anlayışının nasıl motivasyon kaynağı olduğuna ve bu sorunlara nasıl çözümler getirdiğine değinmeye çalışacağız.
İnsanların hastalık ve musibete uğramalarının sayısız hikmetleri ve meyveleri vardır. Örneğin hastalıklar ve musibetler günahların affedilmesine birer amildir. Bu manayı te'yid eden bir hadis şöyledir; "Mü'min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık bir üzüntü hatta bir ufak tasa isabet edecek olsa, Allah onun sebebiyle mü'minin günahından bir kısmını mağfiret buyurur."[7] Yine başka bir hadiste "Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer; imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker." buyrulmuştur.[8]
Hastalık ve musibetler kişiyi rahat ve gafletten uyandırmaktadır. Ölümü hatırlatma ve insanı daima müteyakkız tutmaktadır. Zamanı ve ibadeti kıymetlendirmektedir. Ömür dakikaları hastalık zamanında birer saat belki birer gün ibadet hükmüne geçebilir. Çünkü İbadet iki kısımdır. Biri müspet ibadettir ki namaz, oruç vb. malum ibadetlerdir. Diğeri menfi ibadettir ki; hastalık ve musibetler neticesinde kişi acz ve fakrını anlar, Rabbine iltica edip, yalvarır. Bu tür ibadet halistir, riya ve gösteriş karışmaz.
Böyle azim menfaatleri olan hastalık ve musibetler neticesinde şikâyet değil ancak şükür edilmelidir. Zaten şikayete de hakkımız yoktur. Çünkü hiçbir şeyin hakiki sahibi olmadığımız gibi vücudumuzun ve azalarımızın da hakiki sahibi değiliz. Öyle ise tasarruf hakkı bizde değil asıl sahibindedir. Bu hakikati fehmi yakınlaştırmbir misal verelim;
Meselâ gayet zengin, çok yetenekli bir san'atkâr, güzel san'atını, kıymetli servetini göstermek için, diktiği bir elbiseyi fakir bir adama bir ücrete mukabil, bir saatçik zamanda, mankenlik yapması için o fakire giydirir. Onun üstünde işler ve onu halden hale sokar. Sanatını göstermek için keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır. Acaba şu fakir adam, Ücretini aldığı halde o zata "Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla verdiğin vaziyetten bana sıkıntı veriyorsun" diyebilir mi? Hem elbise kendisinin olmadığı halde "Beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun" demeye hak kazanabilir mi? "Merhametsizlik, insafsızlık ettin" diyebilir mi?
NETİCE olarak şunu ifade etmeliyiz ki; hastalık ve musibetlerin perde arkasını görebilsek, bize kazandırdığı menfaatleri idrak edebilsek şikayet, isyan, intihar şöyle dursun belki Allah'a minnetle teşekkür edeceğiz.
Allah terbiye ve idarede eksiklikten münezzeh bir zattır. O mahlûkata karşı çok şefkatli ve ikram edicidir. Yeryüzünde kımıldayan tüm canlıların rızkı Allah’a aittir. [9] Tüm mahlûkatın rızıklarını hiç karıştırmadan, unutmadan, geciktirmeden; ihtiyaç anında herkese uygun maddeler ile göndermektedir. Muhakkak ki; Allah mahlûkat içerisinde intihap ettiği en şerefli zi hayat olan insanı da unutmayacaktır. Ancak rızık iki kısımdır;
1)Hakiki Rızık: Ayetle taahhüt altına alınan; hayatı koruyacak ve muhafaza edecek kadar olan rızıktır. Dolayısıyla hiçbir kimse rızıksız kalmayacaktır. Rızkı muhakkak her canlıya gidecektir. Peki ya gazetelerde okuduğumuz ve haberlerde izlediğimiz bu sebepden kaynaklanan ölümler nasıl gerçekleşmektedir? Yukarıda zikrettiğimiz gibi rızık taahhüt altına alınmıştır ve rızıksızlıktan ölmek durumu yoktur. Çünkü hücrelerimizde ve bedenlerimizde iç yağ suretinde depolanan rızık bir insana dışarıdan bir gıda almasa dahi kırk gün yetmektedir. İnsan vucudu konulan bu sistemi; beslenme şekli ile bozunca, ihtiyaç anında sarf edilmek üzere bekleyen bu rızkı kullanamadığından, açlık zamanında fıtratındaki bu sistemi aktive edemeyerek ölüme gidebilmektedir. Öyleyse rızıksızlıktan değil; kötü alışkanlık ve adetlerini tek etmeleri sebebiyle ölmektedirler.
