Bu yazımızda sizlerle gayr-i müslim bir batılı yazarın, Peygamber Efendimiz (sav) hakkındaki tesbitlerini paylaşacağız. Üstad Bediüzzaman der ki; “Fazilet odur ki, düşmanları dahi tasdik etsin.” İşte bu zat da bir gayr-i müslim olduğu halde, sırf insafla bakınca, sevgili Peygamberimiz’in (sav) faziletini çok açık bir şekilde görmüş ve kitabında herkesin anlayabileceği açıklıkta göstermiştir. “Dünya Tarihine yön veren en etkin yüz” adındaki kitabında, Hz. Muhammed’e (asm) ilk sırayı vererek çok doğru ve çok önemli bir tesbiti dünyaya duyurmuştur.
Yazıda ilgi çeken diğer bir nokta da, en büyük insan olmanın delili olarak zikredilen hususiyetlerin, Üstad Bediüzzaman’ın Resul-ü Ekrem (asm)’ın hak peygamber olduğunu isbat ettiği Reşhalar Risalesinin Yedinci Reşhasındaki tesbitlerle birebir örtüşmesidir.
Orada Üstad mealen şöyle diyor:
“İşte bak: Şu geniş Arab yarımadasında, vahşi ve âdetlerine mutaassıb ve inadçı pekçok kabileleri, ne çabuk vahşi ve kötü adetlerini kaldırarak bütün güzel ahlaklarla donatıp bütün âleme muallim ve medenî milletlere üstad eyledi. Bak! Değil zahirî bir baskı, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri fetih edip emri altına aldı. Kalblerin sevgilisi, akılların hocası, nefislerin terbiyecisi ve ruhların sultanı oldu.” (Sözler, 19.Söz)
Mihael Hart’ın kitabında Peygamberimize ayırdığı 5 sayfalık kısmın en dikkat çekici yerlerini aşağıya aldık.
HZ. MUHAMMED (571 - 632)
Dünyanın en etkili kişilerinin listesinde başı çeken kişi olarak Muhammed’i seçmem bazı okurları şaşırtabilir, bazıları da bu konuyu sorgulayabilirler ancak; O, tarihte hem dini hem de din dışı alanlarda üstün başarı göstermiş tek kişiydi.
Mütevazı kökenlerden gelen Muhammed, dünyanın en büyük dinlerinden birini kurdu, yaydı ve son derece etkili bir siyasal lider oldu. Bugün, ölümünden on üç yüzyıl sonra, etkisinin gücü ve yaygınlığı hâlâ sürmektedir.
Bu kitaptaki insanların çoğunluğu, uygarlık merkezlerinde, kültür düzeyi yüksek ya da büyük siyasal önem taşıyan ulusların üyesi olarak doğmuş ve bu ortamlarda yetiştirilmiş olmanın getirdiği üstünlüğe sahiptirler. Muhammed ise 571 yılında Arabistan’ın güneyindeki Mekke şehrinde, o zamanlar ticaret, sanat ve bilim merkezlerinin çok uzağında olan, dünyanın geri kalmış bir yerinde doğmuştu. Altı yaşında öksüz kaldı ve mütevazı koşullarda büyüdü. İslam geleneği bize, okuması yazması olmadığını söyler. Yirmi beş yaşındayken zengin bir dulla evlenmesinin ardından ekonomik durumu iyileşti. Yine de kırk yaşına yaklaşıncaya kadar, sıra dışı bir insan olduğu konusunda çok az gösterge vardı.
(…) Arap Bedevileri çetin savaşçılar olmalarıyla tanınırlardı. Ancak sayıları azdı; aralarındaki çatışmalar ve yıkıcı savaş hali ortalığı kasıp kavuruyordu. Kuzeydeki tarım alanlarında yerleşmiş krallıkların büyük ordularıyla denk değildiler. Ama tarihte ilk kez Muhammed tarafından birleştirildikten ve yüreklerine Tanrı inancının coşkusu dolduktan sonra bu küçük Arap orduları, insanlık tarihindeki en şaşırtıcı fetihlere girişiyorlardı.
Arabistan’ın kuzey doğusunda Sasanilerin büyük Pers imparatorluğu, kuzey batısında merkezi Konstantinopolis olan Bizans ya da Doğu Roma imparatorluğu yer almaktaydı. Sayısal olarak Araplar karşılarındakilerin hiç dengi değildi. Ama savaş alanında her şey bambaşkaydı ve coşku dolu Araplar, Mezopotamya, Suriye ve Filistin’in tamamını süratle fethettiler. 642 yılma kadar; Pers orduları Kadisiye (637) ve Nihavent (642) savaşlarında yenilgiye uğratılmış, Mısır da Bizans İmparatorluğu’ndan alınmıştı.
