"Fakat o şerler ademden geldiklerinden o şerirler hakiki faildirler"(onbirinci mesele)
O şerirler hakiki faildirler derken mesuliyet manasında mı deniliyor? Hakiki failler derken ne kastediliyor? Çünkü hayrın da şerrin de yaratıcısı Allah.
Her insanın zaafları var. İnsanların bu zaaflarına yönelik her yönden çok kuvvetli saldırılar var. Bir insan, bu kadar saldırı karşısında iradesine nasıl hakim olabilir?
1. Bir otobüs düşünün. içinde onlarca kişiyle şaranpole yuvarlanıp bazıları vefat ediyor. Bazıları da yaralı olarak kurtuluyorlar. Otobüsün şaranpole yuvarlanma işini Allah mı yapıyor. Yani Allah o anda şoförun iradesini mi alıyor. Ölenler ve yaralananların kaderi bu şekilde mi oluşuyor?
2. Bir katil düşünün bir de maktul. Katile öldürme meylini veren Allah mıdır? Yani öldürme şartlarını Allah mı...
Kur'anda teslimiyet ile ilgili bir çok ayet var ve hepsine kalben inanıyorum. Bu hislerle şunu sormak istiyorum: "Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz" ayeti, benim içimdeki pozitiv ve negativ istekler ile onları uygulamamın da "Allah'ın takdiriyle yazılmış ve hükmedilmiş" şeyler olduğu anlamına geliyor mu?
Tercih bila müreccih ne demektir? Bunun kaderle ne alakası var?
Kader Risalesi'nin girişindeki, "Kader ve cüz-ü ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüzlerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir." cümlesindeki "hâlî ve vicdanî","ilmî ve nazarî" tabirlerinden ne anlamamız gerekir?
İnsan, kaderinde yazılmış olan şeyleri aynen yaptığına göre işlemiş olduğu günahlardan dolayı mesul olur mu?
Bakara suresinde "...onları korkutsan da korkutmasan da birdir, iman etmezler. Allah onların kalplerine ve kulaklarına mühür vurmuştur. Gözlerinde ise perde bulunur.(Bakara, 2/6-7) buyruluyor. İman ve hidayet kapısının her daim açık olduğunu malumatıyla yukarıdaki ifadeleri nasıl anlamak gerekir.
Kainatta olan biten çok küçük ve gözümüze gereksiz gibi gelen şeyleri de illa bir hikmete bağlı olarak mı düşünmeliyiz? Yoksa Cenab-ı Hakkın koyduğu âdetlerin neticeleri olarak mı görmeliyiz? Mesela bir yaprağın ağaçtan düşerken savrulup bir yere düşmesi gibi...
Evet eğer abd hâlık-ı ef'ali bulunsaydı ve icada iktidarı olsaydı, o vakit ihtiyarı ref' olurdu. Çünki ilm-i usûl ve hikmette مَا لَمْ يَجِبْ لَمْ يُوجَدْ kaidesince mukarrerdir ki: "Bir şey vâcib olmazsa, vücuda gelmez." Yani, illet-i tâmme bulunacak; sonra vücuda gelebilir. İllet-i tâmme ise; ma'lulü, bizzarure ve bilvücub iktiza ediyor. O vakit ihtiyar kalmaz. Bu pasajı detaylıca açıklar mısın...