2) Mecazi Rızık: Aslında mecazi olup alışkanlık, israf, görenek belası gibi sebeplerden insanda bağımlılık yapan ve zaruret hükmüne geçen rızıktır. Bu kısım taahhüd altında değildir. İhsana tabidir. Cenab-ı Hak onlarca ayette rızkı dilediğine açıp yayacağını dilediğine de kısıp daraltacağını ifade etmiştir.[10] Zira O bazen de kulları arasında kömür ile elması ayırmak için imtihan eder. Bu durum ayette "Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! " şeklinde dile getirilmiştir. Bir çok ayette de görüldüğü gibi rızkın mutlak kesilmesi söz konusu değil. Ancak bazen sabır ve imtihan sırları gereği genişler ve daralır.
Bu kısım rızıkta sıkıntı çekmemek ise iktisad ve kanaatledir. Binaenaleyh insan helal yoldan çalışmayı, emek göstermeyi ibadet ve dua hükmünde kabul etmeli ve Allah'ın verdiğine şükretmelidir. Eğer her türlü bela ve sıkıntının sebebi olan israf yahut hırs gösterir ve helal yoldan çalışmayı terk ederse her kapıya başvurmak zorunda kalır. Hayatını tembel, zalim ve müştekiyane olarak geçirir, belki öldürür.
Allah için - Allah hesabına olmayan muhabbet ve aşklar, yanlış ve boştur. Belki sahibine azap ve acı vermekten başka hiçbir faydası yoktur. Allah insana sevmek kabiliyetini kendi isim ve sıfatlarını sevdirmek için vermiştir.
Muhabbet duygusu ihtiyari değildir. Kişi bile, isteye bu duyguya kapılmaz. Ancak ihtiyar ile bir mahbuptan başka bir mahbuba yüzü döndürülebilir. Bu ise iki yolla mümkündür. Ya mecazi sevilen kişinin çirkinliğinin gösterilmesi veya asıl muhabbete layık olan hakiki mahbuba perde veya ayna olduğunun anlaşılması ile mümkündür.
Kişi kendi hayatını, anne-babasını, eşini, akrabasını, komşularını sever. Bu sevgi nasıl Allah hesabına olur?
Mesela kişi eşini yüz güzelliği ve görünüşü için sevse mecazidir, Allah hesabına değildir. Ancak o eşini Rahmet-i İlahiyenin sevimli, şirin, latif bir hediyesi olarak sevse mecazi sevgiden hakiki sevgiye inkılap eder. Bir kadının en tatlı güzelliği ahlakının güzelliğidir. En kıymetli cemali nurani şefkatidir. [11]
Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır[12]. Öyleyse depresyona, belki intihara sebep olan bu derdin çaresi muhabbeti doğru anlamak, O'nun hesabına işletmek ve O'na tevcih etmek iledir.
Edebiyatın mühim dehalarında birisi olan Tolstoy hayatının önemli bir kısmını ateist olarak geçirir. Ancak karşılaştığı bazı olumsuz vakalar neticesinde hayatın amacını sorgulamaya başlar. Bu soruların cevabını bulmak için bilim ve felsefeyle ilgilenmesine rağmen asla cevap bulamayan Tolstoy neticede depresyona girer ve intiharın eşiğine gelir. Üç yıl süren bu depresyon süreci Allah'a inanmakla nihayete erer.
Gerçek huzur ancak O'na iman ile kazanılır. "Nerden geldik?", "Neden geldik?", "Nereye gidiyoruz?", "Bizi buraya Kim gönderdi" gibi felsefe ve bilimin cevaplamakta aciz kaldığı tüm sorular iman ile anlaşılır. Hayatın tüm muamması iman ile anlaşılır. Hayatta karşılaşılan tüm olumsuzluklara iman ile mukabele edilebilir. Ölüm, musibet, hastalık, zulüm gibi zorluklara bir yaşama gayesi ile dayanılabilir. Örneğin savaş ve sömürü sebebiyle zulme maruz kalan binlerce insan kendilerini gören, duyan ve yaşadıklarından haberdar olan bir zatın varlığıyla teskin olabilirler. Bu yaşadıklarına mukabil mükâfat verecek ve zalimleri de cezalandıracak bir Allah'ın vücudu ile moral ve güç bulabilirler.
Hayatın bir gayesi de imanın zorunlu bir neticesi olan ibadettir. Allah insanları ve cinleri kendisine ibadet etmesi için yaratmıştır.[13] Dinler tarihini incelediğimizde, gerek hak din olsun, gerekse batıl din olsun, içinde ibadet olmayan, emirler ve yasaklar bulunmayan hiç bir dine rastlamak mümkün değildir. İbadet İnsanın ruhunu, iradesini ve moralini güçlendirir, stresten ve ruhî sıkıntılardan kurtulmasında önemli rol oynar. Mal ile yapılan ibadetlerle insan, toplumda beraber yaşadığı insanlara yardım etmek ve onların ihtiyaçlarının karşılanmasında katkıda bulunmak suretiyle, İnsanî ve vicdanî görev ve sorumluluğunu yerine getirmenin rahatlığı içinde daima sevinç ve mutluluk duyar.