Muhammed’in yakın arkadaşları ve halefleri olan Ebubekir ve Ömer ibn-ül Hattab’ın komuta ettiği bu büyük fetihler bile Arap ordularına yeterli gelmedi. 711’e kadar, Kuzey Afrika’yı bir baştan bir başa geçerek Atlas okyanusuna kadar indiler. Buradan kuzeye yöneldiler; Cebelitarık boğazını aşarak İspanya’daki Vizigot krallığını yendiler.
(…) Peygamberlerinin söylemiyle coşmuş bu Bedeviler, bir yüzyılı bulmayan bir savaş dönemi içinde, Hindistan sınırından Atlas okyanusuna uzanan bir imparatorluk; dünyanın o güne dek gördüğü en büyük imparatorluğu kurmuşlardı. Orduların fethettiği her yerde, yeni inanca büyük ölçüde yöneliş eninde sonunda gerçekleşiyordu.
(…) Yeni din geçen yıllar içinde ilk Müslüman fetihlerinin ulaştığı sınırların çok ötesine doğru yayılmaya devam etti. Günümüzde Afrika ve Orta Asya’da on milyonlarca; Pakistan, Kuzey Hindistan ve Endonezya’da ise daha fazla sayıda mümini vardır.
(…) O halde Muhammed’in insanlık tarihi üzerindeki etkisinin kapsamı nasıl değerlendirilmelidir? Bütün dinler gibi İslam da müminlerinin hayatları üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Dünyadaki büyük dinlerin kurucularının bu kitapta öne çıkmalarının nedeni budur. Dünya üzerinde Müslümanların yaklaşık iki katı Hıristiyan yaşadığına göre, Muhammed’in İsa’dan daha üst sırada yer alması başlangıçta tuhaf görünebilir. Bu kararın iki temel sebebi vardır. Öncelikle; Muhammed İslam’ın gelişiminde, İsa’nın Hıristiyanlığın gelişiminde oynadığından daha önemli bir rol oynamıştır. İsa Hıristiyanlığın temel ahlaksal ve manevi akidelerini (bunların Yahudilikteki akidelerden farklı olanlarını) ortaya atmış olmakla birlikte, Hıristiyan teolojisini geliştiren, yayılmasını sağlayan esas kişi ve Yeni Ahit’in büyük bir bölümünün yazarı Aziz Paul (Pavlus)’dur.
Muhammed ise İslam’ın hem teolojisini hem de temel ahlaki ve manevi ilkelerini ortaya koymuştur. Buna ek olarak yeni inancın kabul görmesinde ve İslami ibadetlerin yerleşmesinde en önemli rolü oynamıştır. Dahası; kendisine vahiy yoluyla gelen ve O’nun söyleminin bir arada toplanmasından oluşan Müslümanlığın kutsal kitabı Kuran’ın yazarıdır. Söylediklerinin çoğu sağlığında aşağı yukarı aslına sadık kalınarak kayda alınmış ve ölümünün üzerinden fazla zaman geçmeden, hüküm niteliği taşıyacak şekilde bir araya getirilmiş hadisler de çok etkili olmuştur. Dolayısıyla Kuran, Muhammed’in fikir ve öğretisini temsil eder. İsa’nın öğretisinin bu şekilde derlenmiş hali elimizde bulunmamaktadır. Müslümanlar için Kuran, en az İncil’in Hıristiyanlar için taşıdığı önemi taşıdığından, Muhammed’in Kuran yoluyla yarattığı etki çok büyük olmuştur. Muhammed’in İslam üzerindeki göreceli etkisinin, İsa Mesih ve Aziz Paul’ün Hıristiyanlık üzerinde birlikte bırakmış oldukları etkiden daha büyük olması muhtemeldir. O halde, salt din düzeyinde bakıldığında Muhammed’in insanlık tarihi üzerinde İsa kadar etkili olduğunu söylemek mümkündür.
Bunun ötesinde, Muhammed (İsa’dan farklı olarak) dinsel olduğu kadar din dışı alanlarda da bir liderdi. Hatta Arap fetihlerinin arkasındaki itici güç olarak, tüm zamanların en etkili siyasal lideri olarak değerlendirilse yeridir.
(…) O halde görüyoruz ki yedinci yüzyıldaki Arap fetihleri insanlık tarihi üzerinde günümüze kadar önemli bir rol oynamaya devam etmiştir. Dinsel ve din dışı etkilerin bu emsalsiz karışımı, Muhammed’in “insanlık tarihindeki en etkili kişi” unvanını hak ettiğine inanmama yol açmaktadır.
(İrfan Mektebi Dergisi’nden)