Ölüm ve Hayat Allah'ın insanlardan iyi amel işleyenleri ortaya çıkartmak için yarattığı iki hakikattir.[14] Allah hayat ve ölüm neticesinde insanlardan iyi, itaatkâr ve mazlum olanları mükafatlandıracak; kötü, isyankar ve zalim olanları cezalandıracaktır. Şüphesiz her canlı ölümü tadacak ve Allah'a döndürülecektir.[15]
Eğer ölüme iman nazarıyla bakılmazsa; insan hem kendisinin hem de yakınlarının fenâya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğini düşünür. Bu fiilin, Failsiz bir tesadüf olduğunu kabul etmek zorunda kalır. Sevdiklerinin yok olacağını ve bir daha onları göremeyeceğini düşünerek yaşamak zorunda kalır, belki yaşayamaz ve ölümü temenni eder.
Her insanın bir yakınını kaybetmesi çok üzücü ve acı bir olaydır. Ancak bu üzüntü bir yok oluş düşüncesinden değil geçişi ayrılıktan kaynaklanmaktadır. Zira mü'minler bu dünyanın bir misafirhane olduğunu, gerçek ve daimi hayatın ahirette olduğuna inanmaktadırlar. Ölüm bu hayat vazifesinden bir terhistir. Fani dünyadan vatanı aslimiz olan ahirete bir sevkiyattır, bir tebdil-i mekândır. Hayatın külfetlerinden ve yorucu işlerinden azad olup, istirahata geçmektir. Vefat eden ebeynelerimize, evladlarımıza, akrabalarımıza, komsularımıza ve arkadaşlarımıza bir kavuşmadır.
Ölüm; dünyanın bin sene mes’udâne hayatı, bir saat hayatına mukàbil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukàbil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna kavuşmaktır.
Depresyona sebeb olacak tüm amilleri burada ayrıntıları ile işlemek pek mümkün değildir. Ancak cinsel istismar, madde ve alkol bağımlılığı, kumar bağımlılığı vb. sebeplere baktığımızda hepsi inançların yasakladığı, ahlakın reddettiği, sosyal hayatta suç niteliği taşıyan şer işlerdir. Hem ferdin hem toplumun selameti, güvenliği ve huzuru ancak iman ile elde edilir.
Öyleyse "iki cihanın ve iki hayatın medâr-ı saadeti, yalnız îmândır."[16]
ABDULKADİR ERTAŞ
[1] National Center For Health Statistics. Vital Statistics of The United States, 2. Mortality-Part A U.S. Government Printing Office, Washington D.C. 1968-1991.
[2] https://www.kimpsikoloji.com/intihar-ve-nedenleri/
[3] B. Pescosolido, S. Georgianna, "Durkheim, Suicide and Religion: T oward a Network Theory of Suicide", American Sociological Review, sy. 1 (1989), s. 33-48.
[4] M. Simpson, G. Conklin, "Socioeconomic Development, Suicide and Religion: A T esr of Durkheim's Theory of Religion and Suicide", Social Forces, sy. 4 (1989), s. 945-964; Yapıcı, a.g.c., s. 148.
[5] Davis JM, Brock SE. Suicide. in J Sendoval (Ed). Hendbook of in Crisis Counseling, İntervention, Prevention in The Schools, (İkinci Baskı), İçinde J Sendoval (Ed) Lawrence Erlbaum Associates Publishers, London., 2002, 128-132.
[6] Zuhal AGILKAYA, İntihar ve Din: İntihar GiriŞiminde Bulunanlar Üzerine Empirik Bir Araştırma, M.Ü. ilahiyat Fakültesi Dergisi 38 (2010/1), 173-202
[7] Buhari, Marda 1; Müslim, Birr 52, (2573); Tirmizi, Cenaiz 1, (966)
[8] Buharî, Merdâ: 13, 16; Müslim, Birr: 45; Dârimî, Rikâk: 57; Müsned, 1:371, 441, 2:303, 335, 3:4, 18, 38, 48, 61, 81.
[9] Hud,11/6
[10] Zümer; 39/52
[11] Sözler, 307-308
[12] Mektubat,24
[13] Zâriyât, 56
[14] Mülk, 67/2
[15] Ankebut,29/57
[16] Asayı Musa, 36